2 Şubat 1986 tarihli Nokta dergisinde yer alan "Bir işkenceci polisin itirafları"nı 25 yıl sonra bianet'te yeniden yayınlıyoruz.
"Yazı işleri Müdürü ile görüşmek isliyorum" diyordu telefondaki şalin ve kararlı ses. Adını vermiyor, ñiyüze görüşmek istiyordu. Önemli açıklamalar yapacaktı. Benzeri telefonlara alışkın olan haber merkezi mensupları için pek de heyecanlandırıcı olmayan bu konuşma, telefondaki sesin eklediği m cümleyle birdenbire olağanüstü önem kazanacaktı: "Ben işkencelerde bulunmuş bir polis memuruyum. İtirafta bulunacağım." Türkiye'de şimdiye dek çok sayıda insan kendisine yapılan işkenceyi anlatmış, işkence iddiaları birçok davanın konusu olmuştu. Bu davalarda emniyet görevlileri, yasaların tanıdığı "kendilerini savunma hakkı "çerçevesinde konuşmuşlardı. Ama bu kez, bir emniyet görevlisi çıkıyor ve yaptığı işkenceleri itiraf etmek istiyordu. Bu, Türkiye çapında bir olaydı... Telefon görüşmesinin hemen ardından verilen saat ve yerde buluşma sağlanıyor, kısa bir süre sonra telefondaki "soyut" işkenceci, (JS2J sicil numaralı 1. Şube Polisi Sedat Caner kimliğiyle somut bir işkenceci olarak karşımızda oturuyordu. 30 yaşında, lacivert hafif yıpranmış takım elbisesi, yumurta topuklu pabuçları, düzgün kesilmiş saçları, atletik yapısı ve düzgün fiziğiyle "içimizden biriydi! Ne sadistçe bakışları, ne saldırgan bir tavrı, ne de ruh hastası bir hali varil Şimdiye kadar karısına ya da çocuklarına fiske vurmamış bu adam, 200 kişiye işkence yapmıştı. 1 yıl boyunca, kadın-erkek, sağcı- solcu, Süleymancı-lümpen ayırmamış, hepsini aynı tezgâha yatırmıştı. Ama, kurbanlarının sayısı 200 'ü bulurken, onun da şansı dönmüştü. Antepli Cennet, "Filistin askısına" dayanamayıp ellerinde kalınca, mahkemeye düşmüş, mahkûm olmuştu. Artık köşeye sıkışmış bir kanun kaçağı ve pişman olmuş bir işkenceciydi. Caner, işkence suçundan mahkûm olduğunda Adalet Bakam Necat Eldem'in yakın korumasıydı.
"Teybi çalıştırabilirsiniz, hazırım", dedi geldikten kısa bir süre sonra. Ve gözlerini yerden kaldırmadan olay yaratacak açıklamalara başladı.
İtirafçı Caner'in itiraf etmek istemediği tek bir olay vardı. O da Cennet Değirmenci'nin öldürülmesi olayı. Mahkemede "üçümüz de suçsuzuz" şeklindeki ifadesinin doğru olmadığını söylüyordu. Ona göre Cennet'in işkence sırasında ölümüne yol açan Hüseyin Gülersönmez'di. Ama mahkeme ifadesinde Caner, Hüseyin Gülersönmez 'i suçlamamıştı. "Cennet düştü de öldü " demişti. Öyle, ya da böyle, işkence Caner 'in mesleği olmuştu. Cennet onun elinde ölmediyse, bu tamamen bir rastlantıydı. Çünkü işkencede ölüm onun da dediği gibi bedenin dayanma gücüne bağlıydı.
Yerler, tarihler, isimler ve olaylar hepsi bugün gibi aklındaydı. Çok düzgün konuşuyordu. Sadece ''işkence'' diyeceği yerde 'şey' demeyi tercih ediyordu. Kasetler çevriliyor, bitiyor, yenisi konuyor ama Sedat Caner 'in anlatacakları bitmiyordu. Gecenin geç bir saatinde 7 yıllık tüyler ürpertici hikâyesini imzaladı ve şu sözlerle noktaladı:
"İşkence yaptım. Bundan dolayı pişmanım, vicdan azabı çekiyorum. En azından halkın bilmesini istiyorum. Sonra ben bu mesleğe ilk girdiğim zaman bilmiyordum ki... Adam nasıl dövülür, işkence nasıl yapılır..!"
Karşımızda çökmüş bir adam vardı. Mahkûm olduğu için kendisini ihanete uğramış olarak kabul ediyordu. Teypler kapatılırken o da sessizce yerinden kalktı, kimseyle el sıkışmaya cesaret edemeden çıktı, geldiği gibi gitti, kayboldu.
Çırılçıplak soyulmuştu Cennet Değirmenci. Elleri arkasından bağlanıp "Filistin askısına" asılmıştı. Filistin askısı, en etkili yöntemdi, ama yine de "yetmemişti". Cennet askıdayken gencecik bedeni şişinceye, kararıncaya kadar tekmeyle dövülmüştü de. Cennet Değirmenci 27 yaşındaydı. 1982 Mayısında Gaziantep sorgulama merkezinden çıkarken artık onun için 28'inci yaş yoktu. Cennet, işkencede ölmüştü.
Cennet Değirmenci 22 Mayıs günü evinden Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğü'nde görevli polis memurları Hüseyin Gülersönmez, Mustafa Yazıcı ve Sedat Caner tarafından alınmıştı. Bu üç kişi, "gezici sorgulama timi"ydi.
Gezici timin elemanlarından Sedat Caner, o günü yıllar sonra Nokta'ya şöyle anlatıyordu:
"Cennet Değirmenci, Devrimci Halkın Birliği kuryesi olaraktan geçiyordu. Gaziantep Düztepe'ye örgütün evine gittiğimizde Cennet Değirmenci'yi evde yakaladık. Örgüt evinde yapmış olduğumuz aramadan sonra aldık. Antep sorgulama binasına getirdik.
Biz orada sorgulamanın istihbarat ekibi olaraktan bulunuyorduk. Çeşitli vilayetlerden bize bildirilir, biz de gidip araştırma yapardık. Yakaladıktan sonra onu yakaladığımız yerden alıp olduğu yerde sorgulama yapıyorduk. Sorgulama yerini gösterin diyorduk, onlar da gösteriyorlardı. Ve gereken muameleye başlıyorduk. Bizim için gerekli araç ve gereçler orada mevcuttu."
"Gereken muamele" falakadan elektrik vermeye, cop sokmaktan asmaya kadar uzanan işkencelerdi. "Gerekli araç ve gereç" ise Filistin askısı, kasap askısı, falaka, "ameliyat masası" gibi işkence aletleri...
"Kızı vıyaklattırıyor...
" Sedat Caner, Hüseyin Gülersönmez ve Mustafa Yazıcı'dan oluşan tim, Cennet Değirmenci'nin sorgusunu da yapacaktı. Ancak, bu kez "gerekli muamele", timin başka bazı sorgulamalarında olduğu gibi, ölümle sonuçlanmıştı.
Sedat Caner'e göre olay şöyle gelişmişti: "Emniyet Amiri Hüseyin Gülersönmez, kendisinin orada kalıp Cennet Değirmenci'yi sorgulayacağını, bizim de örgüt evine tekrar gidip hücre kurmamızı söyledi. Ve biz Mustafa Yazıcı ile geri döndük. Hüseyin Gülersönmez'i orada bıraktık. Biz oradan çıkarken Cennet Değirmenci'yi soymuş, Filistin askısına alıyordu... Sabaha karşı üç buçukta tekrar sorgulama yerine geldik. Sorgulama grubunda aşağıda görevli arkadaş, 'Yukarıya çıkıp bir bakın, siz gittiğinizden beri bu adam kızı vıyaklattırıp duruyor, gebertecek onu' dedi. Yukarıya çıktığımızda odayı içerden kilitlemişti. Açtı, girdik. Bir de baktık içerde Cennet Değirmenci'ye suni teneffüs yaptırıyor. 'Ne oldu buna' diye sorduğumuzda Mustafa Yazıcı ile ikisi kollarına girdiler. Ben de arabanın yanına indim. Getirdiler kızı arka koltuğa oturttular. Ben hastaneye doğru yöneldim. Hüseyin Gülersönmez hastaneye gitmeyeceğimizi, hemen Maraş'a döneceğimizi söyledi. Bunun üzerine Maraş'a dönmek için yola koyulduk... Narlı'ya geldiğimiz sırada kızın arka koltukta hiç kımıldamaması dikkatimi çekmişti. O sırada şahsı inceledik. Cennet Değirmenci ölmüştü."
Otopsi raporu 1
Artık timin önündeki sorun, "bu işten sıyrılmanın yollarını bulmak"tı. Sedat Caner, üst düzey yöneticileri de olayın içine katarak şu iddialarda bulunuyordu:
"Ust düzey yetkililerine haber verdik... Ve işte olayı anlattık. 'Hastaneye götürün yolda ölmüş gibi yapın' denildi. Ama Maraş Devlet Hastanesi'ne gittiğimizde nöbetçi doktor, kadının ölmüş olduğunu ve kabul edemeyeceğini söyledi. Bizde aldık, doğumevinin altındaki morga götürdük. Ertesi gün saat 10 sıralarında otopsiye savcı girdi. Fakat savcıyı kimse tanımıyordu. Yeni göreve başlamıştı. Ve ilk nöbetiydi. Doktor ise eskiydi... Savcıdan korkusuna ilk tutulan otopsi raporu, 'cebir, şiddet nedeniyle ölüm' olarak yazıldı. Çünkü savcı doktordan çekiniyordu. Doktor da savcıdan çekiniyordu. İkisi de birbirini tanımıyordu İşkencenin bir rapor "belgelenmesi" sorgulayıcıları rinde bir şok etkisi yapmıştı. Sel Caner, "Diğer karşılaştığımız olayların tam tersine bir olaydı. Kapatılabilecek bir durumu yoktu" diyor ve tepkisini şöyle anlatıyor "Kim yaptıysa cezasını çeksin Hüseyin Gülersönmez yaptı, cezasını çeksin dedim."
Sedat Caner'e göre Hüseyin Gülersönmez, böyle bir olayda tek başıma kalmaktan korkuyordu. 1: "tek sorumlu sayılamayacağını" söylüyordu. Sedat Caner, bunu şöyle yorumluyordu:
"Bir gün önce aldığımız imam Pehlivan vardı. Pehlivan'ı sorgu filan yapmadan getirmiştik. Fakat bizim ekibin ikiye ayrılan diğer görevlileri bir örgüt mensubunu almaya Kayseri'ye gitmişler. Kayseri gittiklerinde onu yakalıyorlar ve hemen sorgulayıp diğer alınacakta da hemen Kayseri'de toparlıyorlar, Biz gittiğimizde Antep'ten İma Pehlivan'ı aldık, getirip bıraktık.Ertesi gün dünyanın lafını işitmişti
Hilseyin Gülersönmez. 'Bak bu dedektif her şeyi başardı. Sen bir halt edemedin. Bulunduğun yerde niye sorgulamıyorsun, hemen anında yerinde niye infaz etmiyorsun... Şudur budur...' diyerekten... Bunun üzerine Değirmenci'yi aldıktan sonra hemen sorgulayayım da diyerek çok aşırı bir şekilde davranmış olacak ki, ne yaptığını bilmeden işle..."
"Kurtaracağız" dediler
Ne varki, Sedat Caner, Cennet Değirmeninin ölümüyle ilgili olarak verdisi ilk ifadede Hüseyin Gülersönmez'i "yalnız" bırakmamıştı. Ve Gülersönmez, Yazıcı ile birlikte "aynı" ifadeyi vermişti. Sedat Caner, bunun nedenini şöyle anlatıyordu:
"Bize söz verdiler. 'Sizi bu işten kurtaracağız' dediler. Ama hiçbiriniz değişik ifade vermeyecektik. Hepimizin aynı ifadeyi verebilmesi için otopsi raporunun değişmesi gerektiğini, bu otopsi raporuyla bilim mahkûm olacağımızı belirttik. Sonra da raporun değişmesi kaydıyla aynı ifadeyi verdik. Hüseyin Gülersönmez grup amiriydi. Onu kurtarmak amacıyla hepimiz aynı ifadeyi verdik."
Otopsi raporu 2
Sedat Caner'in anlatımına göre, "karşılıklı teminatlar'' üzerine yeni bir otopsi raporu hazırlanıyordu: "Sümerbank misafirhanesinde bir toplantı düzenlendi. Toplantı gece 11'e tadar sürdü. Ve bir rapor düzenlendi. Biz de bu sırada Sümerbank fabrikasının girişinde arabanın içeninde bekledik. Daha sonra bizi telsizle içeri çağırdılar. Orada yeni otopsi raporunu gösterdiler ve diğer raporu yırttılar." ikinci otopsi raporunu gördükten sonra sıra ifadelerin verilmesine geliyordu: "Bir komisyon kuruldu ve bizim ifadelerimiz alındı. İfadelerimizde mağdureye bir şey yapmadığımızı, örgüt evinde yakalandığı sıra, dışarı çıkartırken direnme sırasında düştüğünü, düşmeden mütevellit herhangi bir şey olabilenini, olayla ilgili bir zaptımızın olunduğunu ve yolda giderken iştle, midem ağrıyor, midem bulanıyor demesi üzerine, ağzından köpükler geldiğini ve acilen hastaneye götürdüğümüzü söyledim."
"Ceset çabuk çürüsün diye..."
Sedat Caner, Cennet Değirmenci'nin "gerçek durumu"nu ise yıllar sonra Nokta'ya şöyle anlatıyordu: Cesedin üstünde tahribatlar yapılmıştı. Cesedin çabuk çürümesi amacıyla neşterle bazı yaralar açılmıştı. Ceset öyle bir durumdaydı ki, olduğu gibi mosmordu. Dayaktan bütün vücudu mosmor kesilmişti.
Bu mosmor, kesikler içindeki ceset, çok değil 24 saat önce, Sedat Caner'in tanımıyla "orta boylu, kumral, güzel bir kadındı. Okumuş bir kadın değildi ama bayağı kültürlüydü."
Mahkeme açılıyor
27 yaşındaki kumral, güzel, kültürlü Cennet Değirmenci, ikinci otopsi raporuna göre "düşmeden mütevellit" ölmüştü. Ve bu raporla olay, sivil savcılığa intikal ediyordu. Sivil savcılık görevsizlik kararı vererek askeri mahkemeye havale etmiş, askeri savcılık da takipsizlik kararı vermişti.
Cennet'in ölümü olayı gerçekten kapatılmış gibiydi. Ancak bir süre sonra olayın devletin yüksek makamlarına yansımasıyla konuya özenle eğiliniyor ve Ankara'dan gelen bir emirle 1983 Mayısında Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay, İçel illeri Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Numaralı Askeri Mahkemesi'nde "kamu davası" açılıyordu. Sanıklar Hüseyin Gülersönmez, Mustafa Yazıcı ve Sedat Caner için öne sürülen suç "efrada sui muamele, ölüme sebebiyet vermek"ti. Sanıklar köşeye sıkışmış görünüyordu. İşkence iddialarının ve soruşturmalarının yoğunlaştığı bir döneme girilmişti. Üstelik Sedat Caner ve Mustafa Yazıcı, Caner'in anlatımıyla "kurtarılacaklarına inandıkları için aynı ifadeyi vererek" Hüseyin Gülersönmez'e kopartamayacakları bağlarla bağlanmıştı.
Mahkeme, Cennet Değirmenci' nin "kollarından tutup evden çıkardıkları sırada direndiği ve arka üstü düştüğü, beyin kanamasının bu esnada meydana geldiği" iddiasını ikna edici bulmamıştı. Nitekim mahkeme, kararında "Adli Tıp Meclisi'nin iki mütalaasında ölümü tevlit eden kanamanın izah olunan düşme ile meydana gelmesinin mümkün olamayacağının açıklanması, ayrıca Cennet'in evden tek başına ve normal olarak çıktığı, kollarından tutan yoktu şeklindeki Mustafa Karakaya'nın yeminli beyanı karşısında (başındaki) yaranın bu şekilde meydana gelmesi kabul edilmemiştir" diyordu. Ve mahkeme, "Cennet'in sanıklar tarafından görevleri sırasında darp edildiği" kanısına vardıklarını açıklıyordu. Ancak, ölüme neden olan darbenin sanıklardan hangisinin sorumlu olduğu mahkemede de açığa çıkmıyordu. Bu yüzden mahkeme, üç sanığın "görevleri esnasında asli faili belli olmayacak surette ölüme sebep olmaktan" onar yıl hapsine karar veriyordu. Ancak bu ceza, "geçmişteki sabıkasız halleri, varit olan ahlaki temayülleri ve savunma tarzları" gibi hafifletici nedenlerle indiriliyordu. 1984 Şubatında, dörder yıl beşer ay onar gün hapis cezasına çarptırıldıkları açıklanan son duruşmada, Hüseyin Gülersönmez, Mustafa Yazıcı ve Sedat Caner yoktu. Gıyaplarında okunan bu kararın Yargıtay tarafından da onaylanması üzerine kayıplara karışıyorlardı.
Sedat Caner, tam iki yıl sonra yeniden ortaya çıkacak ve Nokta'ya, "her şeyi anlatmak istiyorum" diyecekti. Anlatmak istediklerinin başında da, mahkeme kararında "ancak aradıkları kişiyi bulamamanın ve tahkikatı tamamlayamamalarının verdiği sinirliliğin neticesi olabilir" denilen Cennet Değirmenci'nin ölümü geliyordu...