Fotoğraf:Anadolu Ajansı
“Eskiden az olan çaylığı ile daha çok gelir elde edebilen üreticiler, bugün elindeki çaylıktan yeterince gelir elde edemediği için daha fazla alanı çaylık yapıp daha fazla ürün satmaya çalışıyor.”
“Çaya sadece bugünün, şimdiki zamanın ihtiyaçları ile bakılması Doğu Karadeniz’e ilişkin düşünme ve üretme pratiklerimizde önümüze mekânın ve belleğin dününü dolayısı ile de geleceğini görmemizi engelleyen bir perde çekti.”
“Bu çalışmanın bizden sonra Doğu Karadeniz üzerine çalışacak kişilere kaynaklı etmesi en büyük isteğimiz. Umuyoruz ki yeni çalışmalara feyz olur ve bu alana dair bilgi üretimi süreklilik kazanır”
Karadeniz’e dair ilgi üretiminin süreklilik kazanmasını dileyen kişiler Dr. Özlem Şendeniz ve Fatma Genç.
İki kadın, “Çaydan Öte: Tarladan Demliğe Mekânda ve Bellekte Çay” kitabın editörler
Kitap, Kasım 2021’de Gola Kültür, Sanat ve Ekoloji Derneği'nin, Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği işbirliği ile okurla buluşturuldu.
İngilizce ve Türkçe olarak yayınlanan kitaba, Gola Kültür, Sanat ve Ekoloji Derneği’nden ücretsiz olarak ulaşmak mümkün.
Kitabı editörleri Dr. Özlem Şendeniz ve Fatma Genç, bianet’e anlattı.
Kitabın öncesinden söz edelim, bir çay çalıştayı ve forumu düzenlediniz. Biraz çalıştayın ve forumunun amaçlarından söz eder misiniz? Neden böyle bir çalıştaya ve foruma ihtiyaç duyuldu?
Fatma Genç: Çay üzerine uzun zamandır düşünüyorduk sevgili Özlem ile, çay çalışanları biraraya getirecek bir şeyler yapsak diye… Tam da böylesi bir düşünme sürecinde Gola Kültür, Sanat ve Ekoloji Derneği çatısı altında çayın dününü, bugününü ve geleceğini konuşabileceğimiz bir çalıştay fikri ortaya çıktı. Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği’nin desteğiyle sanat ayağı da olan çalıştay ve forum düzenleyerek kitaplaştırabildik.
Bir coğrafyaya rengini vermiş, gündelik hayatımızın vazgeçilmezi bir bitki/içeceğin sadece bir geçim kaynağı ya da ‘sudan sonra en çok tüketilen içecek’ olmanın ötesinde tarladan demliğe izini sürmek, mekânda ve bellekte etkilerini tartışmayı ve forum yoluyla bunu yerelde de tartışmaya açmak istedik. Her şeyin birbiriyle bağının koptuğu nesneler dünyasında çay bitkisi/metası üzerinden böylesi bir tartışmanın önemli bir başlangıç olacağını düşündük.
Özlem Şendeniz- Evet, Fatma’nın vurguladığı gibi uzun zamandır aklımızda olandır fikirdi çayı farklı disiplinlerden, arka planlardan gelen araştırmacılarla konuşmak. Fikir durduğu yerde kök saldıkça çayın etrafından Doğu Karadeniz’in dününe, bugününe ve yarınına bakmak fikri iyice heyecanlandırdı bizi. Bunda biraz Fatma’nın çay ile ilgili çalışma heyecanının da payı var. Bir nevi çalıştayı Fatma’nın üstüne yaptık :)
6 ana oturumdan oluşan bir çalıştay, 3 kültür sanat söyleşisinden sonra çalıştay ve söyleşilere katılanlara açık çağrılı bir forum organize ettik. Amacımız uzmanlar, akademisyenler, saha araştırmacıları kadar çay tarımı ile ilgilenen, yerelde çayı üreten aktörlerinde sesinin duyulmasıydı.
Kitabın adına gelecek olursak, nasıl oluştu bu isim?
Ö- Kollektif bir düşünme pratiğinin sonunda ortaya çıktı. Ama bu versiyonunun isim annesi galiba benim.
F: Bizlerin de büyüdüğü coğrafyaya rengini vermiş bir bitki olan çayın şimdiliğine, öncesine ve geleceğine kafa yorarken aslında bize dair olan, bir o kadar da mesafelenmeye çalışarak baktığımız çayı konuşurken hem bütünsel bir süreci, hem mekân ve bellek üzerindeki etkisini, hem de tanıklıklarımızı konuşup anlamlandırabileceğimiz bir başlık yani sadece çayı değil, etrafında şekillendirdikleri ve ötesini de konuşmak maksadıyla düşünürken bu başlık ortaya çıktı. Bu bütünselliği kurarak Çaydan Öte başlığını sevgili Özlem buldu.
“Her biri kendi alanında kıymetli”
Çok güçlü bir ekip var, anladığım kadarıyla ekip nasıl bir araya geldi?
Ö- Gola Kültür Sanat ve Ekoloji Derneği bizim için bir çatı oldu. Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği tarafından çalıştay ve kitap projemiz kabul edilince Çisem Şendeniz, Gamze Canoğlu, Fatma Genç, İrfan Çağatay, Reyhan Yıldırım, Sevilay Refika Kadıoğlu ve benimde içinde olduğumuz çekirdek bir çalışma grubu oluşturduk.
Tahayyülümüz çayı interdisipliner bir perspektiften konuşma imkânı yaratmak ve katılımcıların konuşmalarının, ürettikleri sözün birbiri ile eklemlenerek büyümesi idi. Çok sevgili hocalarımız, arkadaşlarımız ve süreçte tanıştığımız araştırmacılar bu tahayyülün bir parçası oldular.
F: Çalıştay ve kitap için şunu özellikle vurgulamak isterim. Her biri kendi alanında kıymetli çalışmalar yapan, çay coğrafyasında doğup büyümüş, bunu mesele edinmiş insanlar olarak Gola Kültür, Sanat ve Ekoloji Derneği’nde biraraya geldik. Gola bizim birlikte üretmekten keyif aldığımız çatımız.
Hepimizin yalnızlaştığı/yalnızlaştırıldığı bir süreçte iyi ki var. Gola’nın heybesinde biriktirdikleri ile birlikte böylesi bir yola beraber çıkabildik. Çayın imecesinde olan dayanışma ve horonun ‘beraber beraber’ söyleminde kendini bulan heyecan, heves ve biraradalıkla kolektif bir çalışma yürütmenin gururunu taşıyoruz. Bu biraradalığımız da özümüze, parçası olduğumuz doğaya, toprağa ve kültüre ait. Tam da buradan hareketle bu coğrafyada var olan kadim bilginin izini sürüyor, onu kayıt altına almaya ve paylaşmaya gayret ediyoruz.
“Ormansızlaşma vahşi biçimde yaşanıyor”
Kitabı alanlar okuyacakları elbette ama ben sizden dinlemek isterim. Çay emekçilerinin en önemli sorunları nedir sizce?
Ö- Bu soruya daha net olarak Fatma cevap verecektir. Ben ise çay ile Doğu Karadeniz’de değişen ve sorunlaşan bir kaç noktayı anmak isterim.
Çay sonrasında monokültür tarımına hızla geçildi ve devlet ile kurulan eklektik ilişkide çaylık eşittir tapu mantığı ile ciddi bir ormansızlaşma yaşandı.
Birde üstüne çay ve kimyasal gübre ilişkisi eklenince hem var olan arazilerinin hem tarıma açılan orman arazilerinin toprağı kirlendi. Bunların yanında çaya sadece bugünün, şimdiki zamanın ihtiyaçları ile bakılması Doğu Karadeniz’e ilişkin düşünme ve üretme pratiklerimizde önümüze mekânın ve belleğin dününü dolayısı ile de geleceğini görmemizi engelleyen bir perde çekti.
F: Türkiye’de çayın üretilme süreci 1938 tarihinde küçük ölçekte atölyeler ile başlamış olmakla birlikte asıl olarak 1950’ler sonrasında bugünkü anlamıyla bir üretimden söz edebilmemiz mümkün. Doğu Karadeniz coğrafyasını yoksulluktan kurtarmak iddiasıyla bölgesel kalkınma projesi olarak hayata geçirilen çay, o yıllarda “bölgeyi kalkındıracak ürün budur” denilerek kimi zaman zor kimi zaman da teşviklerle bir bölgenin ana geçim kaynağı haline gelmiştir. O yıllarda sermaye birikiminin devlet eliyle tarımsal ürünler üzerinden şekillendirilmesi ana amaçtı.
Ancak 1980 sonrasında birçok tarımsal üründe başlayan özel sektöre devir süreci çayda da işlemiş, 1984 yılında çıkarılan çayın üretim, dağıtım, işleme ve pazarlamasının devlet dışında özel firmalar tarafından yapılacağına dair çıkarılan kanun ile birlikte çay üretiminde neoliberalleşmenin başladığını söylemek mümkün.
Bu sürece kadar üreticiler de bu alanda iyi bir gelir elde ederken, özel sektörün bu alana girmesiyle birlikte devletin çay alanından çekilmesinin bir yolu olarak kota ve kontenjan uygulamalarının hayata geçirilmesi, devlet kurumu olan ÇAYKUR yeterince desteklenmez ve özelleştirilmesi için adımlar atılırken özel fabrikalara teşvikler verilmesinin çay üreticileri açısından birçok sonucu oldu.
Geçen yıl çay sezonunda çay üreticilerinin eylemlerinde de şahit olduğumuz üzere ÇAYKUR’un kota ve kontenjan nedeniyle üreticinin çayını almama yönündeki politikaları, bunu fırsat bilen özel firmaların devletin belirlediği taban fiyatın çok altında çayı almak istemeleri, gübre, çay makası, çuval gibi temel girdilerde yaşanan artışlar bugün üreticilerin en temel sorunlarından birisi. Bu nedenle Özlem’in belirttiği ormansızlaşma da daha vahşi bir biçimde yaşanıyor.
Eskiden az olan çaylığı ile daha çok gelir elde edebilen üreticiler, bugün elindeki çaylıktan yeterince gelir elde edemediği için daha fazla alanı çaylık yapıp daha fazla ürün satmaya çalışıyor. Aslında bu sorun endüstriyel tarımın çiftçileri ve üreticileri sıkıştırdığı verimlilik kıskacı ve bağımlı üretimin sonuçlarından birisi. Bu nedenle çay üreticileri emeğini, alınterinin hakkını almak istiyor, kota ve kontenjan kaldırılsın istiyor.
“Çay üretiminde de cinsiyetçi iş bölümü var”
Kadın çay emekçilerine dair özel olarak bir gözleminiz oldu mu?
Ö- “Çayın Yükünü Taşıyanlar” adlı oturumumuzda spesifik olarak kadın emeğine yoğunlaşan iki katılımcımız sevgili Melda Yaman ile Aslıhan Yılmaz Uzun’un çalışmaları kitap içinde iki ayrı makaleye dönüştü. Kadın emeği, tarım ve çay ilişkisinin dünden bugüne çok değiştiğini görme, düşünme fırsatımız oldu.
F: Çay tarımı da cinsiyetçi işbölümü üzerinden ağırlıklı olarak kadınlar üzerinden şekillenen bir tarımsal üretim. Çayın Doğu Karadeniz Bölgesi’ne getirilmesinin tartışıldığı Cumhuriyet’in ilk yıllarında erkek emek gücü açısından göç veren bölgede ağırlıklı olarak kadınlar olduğu için çaylıklar ilk olarak kadınların adına yapılmıştır.
Ancak bu durum kadınlar için bir hak sahipliği yaratmıyor. Aksine uzun yıllar kadınlar çayda en çok emek verenler olmasına rağmen mülkiyet alanından dışlanıyor. Dolayısıyla çay üretiminde cinsiyetçi işbölümü kadınların tarlada, erkekler çay fabrikalarında çalıştığı bir biçimde şekilleniyor.
Kitapta sevgili Özlem’in de bahsettiği üzere Melda Yaman toprağa serpilen ilk tohumdan bugüne kadınların tarımsal üretimle bağının izini sürerek bizlere tarihsel bir çerçeve sunuyor, kadınların tarımsal üretimde ana aktör olmasına rağmen bu alandan nasıl dışlandıklarını aktarıyor.
Aslıhan Yılmaz Uzun da Hopa örneği üzerinden çay üretiminde kadınların ücretsiz aile işçisi olarak kadın emeğinin nasıl konumlandırıldığına dair yaptığı saha çalışmasının verilerini aktarıyor.
“Çay borsası sermayenin ihtiyaçlarına dönük”
Peki anlattığınız bu sorunlara, özellikle yetkililer cephesinden çözüm önerileri sunuluyor mu?
Ö- Bu soruya da çay ile ilgili olan çalışmalarında üretimi sadece haneler üzerinden izlemeyip fabrikalar ve devletin bakışı üzerinden de çalışan bir araştırmacı olarak sevgili Fatma daha net yanıt verecektir.
F: Türkiye’de çay üretimi hem üreticiliğin yapısı hem de kapitalizmin işlerlik kazanması açısından Dünya’da çay üretimi yapan Sri Lanka, Hindistan, Kenya gibi ülkelerden çok farklı bir konumda. Dünya’da çay üretimi yapan ülkelerde çay üretiminin yüzde 85’i uluslararası firmaların denetiminde, plantasyonlar üzerinden şirket tarımı olarak gerçekleştirilmekte, ağırlıklı olarak kadın ve çocuk emeği sömürüsü üzerinden yürütülmektedir. Kitapta yer alan Berna Güler Hocamızın makalesi bu konuyu detaylı ele alıyor.
Çayın karanlık bir tarihi var aslında. Dolayısıyla sermaye grupları tarafından Türkiye’de yapılan üretimin maliyetler açısından çok yüksek olduğu dillendiriliyor. Çünkü hala küçük üreticiler var, arazi ne kadar küçülüyor olsa da miras yoluyla hala arazi ve toprak sahipliği var, kısmen de olsa ÇAYKUR ile birlikte devlet güvencesi var. Tüm bu durumlar sermayenin bu alanda etkinlik göstermesi açısından sorun teşkil ediyor.
Zira 1984 yılında çayın üretim, dağıtım, işleme ve pazarlamasının özel sektöre açılmasıyla birlikte çay işine 400’e yakın firma girmiş, ancak bunun 230’a yakını kapanmıştır. Bugün için de bakıldığına çay işinde etkinlik gösterebilen firma sayısı çok az, hatta geçtiğimiz günlerde haberdar olduğumuz üzere uzun süre faaliyet gösterebilen tek uluslararası firma Lipton da Türkiye’de çay işinden çekileceğini duyurdu.
Bu sermaye kaçışı ve 2009 yılından bu yana tarımda serbestleşme ve özelleştirme uygulamaları ile şekillenen, tütün üretiminde sonuçlarını yaşadığımız sürecin çay için de işletilmek istenmesi, bu doğrultuda çayın neoliberal piyasalara sunulmasının bir aracı olarak hazırlanan Çay Kanun Teklifinin hala yasalaşmamış olması çay konusunda belirsiz bir süreç olduğuna işaret etmektedir. Bunu ÇAYKUR’un Türkiye Varlık Fonu’na devredilmesi, kendi kurumsal işlevlerini yerine getirmeyen bir kurum haline dönüştürülmesinden de görüyoruz.
Hatta ve hatta 1984’de çıkarılan ve günümüzün ihtiyaçlarını karşılamayan 3092 sayılı yasa konusunda bir adım atılmamasından da görüyoruz. Çay açısından birçok başıboşluk ve sahipsizlik söz konusu iken çay üreticilerinin ve çay işçilerinin sorunlarına yönelik çözüm önerisi olduğunu söylemek zor.
Aksine sermayenin ihtiyaçlarına dönük çay borsası oluşturulması, sözleşmeli çiftçiliğin yaygınlaştırılması gibi öneriler oldu, ancak üretici lehine hiçbir düzenleme yapılmadı. Aksine kota, kontenjan kaldırılsın eylemleri yapan üreticilere “siz acele ediyorsunuz ondan çayınızı satamıyorsunuz” diye suçlamalar oldu.
“Çok zahmetli bir süreç"
Çayın bahçeden bardağa gelen macerasını özetlemek isteseydiniz ne derdiniz?
F: Doğada var olan bir bitki olan çay da diğer tarımsal ürünler gibi ehlileştirilmiştir. Çalı görünümünde olan çayın yapraklarının toplanmasının ardından alım yerleri dediğimiz yerlerde çay üreticileri tarafından fabrikalara satılır. Ardından fabrikada soldurma, kıvırma, fermantasyon, kurutma, tasnif ve ambalajlama gibi birçok aşamadan geçer.
Fabrika aşamasında kalitesine göre çeşitli numaralara göre sınıflandırılır. Bu son aşama sonucunda market raflarındaki halini alır ve sofralarımıza gelir. Ancak bu kadar uzun aşamalardan geçen çayın geçirdiği bu süreçleri düşünmek ve aradaki bağlantıyı kurmak oldukça zor.
Çayın toplanması, taşınması, satılması üreticiler açısından oldukça zahmetli ve zor bir süreç. Yani içtiğimiz her bir bardak çayda binlerce üreticinin emeği var.
Kitabı Çaykur- Ziraat Odaları gibi kurumlara göndermeyi düşünüyor musunuz?
Ö- Elbette, çoktan bazı ziraat odalarına ve ÇAYKUR Genel Müdürlüğü’ne gönderdik bile :)
F: Çay ile ilgili düşünen, üretim yapan kurum ve kuruluşlar ile birlikte kütüphanelere göndermek konusunda elimizden geleni yaptık. Gönderdiğimiz kurumlar içerisinde Çiftçi-Sen, Ziraat Odaları, ÇAYKUR ve bu alanda çalışan, sahada yer alan birçok isim ve kuruluş bulunmakta.
Bilginin kamusallaştırılması, bu konu üzerinde düşünülmesi ve yeni araştırmacılara feyz ve kaynak oluşturması amacıyla mümkün olan her yere ulaştırma gayretindeyiz.
Artan kağıt maliyetleri kitabımızın baskısının sınırlı sayıda olmasına neden oldu. Ücretsiz olarak dolaşımda olan kitabımızın daha da yaygınlaşması için Ocak ayı itibarıyla pdf’ini de yaygınlaştırma niyetindeyiz.
"Süreç tüm acımasızlığıyla sürüyor"
“Bir Metanın İzinde Türkiye’de Çayın Öyküsü” çok acı mı yorgun mu hüzünlü mü nasıl bir öyküsü var çayın ülkemizde?
Ö- “Çok acı mı yorgun mu hüzünlü mü” bilmiyorum açıkçası. Süreç hala devam ediyor neticede. Benim için kesin olan çay ve çayın etnografyası Türkiye’nin eşliğinde olduğu 100 yıllık sürecini etkileyen bir meta olduğudur.
Bunda Doğu Karadeniz ile devletin ilişkilenme biçiminin değişimler, yerelin sosyo-ekonomik ve kültürel hayatının dönüşümleri, coğrafyanın bizatihi yaşadığı dönüşüm ve simgesel anlam dünyamızda çay ile andığımız Rize’nin simgesi haline gelmesinin,
Çernobil’in çay ile özdeşleşmesinin ve yakın dönemde felaketlerin ardından dağıtılan çayların etkisi var. Bu anlamda çayın tek başına acı, yorgun ya da hüzünlü olduğunu düşünmüyorum galiba.
F: Dünyada da Türkiye’de de çayın hikâyesinin karanlık olduğunu söyleyebiliriz. Dünyada sömürgeciliğe kadar uzanan bir tarihi var iken Türkiye’de de tarımın endüstriyelleşmesinin bir coğrafyayı, insan-doğa ilişkilerini, toprak kullanımını ve bitkinin bütün bilgisine hakimiyetin yitirilmesi açısından nasıl değiştirdiği ve kültür ve dili nasıl baştan aşağı yeniden kurduğuna işaret etmesi açısından üzerinde epey düşünülesi.
Öz olarak Türkiye’de çayın tarihi çiftçilerinin gıda egemenliğini yitirme hikâyesini kendi özgünlükleri üzerinden bize sunuyor. İçtiğimiz bir bardak çayın tarladan bardağa giden süreci ve bu süreç etrafında şekillenen ilişkiler analiz edildiğinde orada kadın-erkek ilişkilerinin nasıl şekillendiği, emek sömürüsünün nasıl işlediği, nasıl bölüşüldüğü, insan-doğa ilişkilerinin nasıl şekillendiği, biyoçeşitliliğin nasıl yok olduğu, sembolik ve maddi dünyanın nasıl ve hangi öncelikler üzerinden anlam kazandığı ortaya çıkıyor. Bu anlamıyla çayın Türkiye’de de karanlık bir tarihi var.
Bunun bir boyutunu kitaptaki yazısında sevgili İrfan Çağatay, bugün tohumu dahi yok olan bir geleneksel tarım örüntüsünden bahsederek ifadelendiriyor, çayın monokültür haline gelme sürecinin ana geçim kaynağı olarak şekillenirken ürün örüntüsünü nasıl ve yeniden şekillendirdiğini biyoçeşitliliğin nasıl azaldığına değinerek dile getiriyor.
Bununla birlikte fabrikasyon bir üretim olan çay, doğa halkı olan Doğu Karadeniz insanının bir bitkinin tüm süreci üzerindeki hâkimiyetini yitirmesine nasıl neden olduğu, dil ve kültürü nasıl şekillendirdiğini de ifade ediyor. Belki de en önemlisi çay öncesinde geçimlik olarak mısır, karalahana üreten çiftçileri piyasa için üreten küçük meta üreticilerine dönüştürme sürecidir.
Tabii ki bunu kimyasal gübre kullanımındaki artış, verimlilik kaygısıyla daha fazla çaylık yapma baskısı sonucunda ortaya çıkan ormansızlaşma aslında çayın yarattığı yıkımdan sadece bir kaçı.
Bugün de bu süreç tüm acımasızlığıyla devam ediyor. Doğu Karadeniz’de yıkımın çay eliyle sadece endüstriyel tarım olarak değil doğayı da içine alarak nasıl genişlediği konusunda Fuat Ercan Hocamızın kitapta bir makalesi bulunmaktadır.
Kitaba ücretsiz ulaşmak mümkün
Son olarak ne eklemek istersiniz?
Ö- Hem çalıştay ve forum hem de kitabın kendisi kolektif bir üretim sürecinin sonucunda ortaya çıktı. Yazarlarımız, çevirmenlerimiz, tasarımcılarımız kısaca katkısını sunan herkes emek ve zamanlarını gönülden sundular. Herkese ayrı ayrı müteşekkirim.
Ayrıca çay benim için her zaman hayatımda olan hasadıyla, kotası ile, fiyatı ile sohbetleri ve hayatımı şekillendiren bir meta iken onun gündelik sohbetlerin ötesinde tartışmak oldukça bilgilendirici, deyim yerinde olacaksa kafa açıcı bir süreçti. Şahsi olarak bana bir meta, nesne, varlık üzerinden Doğu Karadeniz’de dönüşen zaman, mekân ve belleğe bakmak iyi geldi.
F: Bu çalışmanın bizden sonra Doğu Karadeniz üzerine çalışacak kişilere kaynaklı etmesi en büyük isteğimiz. Umuyoruz ki yeni çalışmalara feyz olur ve bu alana dair bilgi üretimi süreklilik kazanır.
Kitabımız ücretsiz olarak dolaşımda. Ulaşmak isteyenler Gola Kültür, Sanat ve Ekoloji Derneği’ni arayabilir ya da [email protected] adresine mail atabilirler. Ocak ayında pdf’ini de yaygınlaştıracağız.
(EMK)