Ama en çarpıcı vuruşu sarıyla yapıyor... Yemyeşil çimenler, çiçeklenmiş ağaçlar, beyaz papatyalar ve tabii adaların simgesi sapsarı mimozalar...
Güzel bir bahar sabahı, Heybeliada'da Ümit Tepesi 'ne tırmanıyoruz. Doğalgaz çalışmaları yolları kapatmış.
İyi ki de kapatmış. Vurduk kendimizi ormanın içinden tepeye doğru. Her taraf yeşil, her taraf beyaz, her taraf mavi... Dokunmaya bile kıyamıyoruz çiçeklere; "karınca ezmez"misali yürüyoruz aralarından. Kah papatyalar alıyor gözümüzü kah badem çiçekleri...Ama en çok mimozalar...
Baharı içimizde hissederek ulaştık Ümit Tepesi'ne. Ne var bu Ümit Tepesi'nde dediğinizi duyar gibiyiz. Anlatalım:
Ümit Tepesi'nde Türkiye'nin gündeminde uzunca bir zamandır yer alan; bilenin de bilmeyenin de hakkında kelam ettiği meşhur Ruhban Okulu ve Aya Triada Manastırı var. Baş Rahip Sayın Apostolos 'un daveti üzerine geldik Ümit Tepesi'ndeki manastıra.
Ruhban Okulu'nun kapısından bakımlı bir bahçeye girdik önce. Bahçede gözümüze ilk çarpan yine mimozalar oldu. Sonra ulu ağaçlar, rengarenk çiçekler ve iki katlı taş bina...
Binanın kapısında bizi karşılayan Baş Rahip Apostolos, hoş geldiniz selamından sonra, mimozalara baktığımızı görünce "Mimozalar değil mi? Ne kadar canlı ve parlaklar. Koparıldıkları an parlaklıkları gidiyor. Bir iki dalı odamızda vazoya koymak için bile kesemiyoruz, kıyamıyoruz" diyor. Gerçekten de mimozalar çok narin. Pırıltılarını kesildikleri yerde bırakıyorlar sanki...
Baş Rahip Apostolos
Bay Apostolos, bizi boş koridorlardan ve merdivenlerden geçirerek ikinci kattaki odasına buyur etti. Bahçeye bakan iki büyük pencereden bolca ışık alan aydınlık odada, Bay Apostolos'un masasının karşısındaki koltuklara oturduk. Duvarlarında Atatürk'ün ve baş rahiplerin, piskoposların fotoğrafları; sehpalarda saksı saksı çiçeklerle süslenmiş bir makam odası burası... Ihlamurlarımızı yudumlarken önce Bay Apostolos'u tanımak istedik.
Bay Apostolos, 10 yıldır Heybeliada'da yaşıyor. Kendisi İstanbul doğumlu ama annesi Kapadokya Bölgesi'nden, Derinkuyulu; babası Kayseri İncesulu. Bay Apostolos, anne ve babasının Türkçe konuştuklarını, ama yazarken Türkçe'yi Rum alfabesiyle yazdıklarını söylüyor.
Bilmeyenler için kısaca anlatalım; Anadolu'daki bir çok yapıda, yazıtta, mezar taşında karşılaştığımız Rum alfabesiyle Türkçe yazıma "Karamanlıca" deniliyor. Tabii bu, konuşma dilini de etkiliyor. Türkçe'nin bu ağzını Karamanlı Hıristiyan Ortodokslar konuşurmuş.
Bu insanları bazıları Türkleşmiş Rumlar; bazıları ise, Selçuklular döneminde Bizans'la yakın ilişki sonucu Hıristiyanlığı benimsemiş Türkler olarak tanımlıyor. Ruhban Okulu'nun bahçesindeki bir taş yazıda da Karamanlıca örneği görmek mümkün.
Bay Apostolos, liseyi Heybeliada Ruhban Okulu'nda bitirmiş ve ardından Selanik'te İlahiyat okumuş.
Aya Triada Manastırı
Heybeliada'daki Ruhban Okulu o denli gündemde ki, okulu da içinde barındıran ve kuruluşu 9. yüzyıla dayanan Aya Triada Manastırı 'nı pek çoğumuz bilmeyiz. Aziz Fotios tarafından kurulduğu düşünülen manastır, Bizans sarayı için bazen bir dinlenme yeri, bazen sürgün yeri olarak da kullanılmış.
İstanbul'un fethinden sonra da faaliyetlerini sürdüren manastırda 1844 yılında, Patrik IV. Germanos 'un destekleriyle Ruhban Okulu açılmış. Manastır ve okul, 1894 yılındaki büyük depremde yıkılmış; II. Abdülhamit 'in izniyle yeniden yapılmış ve 6 Ekim 1896'dan itibaren yeni binasında faaliyetlerini sürdürmeye başlamış.
17 dönüm arazinin içindeki, kuş bakışı görünüşü Yunan alfabesinin pi harfi şeklinde olan bina bir bodrum ve iki kattan oluşmakta. Özellikle ana giriş kapısının mermer merdivenleri, sütunları ve girişteki hol, sıradan bir okuldan çok bir mabede girdiğinizi düşündürüyor.
Binanın bodrum katında yemekhane ve kütüphane; giriş katında sınıflar, laboratuarlar, revir ve yatakhane; ikinci katında büyük tören salonu, müdür ve öğretmen odaları ile teoloji öğrencilerinin yatakhanesi bulunuyor.
Okulun tarihi
Ruhban Okulu, açıldığı 1844 yılından kapatıldığı 1971 yılına kadar 127 yıl çalışmış ve bu sürede yaklaşık bin öğrenci mezun etmiş. Kapatılması ve hala açılamaması oldukça uzun bir hikaye. Bu hikayeyi merak edenlerin araştıracakları kaynaklar yeterince var. Biz bunlardan bahsetmeyeceğiz.
Eğitim ve öğretimin devam ettiği yıllarda, zaman zaman kanunlarla değişiklikler yapılsa ve farklı uygulamalar söz konusu olsa da genel kural olarak öğretmenler, tümü de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı tarafından atanırmış.
Lise ve teoloji bölümlerinden oluşan okulun lise bölümünde bir de Türk müdür yardımcısı görevliymiş ve MEB müfettişleri de mutat denetlemelerini yaparlarmış.
Lise bölümü, Türkiye'deki tüm liseler gibi, Milli Eğitim Bakanlı'nın öngördüğü programı uygularmış. Edebiyat, tarih, coğrafya, Türk dili ve edebiyatı, milli güvenlik, sosyoloji gibi dersler Türkçe ve Türk öğretmenler tarafından verilirmiş.
Ruhban Okulu'nda da geleceğin din adamları için Türk dili ve edebiyatı dersi zorunluymuş ve zaten bu bölümün eğitim programı da Milli Eğitim Bakanlığı tarafından belirlenirmiş.
Lise bölümü, yukarıda da belirttiğimiz gibi, bugün hukuken açık ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından atanmış bir Türk müdür yardımcısı da mevcut; ancak okulda ne bir öğretmen var ne de öğrenci...
Ruhban Okulu'ndan mezun olanların yüzde 75'i din adamı olarak hayata atılırken, yüzde 25'i farklı konulara yönelmiş. Yine mezunlardan 12'si, Sayın Bartholomeos dahil, İstanbul Patriği olma başarısını gösterirken, iki mezun İskenderiye, üç mezun Antakya Patriği seçilmiş. Dört mezun Atina Başpiskoposluğuna, bir mezun da Arnavutluk Başpiskoposluğuna yükselmiş.
Heybeliada Ruhban Okulu, yetiştirdiği din adamlarıyla Hıristiyan Ortodoks aleminde her zaman saygın bir yere sahip olmuş. Çünkü, bu okul yalnız İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin değil Ortadoğu'dan İngiltere'ye, Kanada'dan Yeni Zelanda'ya hatta Etiyopya'ya kadar geniş bir haritanın din adamı gereksinimini karşılamış.
Öyle ki, iki yıl önce okulun eğitim ve öğretime tekrar açılma olasılığı gündeme geldiğinde, okula girmek için Amerika'dan bile arayanlar olmuş. Bay Apostolos'un tahminlerine göre okul bugün açılsa, 20-25 öğrencisi olacak.
Ruhban Okulu, faal olduğu yıllarda en yüksek öğrenci sayısına 130 öğrenci ile 1964'de ulaşmış. Kapatıldığı 1971 yılında ise 70 öğrenci varmış.
Kütüphane
Patrikhane'ye bağlı çalışan manastırın çok zengin bir kütüphanesi var. Bay Apostolos'un verdiği bilgiye göre kütüphanede 60 binin üzerinde kitap bulunuyor ve dünyanın her tarafından hala çok sayıda kitap ve süreli yayın geliyor. Yani kütüphane yaşamaya devam ediyor.
Kitapların çoğu hemen hemen her dilde ilahiyatla ilgili; ancak tarih, latin dili ve edebiyatı, hukuk, coğrafya, arkeoloji, sanat tarihi konularında da çok sayıda kitap var. Kitaplar manastıra hibe yoluyla kazandırılmış. Bay Apostolos, kütüphanenin referans göstererek başvuracak araştırmacılara açık olduğunu söylüyor.
Aya Triada Kilisesi
Aya Triada Manastırı'nın bahçesinde bir de kilise var. Manastırın adıyla anılan ve aynı yerde daha önce bulunan kilisenin bir yangında tamamen kül olmasından sonra inşa edilen bu kilisenin ibadete açılış tarihi, kilisenin dış duvarındaki Yunanca kitabede yazdığına göre, 1 Mayıs 1844 Pazartesi günü.
1894 yılındaki depremi zararsız atlatan kilisede Piskopos Tahtı ve vaiz kürsüsü tahminen 19. yüzyıldan kalma ve ahşap. Ayrıca taşınabilir ikonalar, kilisenin tavanında bulunan Pantokrator, freskler ve mozaik ikona kilisede ilk dikkati çeken görüntüler.
Kilisenin bir özelliği de ana yapıda çan kulesi olmaması. Çan kulesi, kiliseden bağımsız, bahçede özel olarak yapılmış bir yerde bulunuyor; bu da Aya Triada Kilisesi'nin dikkatimizi çeken özelliklerinden biri oldu. Aya Triada Kilisesi en son 2000-2001 yıllarında, hayırseverlerin desteğiyle onarılmış.
Son söz
Ziyaretimizin son saatlerinde, Bay Apostolos'la okulu geziyoruz. Boş koridorlardan geçiyor, uzun zamandır kullanılmayan pinpon masalarının yanında mola veriyor, yine boş sınıflara girip çıkıyoruz.
Kütüphane de boş; öğrencilerden umudu kesmiş, araştırmacıları bekliyor... En son Kabul Salonu'na yöneliyoruz. Burası törenlerin, toplantıların yapıldığı büyük ve görkemli bir salon. Burada da duvarları manastıra ve okula emek vermiş din adamlarının fotoğrafları süslüyor. Binanın girişi gibi, burası da sıradan bir salondan çok bir mabedi andırıyor...
Ümit Tepesi'nin insana huzur veren sükuneti ve bu salonun görkemi, ister istemez insanı etkiliyor. Boş salonda, konuşurken sesinizi yükseltmemeye çalışıyoruz.
Ruhban Okulu'nun geçirdiği evrelere bakınca, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin ve Kıbrıs olaylarının yansımaları görülüyor. İlişkilerin keskinleştiği dönemler, hem Ruhban Okulu hem de lise için fazlasıyla sıkıntılı olmuş.
Varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları, 1964'de 12 bin Rum'un 24 saat içinde yurt dışına çıkarılmaları ve benzeri politikalar doğal olarak okulu da olumsuz etkilemiş. Özellikle gençler, geleceklerini başka ülkelerde arama yolunu seçmişler.
Bay Apostolos'un verdiği bilgilere göre, 1950'li yıllarda yalnız İstanbul'da Rum cemaatin 45 ilkokulu, altı orta okul ve lisesi ve bir de ruhban okulu varken, bugün beş veya altı ilkokulla üç lise bulunuyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Ortodoks Rumların sayısının 2 bin civarında olduğunu da öğreniyoruz. İşte, bugün lisenin yasal olarak açık olmasına rağmen öğrencisiz olmasının nedeni...
Bay Apostolos'a ileriye nasıl baktığını; lisenin ve Ruhban Okulu'nun geleceğini nasıl gördüğünü sorduğumuzda, Milli Eğitim Bakanı'nın "Okul 24 saatte açılır", YÖK Başkanı'nın ise "Okulun açılması için yasal hiçbir engel yok" dediklerini, ama bunlara rağmen ilerleme kaydedilmediğini anlatıyor.
Son günlerde en çok tartışılan öneri ise, bir üniversitenin fakültesi olarak açılması imiş. Bay Apostolos bunun pek de geçerli bir öneri olmadığını savunuyor çünkü, "burası bir manastır, yatılı ve de erkek öğrencilere açık bir okuldur. YÖK'e ve üniversiteye bağlanması sorun yaratır".
Patrikhane'nin önerisinin ise eski statüsüyle Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı bir eğitim kurumu olarak faaliyet göstermesi.
Günün sonuna doğru, yine boş koridorlardan geçip bahçeye çıktık. Aya Triada Kilisesi'ni gezdik. Bahçede, Ümit Tepesi'nin huzurlu havasını içimize çekip Bay Apostolos'la vedalaştık.
Eşitliğin ve özgürlüğün her görüşten, her dinden, her etnik kökenden insanın hakkı olması gerektiğini düşünerek ve kardeşçe bir arada yaşamak varken din adamı yetiştiren ve en kalabalık yılında 130 teoloji öğrencisi barındırmış; 127 yılda bin mezun vermiş bu okulun yaşadıklarına ve yaşamakta olduklarına da şaşarak, geldiğimiz yoldan; ormanın içinden, papatyaların, mimozaların arasından sahile indik.(SK/HB/EÜ)