İHD Genel Başkanı Yusuf Alataş, güvenlik gerekçesiyle insan haklarının ve özgürlüklerin kısıtlanmasının, basına talimat verilmesinin, kabul edilemez olduğunu belirterek, "Güvenlik toplum için değil devlet için isteniyor" dedi.
Başbuğ'un açıklamalarının, "Türkiye'nin ne kadar hukuk devleti olup olamadığı göstermesi açısından anlamlı" olduğunu söyleyen Ayhan Bilgen, Başbuğ'un açıklamalarında iki taraflı bir yetki gaspının söz konusu olduğunu belirtti.
Bilgen, "Medyayı, STK çalışmalarını hatta siyasal çalışmaları peşinen yargılayarak meşruiyetlerini tartışılır hale getirmek ancak şiddeti politik araç olarak kullananların elini güçlendirecektir" diye konuştu.
Emeğin Partisi (EMEP) Genel Başkanı Levent Tüzel, de yaptığı yazılı açıklamada "Genelkurmay 2. Başkanının medya mensuplarına sıraladığı ev ödevleri işin sadece askerlere havale edilmesinden öte terör gerekçesiyle hakların askıya alındığı bir ülkenin nasıl şiddetle arzulandığını sergiliyor" dedi.
İHD İstanbul Şubesi de yaptığı açıklamada, Genelkurmay ikinci başkanı İlker Başbuğ'un basını bilgilendirme toplantısında yaptığı açıklamaların "adeta bir muhtıra" niteliği taşıdığını belirterek, "sivil toplum örgütlerine, sivil siyasetçilere ve medyaya yönelik açık tehdit içerdiğini" söyledi.
Geçen Pazartesi akşamı gazetecilerle bir toplantı yapan Orgeneral Başbuğ, ABD askeri yetkililerinin PKK lider kadrosunu yakalama emri verdiğini söyledi.
Başbuğ, genel affa karşı olduklarını belirtti; "örgüte destek sağlayan ve propagandasını yapan bazı kuruluşlar, kişiler ve sivil toplum örgütleriyle mücadele edilmesini" istedi.
"Örgütün mesajlarını yayan medyanın rahatça yayın yapması önlenmeli. Örgüt ile toplum arasındaki iletişim koparılmalı. Terör haberlerini normal haberler gibi değerlendirmek doğru değil, ciddi sonuçları olur."
Başbuğ, ayrıca "Terörle Mücadele Kanunu'nun 6. maddesi ve RTÜK kanununun 4. maddesi titizlikle uygulanmasını" istedi.
Alataş: "Toplumsal eşitsizlik şiddetin temel kaynağı"
Yusuf Alataş, yaşanan deneyimlerin dünyanın herhangi bir ülkesinde güvenliğin sadece silahlı güçler tarafından sağlanamayacağı gerçeğini ortaya koyduğunu ifade ederek, toplumun herhangi bir kesimi kendisini ezilmiş, dışlanmış, haksızlığa uğramış hissettiği bir ortamda, sadece silahlı yöntemlerle kalıcı bir toplumsal barışın sağlanmasının mümkün olmadığını söyledi.
"Toplumsal eşitsizlik, işsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik şiddet için uygun bir zemin oluşturmaktadır. Daha da önemlisi, insanların kendilerinin haksızlığa uğradığı hissi, belki de ülkede ve dünyada yaşanan şiddetin temel kaynağını oluşturmaktadır."
"Güç gösterisi, inatlaşma barışa hizmet etmiyor"
Sorunlara adaletli ve hakça çözümler bulmak yerine, dayatmacı ve zora dayalı politikalarda ısrarın, sadece şiddetin artmasına hizmet edeceğine dikkat çeken Alataş, "Toplumsal kalıcı barışın temeli 'adalet duygusu'dur" diye konuştu.
"Güç gösterisi, inatlaşma ve uzlaşmanın dışlanması barışa hizmet etmemektedir. Ayrıca, bu tür bir yaklaşımın kimlerin sırtından ve kimlerin çıkarına hizmet ettiği ve bedelini kimler tarafından ödendiği de sorgulanmak durumundadır"
"Güvenlik mi, insan hakları mı"
Devletin temel sorunlarını Türk Silahlı Kuvvetlerine havale etmesinin rahatsız edici olduğunu söyleyen Alataş şöyle devam etti:
* Sorunları demokratik yöntemlerle çözmek istemeyen hükümet ve diğer devlet kurumları, yurttaşlarımızı "güvenlik mi, insan hakları mı" ikilemi ile sıkıştırıp, mevcut özgürlüklerini ve temel haklarını kısıtlamak, olağanüstü yöntemleri yürürlüğe sokmak istemektedir.
* Medya açıkça baskı ve sansür altına alınmak isteniyor. Güvenlik güçleri görev yaparken kendilerini sınırlayacak herhangi bir insancıl ve hukuki kural istemiyorlar. Önceki yıllardan hiç de yabancısı olmadığımız olağanüstü ve hukuk dışı yöntemler tekrar yürürlüğe konulmak isteniyor.
Alataş, İHD'nin, savaşa ve şiddete karşı duruşunu her koşulda ifade ettiğini ve tavır koyduğunu hatırlatarak, tül baskı, tehdit ve hedef göstermelere karşı insan hakları mücadelesini sürdüreceğini söyledi.
Bilgen: "Şiddeti politik araç olarak kullananların elini güçlendirecek"
Ayhan Bilgen, Başbuğ'un açıklamalarında iki taraflı bir yetki gaspının söz konusu olduğunu belirterek, "Bir taraftan halka karşı sorumlu olan parlamentonun genel af gibi açılımlarının önü kesilmektedir.
Diğer taraftan aslında son ceza yasasında tanımlanan bazı suç kategorilerinin, -örgütün amaçlarını propaganda etmek gibi- bugün söylenenlerin alt yapısının çok önceden hazırlandığını göstermektedir" diye konuştu.
Bilgen, başta insan hakları örgütleri olmak üzere sivil toplum kuruluşları ve medyanın zaten idari ve hukuki denetime açık legal kurumlar olduğunu hatırlatarak, "Medyayı, STK çalışmalarını hatta siyasal çalışmaları peşinen yargılayarak meşruiyetlerini tartışılır hale getirmek ancak şiddeti politik araç olarak kullananların elini güçlendirecektir" dedi.
"Toplumsal barışı kolaylaştıracak, ve demokratik mücadeleyi özendirecek bir tutum sergilemek yerine doğrudan şiddete başvurmayanları bile silahlı grupların potansiyel destekçisi olarak algılayan bir yaklaşım şiddetin yaygınlaşmasına ortam hazırlayacaktır."
"Temel insan hakları açılımlarını da bloke etmektedir"
Bilgen, ayrıca Türkiye'nin Ankara'da konuşmaktan korktuğu sorunlarını ABD ile ilişkilerinin politik aracı haline getirmesinin iç dengelerin siyaset kurumu aleyhine bozulmasına zemin oluşturacağını belirtti.
"Sorurun salt güvenlik sorunu olarak algılanması Türkiye'nin dış politikasını da temel insan hakları açılımlarını da bloke etmektedir."
Henüz kamuoyunda aksi yönde bir açıklama yapılmamış olan olağanüstü hal taleplerinin de Türkiye açısından tam bir geriye gidiş olacağını vurgulayan Bilgen şöyle devam etti:
* Terörle mücadelede bireyle toplum güvenliğini esas alan anlayışlar tartışılırken Türkiye'nin ters istikamette ısrar etmesi bütünüyle şiddetin hedefi ve odağı haline gelmeyi sağlayacaktır.
* Yasalarda yapılan kısmi iyileştirmelerin bile terörle mücadeleyi engellediği iddiası peşin hükümlü ve mazeret üretme niteliklidir.
* Hukuka bağlı kalarak ve özgürlükleri askıya almadan güvenliğin sağlanması bir zorunluluktur. Bunun dışındaki her arayış çatışma ve kaosu körükleyecektir.
Tüzel: "Çatışmayı büyütmek tüm toplumda endişe kaynağı"
EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel, yaptığı yazılı açıklamada, hükümetin ve Genel Kurmay çevrelerinin izlediği politikaların ve son açıklamaların Kürt sorununu PKK'yı imha etmeyle çözme yaklaşımı ve bunun için ABD ile işbirliği içinde hareket etmeye dönük olduğunun görüldüğünü söyledi.
"Kürt sorununa dair talepleri terör baskısıyla yanıtlamak ve çatışmaları karşılıklı olarak büyütmek sadece ölenlerin aileleri ve çevrelerini değil toplumun tüm kesimlerinde üzüntü ve endişe kaynağı olmaktadır" diyen Tüzel şöyle devam etti:
"Yeniden dönüp binlerce insanın kaybına yol açacak bir süreci başlatıp sonrada terörden yakınmak kimseyi haklı kılmayacaktır. Oysa ki şu anda çatışma ve gerginlik politikalarını tırmandırmak yerine siyasi bir genel af talebi de dahil olmak üzere adımlar atmak ancak öncelikle operasyonları durdurarak barışın önünü açmak ve serbest bırakılmak istenen erin can güvenliğini sağlamak, sağduyunun gelişmesine, kışkırtmaların büyümemesine hizmet edecektir.
Türkiye devleti çözümü emperyalist güçlerle pazarlıklar yada şiddetle imhada değil halkımızın barış ve kardeşlik özlemlerine yanıt vererek aramalıdır. Bunun dışındaki her girişim ve arayış halkımıza, can güvenliğimize, insan haklarına kötülük anlamına gelecektir."
İHD İstanbul Şubesi: "Adeta muhtıra"
İHD İstanbul Şubesi de yaptığı açıklamada, Genelkurmay ikinci başkanı İlker Başbuğ'un basını bilgilendirme toplantısında yaptığı açıklamaların "adeta bir muhtıra" niteliği taşıdığını belirterek, "sivil toplum örgütlerine, sivil siyasetçilere ve medyaya yönelik açık tehdit içerdiğini" söyledi.
İHD, "Demokratik ülkelerde ekonomik ve sosyal sorunlar hakkında, sadece hükümet yetkilileri, sivil siyasetçiler ve sivil toplum örgütleri konuşurlar. Medyada bu görüşleri objektif bir bakış açısıyla yayınlar" dedi.
Orgeneral Başbuğ'un açıklamaları sonrasında asıl düşünmesi gerekenin hükümet ve Başbakan Tayip Erdoğan olduğunu ifade eden İHD: "Kendi yetki alanlarında ve adeta onlara talimat verircesine herhangi bir devlet memuru durumundaki bir orgeneralin yaptığı konuşmalar hakkında acaba başbakan ne düşünmektedir?".(KÖ/EÜ)