*Görsel betimleme: Siyah-beyaz fotoğrafta yaşlı bir adam ortada duruyor. Adam, başında siyah bir bere, gözlerinde gözlük ve yüzünde ciddi bir ifade ile doğrudan kameraya bakıyor. Üzerinde "DAVUT ALTUNKAYNAK" yazılı bir posteri elinde tutuyor. Posterdeki fotoğrafta, genç bir erkek çocuğu görülmekte. Adamın arkasında ve çevresinde başka insanlar da var. Çoğunun ifadesi ciddi ve düşünceli. Görsel, Cumartesi Anneleri/insanları'nın kayıp bir kişiyi anmak veya adalet arayışına dikkat çekmek amacıyla yapılan bir protestosu veya anma etkinliğini yansıtıyor.
Yönetmenliğini Berke Baş’ın, yapımcılığını Enis Köstepen’in üstlendiği “Dargeçit” belgeseli, 43. İstanbul Film Festivali'nde bu yılın en iyi belgeseli olarak seçildi.
Belgesel, Türkiye’de gözaltında kaybedilmeleri ve yakınlarının adalet arayışını Mardin Dargeçit’te 1995’te kaybedilen 14 yaşındaki Davut Altınkaynak üzerinden anlatıyor.
Baba Altınkaynak’ın “Başka fotoğrafı yok” diyerek anlattığı Davut Altınkaynak, işkence ile katledilmeseydi, yani yaşıyor olsaydı bugün nasıl bir insan olacaktı? Hangi spor takımını tutacaktı? Hangi mesleği yapacaktı? Bilemiyoruz…
Bildiğimiz ve tanık olduğumuz tek gerçek Dargeçit ve birçok kayıp davasında, faillerin cezasızlıkla ödüllendirildiği.
Cumartesi Anneleri/İnsanları’ndan duyduğumuz başka bir gerçek de “Kaybedenler kaybetti. Failler yargılansın, kayıpların mezar yeri açıklansın.”
Dargeçit’teki JİTEM cinayetlerine takipsizlik
Dargeçit JİTEM davası yine sanıksız
Dargeçit JİTEM davası beraatla bitti
Enis Köstepen ve Berke Beş, "Dargeçit" belgeselinin yolculuğunu bianet’e anlattı:
“Büyümelerine izin verilmemiş, kemikleri ailelerine teslim edilirken bile bir yas sükunetine, saygısına layık görülmemiş çocuklar… Davut, Seyhan, Nedim ya da Mehmet Emin, Yahya, Şirin, Hanife… Birinin hikâyesi hepsinin hikâyesiydi aslında. Dargeçit dosyası bizi Davut’la tanıştırdı ama o bizi filmde sadece Seyhan, Nedim ve hayatta kalabilen Hazni’ye değil, kendisi gibi korkunç kaderi paylaşan başka çocuklara da götürdü.”
Öncelikle belgeseli çekmek nereden aklınıza geldi?
Enis Köstepen: 2017’nin sonbaharında, ben Hafıza Merkezi’nde Proje ve Kaynak Geliştirme Koordinatörü olarak çalıştığım dönemde, Hafıza Merkezi’nin o dönem failibelli.org sitesi üzerinden takip ettiği davalara dair bir dava izleme toplantısı yapılmıştı.
O toplantıya ben katılmamıştım; fakat katılan avukatlardan, yakınlardan, gazetecilerden, araştırmacılardan bu alanda daha fazla ne yapılması gerektiğine dair istekler toplanmış.
Ailelerin dile getirdiği bir istek de yürüttükleri hukuki mücadelenin görsel bir kaydının olması, bir belgeselin yapılmasıymış.
Benim sinemacı olduğumu da bildiklerinden Hafıza Merkezi’ndeki iş arkadaşlarım bu talebi takiben böyle bir belgeseli kim çekebilir diye sordular. Ben de eskiden beri tanıdığım, "Bağlar"ı (2016) yeni bitirmiş Berke Baş’ın tecrübesinin, çalışma biçiminin ve yaklaşımının böyle bir projeye uygun olacağını düşündüm. Bir gün buluşup ona böyle bir filmin yönetmeni olmak isteyip istemeyeceğini sordum. O da kabul etti. Şunu eklemek gerekir ki ilk başladığımızda belgeselin Dargeçit davasına odaklanacağına karar vermemiştik. O dönem yeni bitmiş ve devam eden davaları çalışmaya ve izlemeye başladık.
“Dikkatle dinledik”
Filme bir sanat olayı ile başlamak fikri nasıl oluştu?
Berke Baş: Belgesel için çekimlere başlamadan önce uzun bir araştırma ve arşiv taraması dönemi oldu. O süreçte kayıplar ve adalet mücadelesine odaklanan akademik çalışmaları ve sanatsal üretimleri de takip etmeye çalışıyorduk.
Hafıza Merkezi’nin Türkiye’deki zorla kaybetmeler suçuna daha fazla insanın dikkatini çekmek amacıyla yine 2017’de gerçekleştirdiği Zorla Kaybetmeleri Nasıl Anlatırız? çalıştayının projelerinden biri Anıl Olcan’ın ‘Minör Anıtlar’ıydı. Biz çekimlere başladığımızda Anıl da kayıpların fotoğrafları ile küçük mermer bloklarını üretiyordu.
Taşın Ağırlığına Yansıyan Hakikatin Yüzü
Anıl’ın özenli çalışması, işinin arkasındaki fikri (“Onları tekrar yeryüzüne çağırmak”) ve bir imgenin mermer üzerinde yavaş yavaş belirmesinin verdiği his, filmde fotoğraflarla kurmak istediğimiz ilişki için çok zihin açıcı ve yol gösterici oldu.
Anıl'ın bizim adımıza da konuşuyor hissi ile filmdeki kayıpların görsel temsiliyetini bu mermerler üzerinden aktarmak istedik.
Deneyimlerin önüne geçmeyen bir anlatı
Belgeselin diline nasıl karar verdiniz? Kendinizi çok az gösterdiğiniz özel bir diliniz var, özel olarak mı bu dili tercih ettiniz?
Berke Baş: Bu dil aslında çekim sırasında doğal olarak ortaya çıktı, kayıp yakınları ve avukatları Erdal Kuzu’yu bu mahkeme sürecinde mümkün olduğunca yakından takip etmeye çalıştık, ama konuya onların izin verdiği ve yönlendirdiği kadar yaklaştık.
Kameranın açık olmadığı, birlikte geçirdiğimiz uzun zamanlar oldu: Adıyaman yolculukları, adliye koridorlarında bekleyişler, kantinde veya çay bahçelerinde geçen saatler… Bir yandan bu yakınlık hissini yansıtırken bir yandan da onların sözlerinin ve deneyimlerinin önüne geçmeyen bir anlatıyı kurmaya çaba gösterdik.
Aslında dikkatle dinleyen, hatta tekrar tekrar dinleyip kayıt tutan bir kamera ve kurgu yaklaşımını görünür kılmak istedik.
Yaklaşık 5 yıl görüntü aldınız, bunları kurgulamak zor oldu mu? Nasıl oldu?
Enis Köstöpen: İlk soruda söylediğim gibi başta birden fazla davaya odaklanıyorduk. 2015’te bitmiş Cizre-Temizöz davasını, 2018 sonuna kadar devam devam eden Lice Davası ve 2022’ye kadar devam eden Dargeçit davalarını projenin ilk yıllarında birlikte ele alıyorduk. Bence ilk zor karar, bu davaları bir arada ele almanın mümkün olmayacağına ve bir tanesine odaklanmamız gerektiğine karar vermek oldu.
Şu an elimizde Lice Davası için “assembly cut” diyebileceğimiz kaba kurgunun ilk haline yakın 81 dakikalık bir versiyon bile var. Tabii Dargeçit’e odaklanmayı seçmek de, her şeyi bir anda kolaylaştırmadı ve birçok başka soruyu beraberinde getirdi. Belki bunlardan Berke bahsetmek ister.
"Kurgumuz yıllarca sürdü"
Berke Baş: Kurgumuz da yıllarca sürdü diyebiliriz… Çekim yaparken bir taraftan da bu çok katmanlı, on yıllara yayılan konuyu nasıl bir anlatma yolu bulabiliriz diye kurgu denemeleri yapıyorduk. Dargeçit davasını yakından gözlemleyebildiğimiz, aileler ve avukatları ile daha yakın bir ilişki kurabildiğimiz için 3.5 yılın sonunda diğerlerinden ayrılık kararı vermemiz gerekti. Bu sefer de Türkiye’de zorla kaybedilmeler gerçeğinin boyutlarını, “açık yaranın” büyüklüğünü ve artık sistematikleşen cezasızlık mekanizmasını yeterince yansıtabiliyor muyuz soruları belirdi.
"Geçmeyen geçmiş"
Dargeçit kayıplarını özenle anmaya, ailelerinin ısrarlı mücadelesini yanıbaşlarından yansıtmaya çabalarken aynı zamanda ‘geçmeyen geçmişi’ ve süregelen adaletsizlik çıkmazını vurgulayabilmek için arşivlere ve başka davalara uzanmak gerekti.
Bütün bu katmanları birbirinin içine hakkıyla geçirebilmek için iki usta kurgucumuz Catherine Gouze ve Eytan İpeker ile uzun ve zorlu bir çalışma gerçekleştirdik.
"Benim oğlum nasıl biri?"
Davut’un hikâyesini sizce diğer hikâyelerden ayıranlar neler?
Berke Baş: Ön araştırma yaparken Hafıza Merkezi’nin kayıp yakını derneklerinden, İHD’den derlediği arşivde bazen peş peşe sadece zorla kaybedilen çocukların hikâyeleri karşıma çıkıyordu. Evlatları gözlerinin önünde alınan ve kaybedilen anne babaların anlattıklarını okuyamıyordum, dinleyemiyordum. Kızıltepe dosyasında Mehmet Emin Abak’ın annesinin söylediği “Bir sorun bakalım, benim oğlum nasıl birisidir?” uzun süre kafamda yankılandı.
Birinin hikâyesi hepsinin hikâyesi
Yası anlatmak mümkün değil, ama yaşamdan böylesine akıl almaz bir şiddetle koparılmış çocuk ve gençlerin anısına nasıl saygı gösterebiliriz çok düşündüğümüz bir konu oldu. Büyümelerine izin verilmemiş, kemikleri ailelerine teslim edilirken bile bir yas sükunetine, saygısına layık görülmemiş çocuklar… Davut, Seyhan, Nedim ya da Mehmet Emin, Yahya, Şirin, Hanife… Birinin hikâyesi hepsinin hikayesiydi aslında. Dargeçit dosyası bizi Davut’la tanıştırdı ama o bizi filmde sadece Seyhan, Nedim ve hayatta kalabilen Hazni’ye değil, kendisi gibi korkunç kaderi paylaşan başka çocuklara da götürdü.
"Kaynak aramak zordu"
Belgesel sürecinde ne gibi zorluklar yaşadınız?
Enis Köstöpen: Kaç yıl sonra ve nasıl biteceği belli olmayan bir davayı, duruşma salonunda kayıt alamadan takip edeceğiniz bir proje için kaynak aramak oldukça zordu. Uluslararası belgesel sinema fonlarından kaynak bulma çabalarımız umduğumuz sonuçları vermedi. Oldukça rekabetçi hale gelmiş bu kaynaklara erişim oldukça zor.
Tahmin edeceğiniz üzere böyle bir projeye Türkiye’den kaynak yaratmaya çalışmak da pek gerçekçi olmayacaktı. Hafıza Merkezi’nin, insan hakları alanındaki belgeselleri destekleyen Kanada merkezli bir vakıf olan Alter-Cine’nin ve Türkiye’de de Sivil Düşün’ün destekleriyle bu filmi yapabildik.
"Mahkemesiz mahkeme filmi"
Berke Baş: Mahkeme salonlarında ses ve görüntü kaydı almak mümkün değil. Dava sürecini mahkeme içerisinden gösterebilmeyi çok isterdik, avukat Erdal Kuzu ve ailelerin kendilerinin yüzüne bile bakmayan bir mahkeme heyetine tekrar tekrar gerçekleri bir bir anlatmasını, salondaki dirayet ve ısrarlarını belgelemek isterdik. Bir belgeselci arkadaşımızın izledikten sonra dediği gibi “Mahkemesiz mahkeme filmi yapmışsınız!” aşamasına ulaşmak için çok uğraştık.
Uzun erimli, uzun zamana yayılan bir belgesel bu zorlayıcı olmadı mı?
Enis Köstepen: Burada ailelerin ve avukatların on yıllarca süren mücadelesi bizi cesaretlendiren en önemli etkendi. Onlar onca yıldır bunun mücadelesini verirken bizim onların yanında olmaya devam etmekten başka bir şansımız yoktu.
Berke Baş: Sadece 7 yıllık mahkeme sürecine değil, artık 29 yıllık bir yasa ve adalet arayışına dayanan böylesine derin bir konuda başka türlüsü olamazdı diye düşünüyorum. Diğer belgesellerim de hep 5-6 yıl gibi uzun zamanlara yayıldığı için son 7 yılda bu film üzerinde çalışmak benim için normal bir süreçti ama duygusal olarak hakkını vererek anlatabilecek miyiz kaygıları ile çok zorlandığımı söyleyebilirim. Sabır ve güvenlerinden dolayı Dargeçit ailelerimize, avukatlar Erdal Kuzu ve Veysel Vesek’e, bir kere bile "Bu film ne zaman bitecek?" diye sormayan Hafıza Merkezi’ne gerçekten büyük teşekkür borçluyuz Enis’le.
Fotoğraf temsiliyetinin gücü
Davut’un tek bir fotoğrafının olması çok etkileyici geldi, siz ne düşünüyorsunuz?
Berke Baş: Yine arşivdeki çalışmam sırasında bir kayıp yakınının şu cümlesine denk gelmiştim: “Benim böyle bir fotoğrafımı çekin, bir gün bu fotoğrafım size lazım olacak" demişti…
Evet, bugün bana o fotoğraf lazım işte. Davut’un ailesinin elinde tek bir fotoğrafı yok ve yıllar sonra bir akrabalarından çıkıyor: Dargeçit'te, 1993’de çekilmiş bir aile fotoğrafı. Ve Altınkaynak ailesine ‘O fotoğraf lazım işte.’ Oradaki yüz büyütülerek, fotokopilerle ve başka başka baskılarla ‘çoğalıyor,’ rengi değişiyor, boyutu değişiyor… Ben ilk olarak tamamen kararmış bir fotokopi sayfasında karşılaştım Davut’un imgesi ile. Günümüzde binlerce fotoğrafı olan bizlere o kadar garip geliyor ki bu… Anıl Olcan’ın minör anıtlarına bakınca tek bir fotoğrafı bile olmayan kayıpların boş mermerlerine de denk geliyoruz. Filmde bu fotoğraf temsiliyetinin gücünü, kayıp yakınları için siyasi ve hukuki mücadelenin ne kadar önemli bir sembolü olduğunu hissettirmeye çalıştık.
Belgeselin amacı dünyaya kayıplar mücadelesini duyurmak diye düşünebilir miyiz?
Enis Köstepen: Bunu başarabilirsek ne mutlu bize. Ama şu an filmi dünyada ilk kez İstanbul Film Festivali seyircisi sinemada izledi. Sırada Ankara’da Uçan Süpürge seyircisi var.
Türkiye’de de seyircinin, ailelerin ve avukatların on yıllardır verdiği mücadeleyi görüp, anlayıp onların yanında durmalarını umuyoruz. Bu mücadeleyi bilen ve bu mücadeleye inananların, elinden geldiğince destek olmaya çalışanların sayısının artması, bu belgeselin bu mücadeleyi anlatmak için yeni bir paylaşım alanı açmasını umuyoruz.
Belgesel bundan sonra nerelerde izlenebilir?
Enis Köstepen: İstanbul Film Festivali ve Uçan Süpürge sonrası kayıplar haftasında İstanbul’da ardından Diyarbakır’da gösterimler olacak. Umarız Haziran’da İstanbul’da Documentarist’te programa alınır. Daha sonrasında biz filmi göstermek isteyen bütün sivil inisiyatiflerle, üniversitelerle, öğrenci kulüpleriyle, festivallerle birlikte çalışıp "Dargeçit"i yaygınlaştırmak istiyoruz. Gösterim düzenlemek isteyenler [email protected] adresinden iletişime geçebilirler.
"Festivalden davet almak sürpriz oldu"
İKSV’den ödül almak ne hissettiriyor? Ödüle dair ne söylemek istersiniz?
Enis Köstepen: Ödüle gelmeden önce, İstanbul Film Festivali’nden davet almak, belgesellerin ve belgesel sinemacıların Türkiye’de maruz kaldığı baskıları ve sansür mekanizmalarını düşündüğünüzde bizim için büyük bir sürpriz oldu. Başta festivalde iki gösterimde de salonları dolduran seyirciden daha sonra da jüriden takdir görmek bize filmi bitirmenin getirdiği yorgunluğu unutturdu ve filmle yolculuk etmeye dönük büyük bir cesaret ve motivasyon verdi.
Berke Baş: Yıllardır fark ediyoruz ki, ülke şartlarında belgesellerimizle izleyicinin buluşabilmesi asıl ödül bizim için. İstanbul Film Festivali izleyicisinin olumlu tepkisini görmek, daha sonra jürinin bizi en iyi belgesel ödülüne layık görmesi ailelerin “sesimize ses kattınız” takdiriyle taçlandı.
Onların davasına sinema yoluyla eşlik edip, cezasızlık ve zaman aşımı çıkmazındaki mücadelelerini biraz daha duyulur ve görünür kılabilmek açısından çok değerli bu ödül.
“Herkesi Cumartesi Anneleri’nin 1000. haftasına çağırıyorum”
Enis Köstepen: Dargeçit'in ilk gösterimi Cumartesi İnsanları/Anneleri’nin 996. buluşması günü gerçekleşti. Beyoğlu Sineması’ndaki 16:00’daki gösterim öncesi Dargeçit kayıplarından Davut Altınkaynak’ın babası Abdülaziz Altınkaynak, Davut’un ve Seyhan Doğan’ın fotoğrafıyla Galatasaray’daydı.
Bugün Galatasaray Meydanı'nda 1000. Buluşmaları olacak. Herkesi onların yanında olmaya, mücadelelerine destek vermeye çağırıyorum.
(EMK/AÖ)