Egemen milliyetçi tonların tribün hakimiyeti
Türkiyeyi ele alalım. Bundan epeyce önce İstanbul BJK İnönü Stadyumunda oynanan Beşiktaş Diyarbakırspor karşılaşmasında yaşananları Üç puan için değer miydi? başlıklı bir yazıya mevzu etmiştik. Toplumsal/siyasal renklerin tribüne nasıl yansıdığına dair önemli bir gözlemdi bu maçta olanlar. Beşiktaş taraftarı, Diyarbakırlı oyunculara maç içi nedenlerden dolayı kızmış ve Kahrolsun PKK diye bağırarak oyuncuları sevmediğini, o takımda oynayan ve o takımı tutan herkesin PKKlılığı içselleştirdiğini ima etmişti.
Henüz PKK eylemlerinin bugünkü kadar kendisini belli etmediği bir ortamda İnönü Stadyumunda yaşananlar, aslında bugün Diyarbakırsporun herhangi bir stadyumda oynayacağı herhangi lig maçında başına gelebilir.
Tribünde siyaset
Bu algı aslında egemen politik bakışın tribün ortalamasına hakim olduğunun göstergesi. Maç öncesinde (her nedense) İstiklal Marşı okunurken ellerin kurt başı gibi kaldırılması, İtalyada da olduğu gibi faşizmin (Lazio taraftarı buna örnektir) futbol izleyicisine hakim olma çabaları bir bilinmeyen değil.
Aslında sosyalizmin hakim olduğu tribünlerin varlığını da biliyoruz. Bugün İtalyanın Livorno kulübünün taraftarları kızıl bayraklarını, Che, Marx, Lenin posterlerini açıyor, takımını bu şekilde destekliyor.
Beşiktaşlılar kısmi muhalif
Beşiktaş taraftarı da zaman zaman muhalif görüntüsüyle dikkat çekiyor. Çarşı grubu anarşizmin simgesi olan malum A harfini pankartlarında kullanıyor, Filistin mücadelesine destek veriyor, savaşa karşı çıkıyor falan. Ancak yukarıda sözünü ettiğimiz PKK aleyhindeki sloganları ya da bu hafta olduğu gibi bazı grupların diğerlerinin itirazına ve şiddetli tartışmalara rağmen Türk bayrakları açması camiada çeşitli tartışmalara yol açıyor. Oysa çarşı zaten maç sırasında Çarşı teröre de karşı pankartını açarak malum tavır ile ilgili olarak önlemler almıştı. Hatta Türk bayrağının açılması ile ciddi bir tartışma da yaşandı. Ama tribün bir yere kadar. Orada rakibine penaltı yaptıran Çağdaşın ıslıklarla protesto edilmesi çoğu zaman politik mülahazaların önüne geçiyor. Bu da anlaşılır tabii.
Milliyetçi sloganların tribünlerdeki yankısı
Böyle bakıldığında Türkiyede en politik taraftar grubunun her şeye rağmen demokratik tutumunu sürdürme gayreti içerisindeki Beşiktaş taraftarı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Fenerbahçe, Galatasaray tribünleri ise tamamen sportif alanda kalarak, gerekirse şehitler ölmez vatan bölünmez, hatta zaman zaman ya allah bismillah allahu ekber diye sloganlar atıp susmak ve birbirlerine muhalefet etmek gibi bir eğilim içinde. Bu iki ezeli rakibin muhalefeti birbirine.
Hormonlu siyasi fikirlerin yeri "Maraton" değil
Daha önce de değindiğim gibi tribün asla homojen bir siyasi yapı değil, olamaz. Ama baskın olan yaklaşım ve siyasi tutumu da görmezden gelmek mümkün değil. Ancak televizyonlarda kendilerini renklerin çıkarlarını değil futbolun kurallarını konuşur gibi gösteren insanların AB filan bize çok arkadaş. Bize AB değil, CD lazım gibi kahvehane ağzıyla, siyasi görüş beyan etmesi çok tuhaf geliyor bana.
AB uyum yasaları fazla genişmiş, polisin eli kolu bağlanmış, gözaltı süreleri uzamalıymış, adamı polis yakalıyormuş da mahkeme bırakıyormuş gibi sözler futbol programının değil, Siyaset Meydanının konusu. Tıpkı hormonlu sebzeler ve tavuklarla uğraştığı ve her nasılsa ses getirdiği günlerde olduğu gibi Erman Toroğlu bu kez siyasi Maratona başladı, fuleli adımlar atmaya çalışıyor.
Bizzat geri bir yerde durarak ucuz sağ, klasik milliyetçi bir politika yapıyor. Sığlığın ötesine geçmeyen bu siyasi fikir beyanları yukarıda kısaca değindiğimiz tribün tavrının bir uzantısı gibi görünse de aslında tehlikeli bir durumun da habercisi. Oturup gece boyunca maçların tahlilini Toroğlundan dinleyen ortalama futbol izleyicisi, kendisini ciddiye alabiliyor, tıpkı daha önce tavukçuların yaptığı gibi...
Bilmiyorum belki de Toroğlu bu yorumları az önce istemeden kızdırdığı filanca takımın taraftarına bu durumu unutturmak için yapıyor. Dolayısıyla milliyetçi hassasiyetleri okşamış, Türkiyede sayılarının son dönemde dramatik olarak yeniden arttığı gözlemlenen milliyetçilere göz kırpmış oluyor.
Futbolla ilgilenenlerin karmaşık siyasi yapısını, siyasi ehliyeti olmayan bir spor yorumcusunun bozmasına ihtiyaç yok. Zira kendisinin Antalyadan İstanbula gelene kadar kamyonda büyüyen hıyarlar hakkında mesleği gereği iddialarda bulunabilmesi bir nebze anlaşılabilir. Ancak siyaset alanı Toroğlunun hormonlu sebzelerinden başka bir şeydir. (BD/EK)