Tempo dergisinin 4-10 Aralık 1988 tarihli 53. sayısında yer alan ve derginin kapağından "Mezardaki sır, Mehmet Ceren nasıl öldü?" spotlarıyla duyurulan haberde, 12 Eylül darbesinden sonra Kahramanmaraş Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı olarak görev yapan Yusuf Haznedaroğlu'yla yapılan bir röportaj yayınlanmıştı. Röportajı 23 yıl sonra bianet'te yeniden yayınlıyoruz.
- Tempo: Sayın Haznedaroğlu Kahramanmaraş bölgesinde insanlar 12 Eylül'den söz edince, sizin isminizle başlıyorlar konuşmaya...
Haznedaroğlu: Ne diyorlar?
- Tempo: İşkencelerden sizin sorumlu olduğunuzu söylüyorlar.
Haznedaroğlu: Bu fizikman mümkün değil. Ben mi işkence yapmışım yani, onu mu demek istiyorlar?
- Tempo: İşkence ve sorgulamalardan sizin sorumlu olduğunuz söyleniyor. Sizin döneminizde Maraş'ta işkence yapılmadı mı?
Haznedaroğlu: Ruhen hasta sadistler dışında hiç kimse işkence yapmayı sevmez. İşkence olayları Türkiye'nin ve dünyanın her yerinde olduğu kadar, Kahramanmaraş'ta da olmuştur. Ben şimdi desem ki; Maraş'ta kimse kimsenin kılına dokunmamıştır, çok büyük bir iddiada bulunmuş olurum. Bunlar ferdi konulardır. Siz evladınıza hiçbir şey söylemezsiniz, ben bir kabahat işlediğinde oğluma iki tokat vururum. Hadisenin temelinde bu yatar. İşkence hiçbir zaman tasvip edilebilecek bir yol değildir. Sorgulama, teknik sorguyla yapılır.
- Tempo: Siz bu teknik sorgulamalara giriyor muydunuz?
Haznedaroğlu: Efendim arada bir girilir, ne yapıyorlar diye kontrol edilir.
- Tempo: Teknik sorgulama her zaman başarıya ulaşır mı? Suçlu suçsuzdan nasıl ayırd edilir?
Haznedaroğlu: Valla büyük çoğunluğu başarıya ulaşır. Karpuzu kavunu bile alırken yokluyorlar. Seleksiyondan mutlaka geçiyor.
- Tempo: Biz size sizin döneminizde Mehmet Ceren adlı bir gencin gözaltındayken ölmesi olayını sormak için geldik. Olayı hatırlıyor musunuz?
Haznedaroğlu: Evet... Mehmet Ceren soruşturma maksadıyla Maraş'a getirilmiş ve daha hiç soruşturma yapılmadan, tek kelime dahi sorulmadan hastanede vefat etmişti...
- Tempo: Durup dururken nasıl öldü?
Haznedaroğlu: Bunu doktorlara sormak lazım. Ben bilemem. Yalnız, hatırlarım, bir arkadaşım teğmenken bir ere tokat atmış, er ölmüştü. Yalnız doktorun verdiği otopsi raporunda, "değil bir tokat, o esnada rüzgâr bile esse ölebilirdi" şeklinde bir şeyler deniyordu. İnanın, size söylediklerimde bir milim dahi yalan yok.
- Tempo: Fakat Mehmet Ceren ailesine gösterilmeden defnedilmiş.
Haznedaroğlu: Yalan, tamimiyle yalan. Ailesi gelip almamıştır. Neden gösterilmesin? Güneşi balçıkla sıvayamazsınız ki... Farz edelim, iddia edildiği gibi işkencede öldürülmüş olsun, mahkeme var. Adli Tıp'a götürülür.
- Tempo: Mehmet Ceren iri yapılı bir çocukmuş. Getiren askerlerden biri, bir ara, "tabuta sağdıramadık, boynunu kırmak suretiyle yerleştirdik" demiş.
Haznedaroğlu: 12 Eylül gelince adalete başvurmak ortadan kalkmadı ya... Size bir rakam vereyim 12 Eylül süresince benim hakkımda 11 bin 500 dilekçe verildi, hakkımda yüzlerce tahkikat istendi. Onlar niye başvurmamışlar. Benim bulunduğum sürede yedi- sekiz ölüm vakası oldu.
- Tempo: Çocuğun ailesi şu anda bile defnedilenin kendi çocukları olup olmadığını bilmediklerini söylüyorlar. Çünkü, oğulları kendilerine gösterilmemiş, dini tören de yapılmamış.
Haznedaroğlu: Valla, bence basit bir olayı ele almışsınız. Yani bilemiyorum ne maksat güdülüyor. Siz istediğinizi yazmakta serbestsiniz. Bir kere ben kendimi suçlu hissetmiyorum. Suçluysam devletin mahkemeleri var. 67 ilde sıkıyönetim varken, neden Yusuf Paşa?
- Tempo: Biz de size bunu soruyoruz.
Haznedaroğlu: Biraz fazla gayretkeş olduğum, lüzumundan fazla çalıştığım için oldu. Ben ne yaptım biliyor musunuz? Alevilerle Sünnileri kaynaştırdım. Birtakım kişilerin hesabını sordum, hadise budur. Başka bir şey yoktur. Devlet bana bir tek şeyi sorabilir: Kendini niçin bu kadar yıprattın, neden hayatını yaşamadın?
- Tempo: Bugüne kadar neden konuşmadınız?
Haznedaroğlu: Gerek duymadım. Devlet hizmetinde bulunmak bir suç haline geliyor. Devlet hizmet verenlere sahip çıkmıyor. Tek başınıza mücadele etmek zorundasınız. Ben Genel Kurmay'a kaç defa telefon etmişimdir. Ya çıkın savunun, ya ben çıkıp savunacağım, ya da benim hakkımda soruşturma açın, demişimdir. Cezamı çekmeye razıyım.
- Tempo: Bir de sizin adınız Hakim Binbaşı Halit Cengiz'in dilekçelerinde ve ifadelerinde geçiyor.
Haznedaroğlu: Halit Cengiz'i tanımam. Fatsa davasının savcısıydı. Televizyonda iddianameyi çok veciz okudu. Ben de Fatsalı olduğum için, "Ah, şu savcıyı bulsam da kucaklasam öpsem" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Hasbelkader karşıma böyle çıktı.
- Tempo: Nasıl çıktı?
Haznedaroğlu: Benim hakkımda, mahkemede beyanlarda bulundu. "Bu generalin Kahramanmaraş'ta bir konsomatrisle bir dost hayatı yaşadığı, işkence için emir verdiği, fino köpeğini askerlere baktırdığı, kıymetli hediyeler aldığı, Ali Uğurlu'nun karısıyla ilişkisi olduğu" şeklinde beyanlarda falan filan. Bu iddialar nedeniyle aldığı bir buçuk yıllık cezayı Yargıtay bozarak ağırlaştırdı.
- Tempo: Sizce rüşvet iddiaları nereden kaynaklanıyor?
Haznedaroğlu: Kahramanmaraş'ta vergi üzerinde çok durduk. Mesela bir fabrikada vergi kaçağı vardı, sahipleri telaşa düştü. Bir gün bana bir aracı geldi, 50 milyon nakit hazır dedi. Ben gülümsemişim. Az buldum sanmış, 100 milyona çıkarttı.
- Tempo: Fena para değilmiş.
Haznedaroğlu: Çok güzel para... "Bak senin adamların yanlış yöntem seçmişler, her insanın zayıf tarafı vardır. Keşke benim zayıf taraflarımı dinleseydiniz, belki başarırdınız" dedim.
- Tempo: Bir vakıf kurmuşsunuz, halk arasında buna "Sıkıyönetim Güçlendirme Vakfı" deniyor.
Haznedaroğlu: Sıkıyönetimin güçlendirmeye ihtiyacı mı varmış. Bununla ilgili söylenti de mi var? Olabilir. Kimse kendiliğinden vergi vermiyordu. Biz vatandaşları topluyorduk. Vakfa yardım edeceksiniz diyorduk. Adam "ben 500 bin veririm" diyordu. Biz de, "Hayır 2 milyon vereceksin" diyorduk. Hadise bu. Parayı bana değil, Maraş Sosyal Yardım Vakfı için bankaya verdiler. Ben kanunsuzluklar yaptıysam bunlardan yaptım. Milletim için yaptım. Ben bir fakir görsem, dükkâna götürüp giydirtiyordum. Yasal olmasın. Giydirmezse, 5 dakika sonra vergi kontrol memurlarını gönderirdim.
- Tempo: Size Maraş'ın Robin Hood'u diyebilir miyiz?
Haznedaroğlu: Fakirin yanında yer almıştım. Tabii bütün bunlardan zarar görmüş olanlar vardır. Beni anarşistler ve zenginler elbette sevmiyordu.
- Tempo: Tekrar Ceren'e dönersek... Sedat Caner onun kasap askısından düşürülerek, boynunun kırıldığını söylüyor.
Haznedaroğlu: Tamamen yalan. Her halde bir yerlerden para aldı. Gayet güzel uydurma bilgileri yayınlattı. Okudunuz mu Caner'in itiraflarını...
- Tempo: Okuduk, çok ilginçti. Ceren'in babası oğlunun kendisine gösterilmemesinden yola çıkarak, otopsi yapılmasını istiyor.
Haznedaroğlu: Otopsi halen yapılabilir. Yüzlerce yıllık şeyler çözülüyor. Bir şey daha söyleyeyim. O tarihteki bütün ast makamların sorumluluğunu üstüme alıyorum, onlar hiçbir şey yapmadılar. Sorumluluktan kaçan kişi de değilim ben.
- Tempo: Terfi beklerken, emekliye ayrılmanız merak konusu...
Haznedaroğlu: Öyle bir orkestrasyona girdiler ki, beni emekli ettirdiler. Hayatımdan memnunum ama, bu kadar etkili olabileceklerini de hiçbir zaman düşünmemiştim.
- Tempo: Peki, son olarak, biz sizin işkenceyle ilginiz olmadığını mı yazalım?
Haznedaroğlu: Ben vazifemi en güzel şekilde, halk yararına yaptım, işkence diyorlar. Ben hayatım boyunca, ne bir tavuk kestim, ne kurban. Bütün talebelik hayatım boyunca da sopa yedim.
- Tempo: O zaman insanlar sizden boş yere çekinmişler..
Haznedaroğlu: Maraş'ta söylenirdi. Kadın kocasını "seni Yusuf Paşa'ya şikâyet edeceğim" diye korkuturmuş... Ya da Yusuf Paşa konuştuklarımızı duyar diye. Uydurma efsaneler. Ortada bir tek gerçek var: Ya ben megalomanyakım, öyleyim, yahut da çok suçlu bir adamım... Öyle ya, başka alternatif kalmıyor.