Fotoğraflar: Gülseren Onanç Arşivi
“Gezi’de kurulan yardımlaşma ve dayanışma sistemiydi. O güne kadar politikaya uzak duran gençlerin kurduğu bu sistem, son derece kucaklayıcıydı ve kimseyi dışlamadı. Kadınlar, LGBTİ bireyler, Kürtler, dindarlar özgürce kendini ifade ettiler…”
Ses Eşitlik ve Dayanışma Derneği Başkanı aktivist Gülseren Onanç, bu sözleri, bizleri, dokuz yıl önceye Gezi Parkı günlerine götürüyor.
Hatırlayanlar olacaktır…
Gezi Parkı’nda ağaçların kesilip yerine Topçu Kışlası yapılacağı açıklanınca, önce yaşam savunucuları sonra Türkiye’nin farklı kesimlerden binlerce kişi soluğu Gezi Parkı’nda aldı.
“Üç, beş ağaç” için başlayan “ekoloji eylemi” yerini, geniş çaplı protestolara bıraktı.
Gülseren Onanç, o ilk gün Gezi Parkı’na gidip ağaçları kesmek için hazırlık yapan dozerlerin önünde duran ilk isimlerden biri.
Sözü çok uzatmaya gerek yok, Gezi’de direnenler anlatsın.
Söz, Gülseren Onanç'ta.
“Öfke ve heyecan içinde Gezi’ye koştum”
Siz Gezi Parkı’nda ağaçları korumak için dozerlerin önüne giden ilk isimlerden birisiniz, sizi o gün Gezi Parkı’na ağaçlara savunmaya götüren duygu neydi?
Ben o yıllarda Beyoğlu’nda aktif siyaset yapan biri olarak, Gezi Parkı ve Taksim meydanı düzenlemelerine karşı sivil toplumun taleplerini yakından takip etmeye çalışıyordum.
Taksim Platformu ile yakın çalışıyordum ve onların Taksim meydanını savunmak için örgütlenmelerini çözüm önerileri sunmalarını çok önemli buluyordum.
Platform çok değerli şehir plancılarından, akademisyenlerden, mimarlardan, uzmanlardan, araştırmacılardan oluşuyordu. Herkes mahallesine, şehrine sahip çıkıyordu. Bir kez CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve bazı İstanbul milletvekillerine Taksim Platformu üyelerinin İstanbul’un göç, trafik gibi temel sorunları ve çözüm önerilerini sundukları bir toplantı organize etmiştim.
Herkes çok etkilenmişti. 2013 yılı Ak Parti iktidarının yandaş medya ve yandaş sermaye ile doludizgin hayatlarımıza dikte etmeye başladığı yıllardı.
Ben ana muhalefet partisinin bir siyasetçisi olarak baskıcı iktidara karşı bağımsız sivil toplumun sesi olmayı görev olarak görüyordum.
27 Mayıs 2013 akşamı gençlerin parktaki inşaat girişimine karşı nöbet tuttuğunu biliyordum. 28 Mayıs sabah, Mine (Özerden) beni aradığında ben bir arkadaşımla kahvaltı toplantısındaydım.
Hemen parka gelmemi, iş makinalarını önlemek üzere bir aksiyon almamız gerektiğini söylediğinde öfke ve heyecan içinde koştum Gezi’ye.
O anları anlatır mısınız?
Alana vardığımda polisler kazı yapılmaya başlanan alanın etrafını çevirmişti. Polislerin arkasında bir kepçeli iş makinası ve önünde Sırrı Süreyya ile Mehveş Evin vardı. Polisler benim alana girmeme izin verdiler.
Sırrı beni de Mehveş’le ikisinin olduğu yere çağırdı. Üçümüz orada dozerin önündeydik. Polis şefi ile konuşuldu, polisler alanı terk ettiler.
Sonra biz de yerlere oturup sohbet etmeye başladık. Mehveş ile o günleri anlattığımız bir söyleşiyi SES Eşitlik Adalet Kadın Platformunda bulabilirsiniz
“Yardımlaşma ve dayanışma sistemi kuruldu”
Sonrasında Gezi’de neler yaşandı?
Ertesi sabah (29 Mayıs) polis gençlerin çadırlarına müdahale etmişti, o sabah Gezi’ye vardığımızda polisler bütün parkın etrafını Beyoğlu Belediyesi ile barikatları ile kapatmaya çalışıyordu.
O sabah biz, Gezi davasından hukuksuz bir yargılama ile tutuklu yargılanan arkadaşım Mine Özerden ile polislere şöyle bağırdığımızı hatırlıyorum; “Polis arkadaşım simit sat, onurlu yaşa!” O gün çok güzel bir dayanışma duygusunun bütün İstanbul’a ve Türkiye’ye halka halka yayıldığını hissediyordum.
İnsanlar akın akın geliyordu. Polis iki gün bizi Gezi'den uzaklaştırmaya çalışsa da 1 Haziran'da kitlesel bir hareket gerçekleşti ve 15 gün sürecek olan bir ütopyayı yaşadık. Türkiye tarihinin en anlamlı, en barışçıl, en kapsayıcı direnişi yaşandı.
Gezi’de kurulan yardımlaşma ve dayanışma sistemiydi. O güne kadar politikaya uzak duran gençlerin kurduğu bu sistem son derece kucaklayıcıydı ve kimseyi dışlamadı. Kadınlar, LGBTİ bireyler, Kürtler, dindarlar özgürce kendini ifade ettiler.
Müthiş bir zeka ile üretilen esprili mesajlar, orada kurulan yardımlaşma ve dayanışma modeli bana başka bir dünyanın mümkün olabileceğini söylüyordu.
Bugün gelinen noktada hem Osman Kavala’ya verilen cezayı hem de 7 kişiye 18 yıl hapis cezası verilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet hapis, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekçi’ye tutuklama ve 18’er yıl hapis cezası kararları hukuksuz infaz olarak değerlendiriyorum, reddediyorum.
Bu kararın amacı yargı eliyle toplumsal muhalefeti korkutmak ve sindirmeye çalışmaktır. Yargılanan arkadaşlarım gibi ben de oradaydım. Bu hukuk dışı davada sadece dostlarımız değil, hepimiz yargılandık.
“Hepimizi korkutmak için bu yüksek cezaları verdiler”
Yetkililerin mahkemesinin bu kadar yüksek ceza vermesinin nedenleri neler?
Hukuku hiçe saydıkları için, vicdansız oldukları ve hepimizi korkutmak istedikleri için yüksek ceza verdiler.
Son olarak ne söylemek isteseniz?
Benim en sevdiğim 2 Gezi sloganlarını söyleyerek bitireyim;
Direne direne kazanacağız.
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiç birimiz!
(EM/AÖ)