"Bağ ekme bağlanırsın, ekin ekme eğlenirsin, davar alır göç edersen elbet bir gün beğlenirsin..."
Bu maniyle özetliyor yüzyıllardır sürdürdükleri yaşamı Sarıkeçili Pervin Çoban Savran.
Anadolunun son göçerleri, yörük Sarıkeçililer.
Kara keçi kılından çadılarında kışı geçirdikleri Akdeniz kıyılarından, baharın gelişi ile birlikte hareket eder ve Toroslar üzerinden Orta Anadolu yaylalarına göçerler. Sonbahar gelince yeniden ılıman Akdeniz kıyılarına geri dönerler.
Yılın üçte birini develere yükledikleri evleri, arkalarında at ve itleriyle keçilerin peşinde geçirirler. Ama devletin baskıları ve doğanın yok oluşuyla birlikte göçerler gün geçtikçe yerleşik hayata geçmeye başladı.
Şu anda yaklaşık 187 aile yani 1200 Sarıkeçili göçer kaldı. Hayvanları da azaldı,100 develeri, aile başına ise 150 keçileri kaldı.
Fotoğraftaki Pervin Savran'ın arkasında duran Toroslar değil, Tatvan'ın dağları.
Sarıkeçililerin kadın lideri Pervin Savran'ı günlerce süren "Anadolu'yu Vermeyeceğiz" yürüyüşünden hatırlayanlar vardır.
Aslında nerede doğa mücadelesi varsa Savran orada.
Erzurum, Diyarbakır, Van, Çanakkale hiç fark etmez.
Tatvan'daki kırsal kalkınma toplantısında tanıştık onunla. Bizi tanımak istiyorsan "kara kıl çadırımızda uyuyacak, keçi peynirimizden yiyeceksin" diyor. "Anlaştık" diyorum.
Ve sözü ona bırakıyorum. Sarıkeçilileri anlatacak size ve 55 yıl boyunca geçtiği göç yollarında katledilen doğayı.
Karadağ’ın eteklerinde doğan Savran, kışı Mersin Bozyazı dağlarında geçiriyor. Bahar geldi mi keçileriyle Karaman'a doğru yola çıkıyor. Sonra gerisin geri ılıman kıyılara.
Keçiler seçicidir, özgürdür
Fotoğraf: Güneş Akdoğan |
Keçiler, söylendiği gibi inatçı mıdır?
Kararlı. Ve çok seçicidir. Kendi isteğinin haricinde kesinlikle yönlendiremezsin keçiyi. Öyle koyun gibi ne verirseniz yemez. Elini dokunduğun bir şeyi asla almaz ağzına. Kendi seçecek, kendi koparacak. Çiçek mi, ketik mi, yaprak mı kendi alacak. O yüzden doğurduğu yavruyu yalar, koklar, kaldırır ama kolayca alıp emzirmez. Kendini düşünür, kendidir.
Özgürlüğüne düşkündür. Kayayı, dağı sever. Çok özür dilerim, işediği, pislediği yere keçi asla oturup yatmaz. Keçilerimiz bize yön veriyor. Bahar geldi değil mi şimdi, biraz ağırdan alalım dersek, çocuklar okuldan çıksın öyle göçelim diye… 1. 2. 3. gün keçilerini bulamazsın, o yollara düşmüştür. Eylülün 15’i oldu mu, diyelim ki alan serbest, yaprak iyi, biraz duralım artık deriz ama. Develerimiz keçilerimiz zincire vursan durmaz. Gitmeden önce yönlerini değiştirirler. Öncelikle batıya doğru yatan keçiler göç mevisimnde göçeceği bölgeye doğru yatar. Anlarsın zaten. Mevsimi geldi artık, develer keçiler işaret ediyor, hazırlanın artık diyor.Yani biz göçmen kuşlar misali sürülere bağlı yaşıyoruz. Sütü, göğsü, cinsi iyi ise onu damızlık bırakırız, ama iyi değilse ağustos ayında satarız.
Tüm keçileri tanır mısınız?
Tabii. Hepsinin adı var. Zeytinkarası, gökkız, maviş, ırmak, yağmur...İsmiyle seslenin 500 yüz keçi arasından dönüp bakar size.
Çadırı kendiniz mi yaparsınız?
Bizim evimiz kara kıl çadırdır. Keçinin kıllarını kırkarız. Yıkarız, eğiririz. İstar dediğimiz dokuma tezgahında dokuruz ve daha sonra dikeriz. Ev haline getiririz. Ev, yurt deriz, çadır demeyiz. Hem oda, hem mutfak, hem misafir odasıdır. Her şeyimizdir.
Dönüşüm adına aynı yere konaklamayız
Fotoğraf: Güneş Akdoğan |
Peki hep aynı yerde mi konaklarsınız?
Yazın mesela Konya Seydişehir'in Gevrekli Dağı’ndayım. Ama asla her yılki geldiğim yere konaklamam. Doğa kendini yenilemesini beklerim hayvan sağlığı için.
Biz doğayı bizim emrimizde diye düşünmeyiz. Ağaçlar bizden daha kıymetli, daha uyumludur. Biz elbet bir gün göçeceğiz. O ağaç burda kalacak. Toprak ananın kutsallığı önemlidir. Yaşayan kurtların böceklerin varlığı göçerlere göre değerlidir. Ama başkaları o kendine zarar verecek diye onu öldürmekle meşguldur.
Göçü kadınlar çeker
İş bölümü nasıl?
Hiç ayrım yoktur. Ekmek pişecekse erkekler de pişirir. "Sen bugün keçiye gideceksin" diye zorlama yoktur. O gün duruma göre bakılır. Kararlar ekseriyetle kadınlar tarafından alınır ama dışarının baskısından erkek veriyormuş gibi gösterilir. Mesela göçü kadınlar çeker, onlar karar verir nereye gidileceğine.
Diğer Sarıkeçililerle toplu mu yürürsünüz?
Toplu değiliz. Bir dağda dört tane ev bulamazsınız. Dağınığız. Ama sürekli irtibat halindeyiz. Toplu yürüme yok ama toplu işlem var. Kırkım etkinliği olur bizde, yani keçinin kırkımını birlikte yaparız.
Filanın yarın kırkı mı var, biri gider çok özür dilerim keçi keser, biri keçi yüzer, biri et doğrar, biri keçi kırkar. İmece usulü vardır ki birbirimizle bütün her şeyleri paylaşırız. Bir ayımız böyle şenlikle geçer. Çadır dikiminde toparlanırız. İlk çadırı ayağa kaldırdığımız onun için de eğlence yaparız. Çadır en az yirmi yıl dayanır.
Çok az para alışverişimiz var
Para kullanıyor musunuz?
Parayla alışverişimiz çok azdır. Bu nerededir: sabunda, çayda, şekerde. Bir de oğlakları satarız, onunla da kesilen cezaları öderiz. Diğer gıdalarda parayla işimiz olmaz. Biz nereye geldik, falan köyün yakınına geldik. O köyde ne yetişiyor? Diyelim ki domates yetişiyor, şu bu yetişiyor. Orada yaşayanlar zaten biliyor keçi peynirinin ne kadar lezzetli olduğunu. Gelirken işte domatestir, soğandır, hıyardır o getiriyor. O getirdi, e o boş gönderilmez. Böyle bir değişim usulü vardır, hala bitmeyen bir kültür.
Mesela değirmenlere gelelim. Sulak olan buğdayların ya da katkı maddesi olan unların ekmeğini yemeyiz. O karın doyurmaz, hasta eder derler. Belirli noktalar vardır. Konya bölgesine geldiğimiz zaman Bozkır Sarıoğlan bölgesinde, Mersin bölgesine giderken de Gülnar’da kıraç buğdayları olur. Oraya da vardığımız zaman zaten değirmenci sana der, ya bana şu kadar peynir ayarlar mısın. Benim altında kaldığım bir şey var mı diye sorulur benim borcum var mı diye sorulmaz.
Çocuklar okumaya başladı ama...
Güneş paneli kullanıyormuşsunuz
Evet. Telefon şarjı için, ışık için. Bir de son yıllarda çocuklar okula gidiyor. İster istemez televizyon ihtiyacı için kullanıyoruz.
Peki, çocuklar okula nasıl gidiyor?
Daha önce askerde okuma yazma öğrenip geliyorlardı erkeklerimiz. Bize de gelince evde öğretiyorlardı. Çadırda alfabemiz çay paketleriydi bizim. 10 yılı aşkındır dernek faaliyetleri arasında çocukların okula gitmesi var. Yatılı okullara falan gönderiyoruz. Ama bunun da doğru olmadığını gördük. Çocuklar ne okula adapte olabiliyor ne de buraya. Sevdiği keçiye bir dönem sonra kar amaçlı bakmaya başlıyor.
Yokoluşumuzun nedeni doğanın katledilmesi
Siz 5 yaşındayken de aynı yoldan gidip dönüyordunuz, şimdi 55 yaşındasınız. Neler değişti doğada ?
Doğa bizden de hızlı yok edildi. Yani boğazıma bir şeyler düğümleniyor. Asıl mesele o zaten. Bizim yok edilişimizin birinci nedeni doğanın yok olması. Bunun da farkına varan ilk bizleriz. Yıllar önce göç ettiğimiz Karaman’ın Ermenek'in inanılmaz bir görmeli tarihi köprüsü vardır. Biz burası için çok uğraştık. Bizim geçiş güzergahımızdı orası. Oraya yapılacak olan baraj bizim sonumuzu getirecek dedik. Köylüler, idareciler bize dedi ki: “Şu kadar aklınızla siz önce keçinizle ilgilenin böyle bir zarar görmeyeceksiniz”. Ve oradaki tünelde geçişte sayısız telefler verdik biz.
Sular kalmadı
Zaten sular direk çekildi. O taş ocakları, o mermer ocakları, o yaşam alanımızdaki Göksu Havzasındaki yapılanmalar. Göksu havzasına şöyle bir bakarsanız yerli halk da bağını bahçesini sulayamıyor. Yüzyıllar önce dedemizin yaptırmış olduğu sarnıçtan bir gecede suyu çekiyorlar. Sebep? Oraya göçer gelip de yazın durmasın. Zaten suya bağlı bizim yaşamımız. Yani o büyük göletler, o küçük küçük havzalar, o pınarlar, o çeşmeler maalesef kurudu.
Biz bunun yıllardır farkındayız mesela "Anadolu’yu vermeyeceğiz" dedik. Çok farklı farklı yerlerde ses duyurmaya çalıştık. Doğanın yok edilişi bizim yok edilişimizle eş değer. Şehirdeki insanlar bunun ne kadar farkında? Şu havaya bir şey atıyorlar kutlamalarda...
Pet şişeden su içen bilmiyor doğayı
Havai fişek?
Biz o barut kokusundan sayısız kuşların öldüğünün farkındayız. Ama doğayla iç içe olmayanlar, bunun farkında değil. Hani mesela bizim büyüklerimiz bir yıl öncesinde doğanın nasıl cereyan edeceğini açıkça belirtirler bize. Yıldızlara, hayvanların davranışlarına, bulutlara, kuşların uçusuna göre işte yılın nasıl geleceğini söylerler.
Mesela bu yıl turnalar çok yüksekten gitti. Pek iyi değil. İşte doğayla bütünleşen bir yaşamımız var ama maalesef böyle… Ne diyeyim ben sana pet şişelerden su içenler anlamıyor.
Keçiler doymuyor, huzursuz
Peki keçiler nerelerde besleniyor?
Ormanın içerisindeki bitkilerden ama ormanlar yok oluyor. O dip örtüsü var ya, dip örtüdeki otlanmalar hem ormanı yeniliyor, hem ağacı çapalamış gibi oluyor. Gelişmiş ormanda keçi ormana zarar vermez. Genç sahaya girersen elbette ki verir.
Biz yaşadığımız mekanları kendimiz yok eder miyiz? Doğa bizim, hem evimiz, hem enerjimiz, hem ekmeğimiz, her şeyimiz.
Ve şimdi ormanlar azaldığı için ot bulamıyorlar?
Sürekli hareket halindeyiz, hızlanıyoruz. Mesela daha önce rahat ettiğimiz bölgede şimdi rahat edemiyoruz. Çünkü hayvanlar doymuyor. Doymayan hayvan gece üç defa kalkıyor. Biz tedirginiz. Bu yüzden ne düğünümüz, ne çalgımız, ne eğlencemiz kaldı.
Bundan 10-15 yıl önce biz kadınlar işi bitirdiğimiz zaman, hamuru bitirdik, ekmeği bitirdik, leğeni bitirip henk (eğlence) yapardık. Şimdi yok.
Cezalarla boğuşuyoruz
Doğanın yok oluşunun yanında yerleşmeye zorlanıyormuşsunuz.
Evet. Baskıdan, korkudan gizleniyoruz sürekli. Yoksa gelip ceza kesiyorlar.
2012'de çıkan yasayla keçi serbest deniliyor ama ne valisi ne ilçe tarım müdürü ne de kaymakamlıkların bundan haberi var. 10 yıl boyunca bizden hep haraç almaya alıştılar. Diyoruz bizim otlatma iznimiz var belgeli. Hayır efendim, diyor Çiftçi Malları Koruma Birliği'ne şu kadar para vereceksin. Bu cezalarla ilgili bir sürü dava sürecimiz devam ediyor. Ama ödediğimiz de milyarları aştı.
Buradan geçmeyin diyorlar. Yüzyıllardır konup göçtüğümüz bölgelerde ne yapıyorlar biliyor musunuz? Bu bölge kesim oldu, bu bölge dikim oldu diyorlar. Herkes kafasına göre...
Hayvanlar bizim yoldaşımız
Hayvan otlatacak alanın kalmadığı gibi geçecek yer de kalmıyor. Yani kimse var olan bu göçerlik üzerinde bir planlama yapmıyor. Aldıkları kararda da bizler hiç bulunmuyoruz.
Önümüzde sürülerin olmasını kimse istemiyor, yani öyle serbestçe dolaşalım. Göçmeyeceğiz, yerleşik hayvancılık yapacağız. Ama bizim göç etme ruhumuzda var, göçmen kuşlar hesabı. Biz hayvan ticareti yapmak için göçmüyoruz ki, biz o yoldaşlarımızı para gözüyle bakmıyoruz. O bizim yaşam biçimimiz, kültürümüz.
Türkiye'nin imzaladığı anlaşmaya göre biz somut olmayan kültürel mirasız, korunmamız gerekli.
Plastik bidona mahkum olduk
Sizin yaşam biçimizde ne değişti?
Develer azaldığı için bazıları traktör kullanıyor. Doğal suları bitirdikleri için tankerlerle su doldurup taşıyoruz. Bir de plastik bidonlar. Eskiden biz tulukta (keçi derisi) su taşırdık. Peynirimizi tulukta basardık. Ama son yıllarda tuluk hazırlayacak vaktimiz yok.
Başınızda aşı derdi varmış.
Biz ne kadar İslamiyet’i kabul etsek de yarı yarıya şamanız. Bizim için ateş kutsaldır, ocak kutsaldır. Kutsallıklarımız arasında da hayvan sağlığı bizim kendi sağlığımızdan önemlidir. Onu nasıl tedavi edeceğimizi büyüklerimize sorarız. Mesela hayvan yemiyorsa onu ters çeviririz, yaralıysa da o yarayı dağlarız, kızgın tahta bir şey ile.
Üç yıldır kaçakçılık olmayacak, hırsızlık olmayacak denildi. Bize bir küpeleme geldi. Orta kulak iltihabından tutun da bir sürü hastalanan hayvanlarımız var küpeden dolayı. Buna itiraz ediyoruz ama kimse bizi dinlemiyor.
Aşılı hayvanların sütü kötü
İlçe Tarım Müdürlüğü ısrarla aşı dayatıyor. Diyor ki işte hastalık taşıyabilirsiniz, mecbur aşı yapacaksınız. Elinde aşı raporu olmazsa, göç izni vermeyeceğiz diyorlar. Aşılatanların üzerinde üç yıldır gözlemliyoruz. Aşılanan hayvanlar hiç süt vermiyor. Daha çok hastalanıyor.
Veba aşısı yapılan sürülerde de sütte grileşme, süt tadında bozulma var. Eskiden beş yıl dayanan peynirlerin tadında 6 ay sonra bozulma olmaya başladı. Gelen veteriner hayvan başına 2 lira ödeme yapacaksın, paramı ver, istersen sonra aşıyı çöpe at diyor. Haaa, o zaman düşünüyoruz, gerçekten yapılması gerekiyor mu bu aşının?
Son soru ilk kez mi geldiniz Tatvan’a?
İlk kez geldim. Diyarbakır, Batman, Mardin o bölgeleri biliyorum. Bizde din, dil, ırk, renk önemsenmez. İnsanların yüreği önemlidir. Eğer ki doğayı seviyorsa ortak bir kardeşliğimiz vardır. Ama yok değilse kardeş bile olsak ters düşeriz. (NV)