AB'de sendikal hakları, çalışanların haklarını konuştuğumuz ekonomist ve araştırmacı Gaye Yılmaz böyle diyor.
Yılmaz, dünyada ilk kez Almanya'da düzenlenen "Küreselleşme ve Emek Politikaları" programının* ilk mezunlarından. Avrupa'da çalışanların durumunu, gözlemlerini, Türkiye'nin AB sürecindeki ihtimalleri ve sendikal hareketin olanaklarını bianet'e anlattı.
Yılmaz, AB'nin bütününde değil, ama belli AB ülkelerinde çalışma yasalarının hâlâ güçlü olduğunu, ancak temelde sadece ekonomik bir birlik olduğunu düşündüğü AB düzeyinde hakların hızla geriletildiğini söylüyor. AB sürecinin Türkiye'de yatırımları artırabileceğini, ama bunun aynı oranda bir istihdam artışı sağlamayabileceğini düşünüyor.
Türkiye'deki sendikal hareket açısındansa, AB'yi iyi anlamanın son derece önemli olduğunu, mevzuattan en üst düzeyde yararlanmak ve zaten çok sınırlı düzeyde olan sendikal mevzuatta açıkları bulup çalışanlar lehine kullanmak gerektiğini söylüyor.
Müzakere sürecinde Türkiye'de olanların Avrupa sendikalarıyla paylaşılmasınınsa, büyük önem taşıdığını vurguluyor.
Yılmaz: Sendikal haklar alanında bir AB normundan söz etmek mümkün değil
Gaye Yılmaz, AB'nin sendikal hak ve kazanımlara dair pek fazla kurumunun, yapısının olmadığına, mevzuatın genel olarak ekonomik alanda, bireysel hak ve özgürlükler (1. kuşak haklar) alanında olduğuna dikkat çekiyor:
"AB'de değil, ama bazı AB ülkelerinde işçi hakları ileri. Sendikal haklar alanında ise bir AB normundan söz etmek mümkün değil. Sendikal haklar konusunda eksikliğin göstergesi, her AB ülkesinde farklı bir sendikal mevzuatın bulunması. Her ülkede sendikal haklar farklı bir biçimde tanımlanıyor. Fransa, İtalya, Almanya, sendikal hak ve özgürlüklerin en gelişkin olduğu ülkeler. AB'nin bütünde değil, ama bazı AB ülkelerinde, Türkiye'ye oranla hala güçlü bir sosyal mevzuat var.
"Buna karşın işçi sağlığı, iş güvenliği konusunda, Türkiye'yle karşılaştırıldığında, AB'deki mevzuat son derece güçlü. Yaptırımları, standartları olan bir mevzuat bu. Özellikle sağlık, meslek hastalıkları, iş kazaları gibi konularda."
Yılmaz'ın dikkat çektiği bir başka konu da, işsizlik sigortaları.
"Gelişmiş AB ülkelerinde, güçlü bir işsizlik sigortası var. Örneğin, Almanya'da insanlar işsiz kalmayı, bazı işleri yapmaya tercih edebiliyor. İşsiz kalanlar sosyal bir yardım alıyor. Ayrıca ev kiraları da, bir üst sınır olmak koşuluyla, devlet tarafından ödeniyor." Ama tüm bunların aynı zamanda AB sermayesinin rekabet gücünü azaltıcı faktörler olduğu unutulmamalı.
"AB küreselleşmenin içinde, ekonomik bir birlik"
Fakat Yılmaz, kapitalizmin gerek AB de gerekse Türkiye'de ve tüm dünyada belirli bir süreçten geçtiğini ve hakların hızla geriletildiğini vurguluyor.
"AB ülkelerinde, farklı düzeylerde, pek çok kazanım var. Ama bu hakların ilelebet süreceğini düşünmek yanıltıcı. Bu kazanımlardan taviz verilmezse, AB sermayesinin, ABD, Çin, Japon, sermayesi gibi egemen güçlerle rekabet şansı olamaz. Çünkü sosyal hak, işçi hakkı, önemli bir maliyettir.
"Liberalizm kapitalizmin gerçek yüzüdür. Arada geçen, sosyal refah dönemi denen dönem, kapitalizmden bir sapmaydı; ama yine de kapitalizmdi. Küreselleşme denen şeyse, gerçek kapitalizm.
"AB'nin yeri de küreselleşme olgusu içinde. Çok kurumsallaşmış bir birlik; ama esas olarak ekonomik bir birlik; politik bir birlik değil; hele sosyal hiç değil.
"Bunun göstergelerini Irak'ın işgalinde, AB Anayasası oylamalarında, AB bütçesinde ve en son 3 Ekim'de gördük. Diğer bloklarla karşılaştırılırsa, AB'nin gittiği yerin APEC'ten, NAFTA'dan çok da farklı olmadığını düşünüyorum."
AB'de kayıtdışı yaygın
Yılmaz, AB'deki kayıtdışı ekonominin önemli bir faktör olduğunu söylüyor.
"En ileri kapitalistleşmiş AB ülkelerinde bile, yadsınamayacak boyutta bir kayıtdışı ekonomi var. Kayıtdışına girdiğiniz anda, standartların dışına çıkıyorsunuz. Sendikal haklar söz konusu olamıyor. Birçoğunun sosyal sigorta kapsamına girmesi mümkün değil.
"Bizdeki gibi 2 tip kayıtdışı var: Bir grup, hiçbir şekilde kayıt altında değil; çalışmıyor görünüyor. Diğer grupsa kayıt altında; ama günde 9 saat çalışırken 3 saat çalışır gibi görünüyor. Primleri, vergisi her şey bu 3 saate göre. Türkiye'dekine benzer bir durum.
"Yüksek işsizliğin ve kayıtdışının olduğu bir ülkede, sendikal örgütlenme çok zor. Avrupa sermayesi kendi ülkelerinde de kayıtdışına eğilimli. 'Bize de kayıtdışına tanınan avantajlar tanınsın' diyorlar."
Yılmaz, AB'nin genel metinlerinde yalnızca Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) sözleşmelerine atıf yapılmasına dikkat çekiyor:
"AB'nin referansları ILO'yadır. Oysa ILO sözleşmeleri en alt standarttır. Çalışanlar koruma mekanizmasından yoksun; bu mekanizmalar giderek daha da zayıflatılıyor. Avrupa ülkelerinin çoğu ILO standartlarını bile bütünüyle yasalaştırmamış durumda."
Ayrımcılık: Yasa farklı, uygulama farklı
Yılmaz, çalışma hayatında toplumsal cinsiyet ayrımcılığının Türkiye'dekine oranla daha düşük olduğunu söylüyor.
"Ama yabancı ayrımcılığı var. Mevzuat Türkiye'ye göre daha katı. AİHM de bu konuda kullanılabiliyor. Fakat, yasaların güçlülüğüne karşın, ücret ayrımcılığı oldukça yüksek. Aynı işi yapan kadınlar erkeklere göre minimum yüzde 20 daha düşük ücret alıyor."
Almanya'da Hartz IV: Rekabet için fedakarlık yasası
Hakların geriletilmesiyle ilgili en çarpıcı örnek, Almanya'daki yeni Hartz IV yasası.
"Bu yasayla, saati 1 avroluk işler diye bir kavram ortaya atıldı ve uygulanmaya başlandı. Diyelim işinizi kaybettiniz. Size İlk bir yıl işsizlik ücreti ödeniyor. Son ücretinizin yüzde 60'ına yakın bir miktar bu. Fakat bunun karşılığı, önerilen işi kabul etmek. Ve size 1 avroluk iş de önerilebilir. Kabul etmezseniz, işsizlik ücretiniz kesiliyor ve son derece düşük düzeyde olan bir sosyal yardım almaya başlıyorsunuz.
"Bu işi günde 8 saat yapsanız bile, aylık kazancınız 240 avroyu geçemez. Üstelik bu işler düzenli işler de değil. Kısıtlı ve belirli süreli işler.
"Volkswagen, işçileri ücretlerinin %20 azalmasını kabul etmezse, yurtdışına gideceğini açıkladı. Sendikalar da buna evet demek zorunda kalıyor. Bunun sonucunda, Alman borsası tavan yaptı; çünkü sendikalar emsal karar bir almış oldu. Ardından Siemens hazırlık yapmaya başladı. Bütün bunlar, AB'nin daha rekabetçi olması adına yapılıyor.
Sendikaların da inanmış göründüğü bir aldatmaca yaşanıyor: Üyelerini 'Ülkemizin rekabetçi duruma gelmesi için bu fedakarlıklara mecburuz'a inandırıyorlar. Almanya'da birçok işçiyle görüşme şansım oldu: 'Mecburuz, yoksa Alman sermayesi başka ülkeye gider' diyorlardı.
Sendikalardaki muhalifler de azınlıkta kalıyor. Kolektif, enternasyonal bir dayanışma çabası da yok; hedefi de. AB çapında, dünya çapında örgütlü bir eylem yok. Oysa Volkswagen'ın farklı ülkelerde fabrikaları var.
"AB'de pek çok ülkede benzer yasalar gündemde. İşin kötü tarafı, bu yaşananların kaynağı sistemde aranmak yerine, tek tek hükümetlerde aranıyor."
Türkiye'de sendikalar ne yapmalı?
Yılmaz, önümüzdeki dönemde AB'yi iyi anlamanın son derece önemli olduğunu vurguluyor.
"Türkiye'de de, iyisiyle, kötüsüyle, AB'de yaşananlar gerçekleşecek. Mevcut mevzuattan en üst düzeyde yararlanılmalı. Açıklarını bulup çalışanlar lehine kullanılmalı.
"Türkiye üyelik yoluna girdi. AB mevzuatında Türkiye'de mevcut çalışma yasalarından daha iyi hükümler varsa, bunu kullanmanın yolu mevzuatı bilmekten geçiyor. Dolayısıyla sürekli dirsek teması, dayanışma içinde olunmalı. Bu sadece ihtiyaç duyulduğunda yapılmamalı; düzenli, periyodik ilişkiler kurulmalı.
"Türkiye'de olup bitenler düzenli bir şekilde yurtdışındaki sendikalara iletilmeli. Ortak eğitimler düzenlenmeli. Yazılı materyaller çevrilip kardeş sendikalara iletilmeli."
Yılmaz, bu dirsek temasının da, konfederasyonlar düzeyinde kalmaması gerektiğini, sendikaların ağ tipi örgütlenmelerden yararlanması gerektiğini söylüyor.
"Türkiye'deki bütün sendika konfederasyonların Avrupa Sendikalar Konederasyonu'yla (ETUC) düzenli ilişkisi var; ama önemli olan ilişkilerin sendika düzeyinde gerçekleşmesi. Konfederasyonlar şemsiye örgütlerdir; sendikaların bire bir ilişkisine bakmak lazım. Tek tek, AB ülkelerinde aynı sektörde örgütlü farklı sendikalarla ilişkiler önemli.
"Halihazırda, genelde bir veya iki ülkenin en güçlü sendikaları seçiliyor; ilişkilerde belirleyici olan bu sendikalar oluyor. Fazlasına kapasiteler yetmiyor. Oysa iletişimin örgütlenmesinin de değişmesi gerek. Örneğin, emek hareketi sosyal forumlar içinde çok aktif bir şekilde yer almalı ve forumlara damgasını vurmalı. Sosyal forumlar entelektüel birlik olmaktan çıkarılmalı."
Yatırım artar, ya istihdam?
Yılmaz, AB sürecinin Türkiye'de zaten genişleme yolundaki bireysel hak ve özgürlükleri artıracağını söylüyor. Ama sosyal haklarla ilgili öngörüsü farklı:
"Türkiye'de, sosyal haklarda, AB'nin bazı ülkelerindeki düzeye ulaşılacağı beklenmemeli, özellikle de bu AB ülkelerinde standarların hızla geriletildiği bu süreçte. Olası gerileme göz önüne alındığında, bugünkü düzeyin korunması bile önemli olabilir. İşin içinde, özellikle Türkiye için, askeri boyut da var; ama AB'nin genişleme nedeni, AB sermayesinin gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işgücünü ucuz emek ülkelerine yatırım yaparak terbiye etme politikası. Bu nedenle AB İşgücünün ucuz, normların gevşek olduğu ülkelere doğru genişliyor.
"Bu süreçte, Türkiye'de yatırımlar artacaktır; bu sevindirici. Yabancı sermaye çekme oranının artacağını düşünüyorum. Ama, bunun işsizlik üzerindeki etkisi düşük olacaktır. Türkiye'deki işletmelerin yüzde 90 gibi bir bölümü, KOBİ'lerden (küçük ve orta boy işletmeler) oluşuyor. Önemli bir bölümünün rekabet gücü yok. Avrupa'dan gelecek olası yatırımlarla baş edemeyecek olan bu küçük işletmelerde çalışan binlerce işçinin işsiz kalması gibi büyük bir risk var. Üstelik yeni yatırımlar da ileri teknolojiyle gelecekler; emek ihtiyaçları düşük olacak. Dolayısıyla, yatırımlardaki artış, aynı oranda istihdam artışı getirmeyebilecek." (TK)