Aktar, yaşananlar için şöyle diyor:
"Din sosyolojisi açısından bakıldığında, ben bu meselenin din sonrası Batı Avrupalı toplumlarla, hâlâ dinle haşır neşir olan diğer toplumların arasındaki, kulakları sağır eden bir sağırlar diyaloğu olduğu kanaatindeyim."
Bu durumun siyasi olarak yönetilmesinin güçlüğüne de dikkat çekiyor Aktar.
"Bu durum, sonuçta, Batı dünyasındaki Müslüman düşmanlarına ve İslam dünyasındaki terör yanlılarına, felaket tellalı Huntington'ın öngörülerini haklı çıkartacak şekilde yarayacak gibi görünüyor."
Kentel de, benzer bir ikiliyi tarif ediyor.
"Yaşananların çarpıcı olan yanı, için de insanın inançlarını, duygularını pek taşımayan rasyonel bakış açısıyla, tutkulaşan birtakım duyguların çatışması."
"Bir tarafta modernitenin, Batı'nın varmış olduğu çizgi var" diyor Kentel, "Bu çizgide hayat rasyoneldir; ifade özgürlüğü bile rasyonalite içinde ele alınır. Kime ne zarar verdiğine, nasıl rencide ettiğine pek bakmayan bir taraf bu."
"Diğer tarafsa, kendini bütün olarak o duygularla anlatıyor. Kendini yok sayan, rencide etmekte hiçbir beis görmeyen bir anlayışla karşı karşıya."
Aktar: Makul bir ortak bölen bulmak kolay değil
Aktar, "makul insanlar herhalde şu noktada buluşacak" diyor:
"İfade özgürlüğü esastır. Ama, ifade özgürlüğü rencide edici boyutlara ulaşmamalı, bir sınırı olmalıdır. Bu sınırın da ya otosansürle ya da sansürle gerçekleşmesi gerekir."
"Yani" diyor Aktar, "amiyane tabirle, ne şiş yansın ne kebap yollu bir noktada durulacak."
"Batı Avrupalı toplumlarda -burada ABD'yle Batı Avrupa'nın farkını iyi görmek gerekiyor- dinin toplum ve bireyin yaşantısındaki önemi son derece sınırlıdır" diyen Aktar, 2003 yılında yayınlanan, 44 ülkede dinin toplumların ve bireylerin hayatındaki önemine ilişkin bir araştırmanın sonuçlarından söz ediyor.
"Çek Cumhuriyeti ve Fransa'da, deneklerin yüzde 11'i, Almanya'da yüzde 21'i, dindar zannedilen İtalya'da yüzde 27'si, dinin kendi hayatlarında önemli bir konu olduğunu söylüyor.
"Türkiye'nin laikliğinden esinlendiği Fransa'da yaşayan 62 milyon insanın 43 milyonunun kiliseyle hiçbir ilişkisi olmadığı biliniyor. Aynı Fransa'da evinde İncil'i olanların sayısı nüfusun yüzde 5'i."
Aktar, Senegal, Endonezya, Nijerya, Hindistan, Pakistan, Mali, Filipinler, Bangladeş, Kenya, Uganda, Tanzanya, Brezilya gibi ülkelerdeyse, dinin öneminin yüzde 90'larda seyrettiğini söylüyor.
"Türkiye'de bu oran yüzde 69, ABD'de yüzde 59. Gelişmiş Batı ülkeleri arasında bu orana en yakın ülke yüzde 33'le Britanya" diyor Aktar. "Kanada dahi yüzde 30'da."
"Uzun lafın kısası, bu veriler ışığında, böylesine bir polemik etrafında bir orta yol bulmak, makul bir ortak bölen bulmak hiç de kolay görünmüyor."
Kentel: Irkçı partiler yükselişe geçecek
Ferhat Kentel, karikatür kriziyle birlikte, "Avrupa'daki Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasındaki gerilimin artacağını, ırkçı partilerin yükselişe geçeceğini öngörüyor.
"Şimdi Le Pen'ci birtakım insanlar ifade özgürlüğünü savunmaya başlayacak. İfade özgürlüğü kültürelleşecek. Rasyonel dil, yaratmış olduğu bu dille irrasyonel olacak. Etnik gerilimlere bir bakın: Irkçı partiler marjinalken, bunların söylemi iktidardakilerle paylaşılır hale geliyor. Fransa İçişleri Bakanı Sarkozy'de, Le Pen'den gelen izleri bulmak mümkün."
"Irkçı söylem rasyonel dilin içine giriyor"
Kentel, bu durumun karşılıklılığına, "sadece üç beş politikanın işi olmadığına", bir söylem kayması bulunduğuna dikkat çekiyor:
"Zamanımız korkular içinde yüzdüğümüz bir çağ. Irkçı söylem korkulara cevap veriyor, daha yukarıdaki rasyonel dilin içine giriyor. İfade özgürlüğü, gayet rasyonelken, daha Hıristiyani, daha ırksal başka dertlerin ifadesi haline geliyor."
Söz konusu karikatürün kendisinin ve kamusal alanda tartışılmasının, sıradan insanın kafasındaki muğlak duyguları etiketleyip, netleştirdiğini söylüyor Kentel.
"Bu süreç, diğer tarafta da, 'Avrupa dediğin zaten böyledir' algısını pekiştiriyor."
Avrupa'daki göçmen emekçilerse en zor durumda olanlar.
"Göçmen emekçilerin üzerinde zaten Damokles'in kılıcı var. Ortalama kapitalizm göçmen emekçilere ihtiyaç duyuyor. Öte yandan, ulus devlet, toplum, vatan gibi etiketler altına girmiş daha büyük gerçeklere feda edilebilir durumdalar."
Damgalama
Karikatürün bir kimlik algısından yola çıktığını söylüyor Kentel.
"Ortalama Avrupalının kafasındaki Müslüman imajına, İslam imajına denk düşen bir algıyla yapıyor karikatürü. Bunun kamusallaşması, bir prototipin adını koyuyor. Bu yüzden, keskinleşme, daha radikal kutuplaşma eğilimi güçlenebilir.
"Böylece yeniden bir imaj üretiyor. Herhangi bir siyasi fikir gibi düşünün bu durumu: Diyelim işçiyim, herhangi bir kimlikten ötürü eziliyorum, ama bunu eğitim düzeyimle analiz edemem, sadece hissederim, isyan ederim."
Kentel, modern toplumunsa, bu duyguları soyutlayan bir süreç, araç olduğunu söylüyor.
"Biri bana sömürülüyorsun, eziliyorsun dediğinde, 'İşte bu; evet' diyorum. Irkçı söylem de korkulara böyle yanıt veriyor. 'Göçmenler işini alıyor' dendiğinde de, 'İşte bu; evet' diyorum. Güneydoğu'da yaşayan Kürt yurttaşların duygularıyla PKK söylemi de böyle örtüşüyor. Halbuki bu duygu başka şekilde de ifade edilebilir."
"Başka bir rasyonaliteyi icat etmek gerek"
Kentel, bu sürecin nasıl dönüşebileceğine dairse "Kendimi Caracas'taki Dünya Sosyal Forumu gibi şeylerle avutuyorum" diyor.
"Caracas'tan Filistin'e uzanan bir şeylerin olması gerek. Soğuk, insansız, operasyonel, rasyonel kavramların, dünyaların ötesinde, kocaman bir dünya var. Bu dünyanın kendisini ifade etmesi, bunu da rasyonelliğin safını değiştirerek yaptırması gerek.
Rasyonellik yalnızca Beyaz Avrupa'ya ait olmamalı. 'Başka bir dünya mümkün'ün yeni bir rasyonalite icat etmesi, bunun da insanlıktan yoksun olmaması gerek." (TK)