Medyanın da katılması gereken bu çalışmalarda, koordinasyon görevi çocuğa yönelik şiddet konusunda Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü (SHÇEK), kadına yönelik şiddet ve töre/namus cinayetleri konusunda ise Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) tarafından yerine getirilecek.
Genelge gereğince, tüm (kamu-özel ulusal, bölgesel ve yerel) yazılı basın ve görsel-işitsel medya kuruluşları, bilgi hizmetleri ve haber ajansları ile basın meslek örgütleri, kadına yönelik şiddet ve namus cinayetlerinin önlenmesi konusunda yaptıkları ve yapacakları çalışmaları, "üçer aylık dönemlerle ilgili ayrıntılı faaliyet raporları" halinde koordinatör kuruma (SHÇEK ya da KSGM) göndermek zorunda.
Kadına yönelik şiddetle mücadele açısından yapılması gerekenleri üç bölümde ele alan genelgenin birçok yerinde medya kuruluşları "işbirliği yapılacak kurum/kuruluş olarak" düzenleniyor. Ancak genelgenin dördüncü bölümü (D) sadece medyanın yükümlülüklerine ayrılmış durumda ve medya bu bölümde doğrudan "sorumlu kurum" olarak tanımlanıyor.
Kadına karşı şiddetle mücadele artık bir devlet politikası
Çocuklara yönelik şiddet (A), Kadına Yönelik Şiddet (B), Namus/Töre Cinayetleri (C) ve Medya (D) olmak üzere dört bölümden oluşan genelgenin en önemli özelliği, Türkiye'de ilk kez:
* Kadın erkek eşitliğine aykırı politikalar, yasal düzenlemeler ve uygulamalar kaldırılıncaya, toplumda kadın ve erkek eşitliği sağlanıncaya kadar, kadınlara "pozitif ayrımcılık" yapılması ve;
* kadınlara yönelik her türlü şiddet eyleminin önlenmesinin;
"bir devlet politikası" olarak kabul edilmesi. Geçmiş yasal düzenlemelerden farklı olarak, genelgenin bir çok yerinde, önlemlerin kağıt üzerinde birer temenni olarak kalmaması, uygulamanın gerçek anlamda sağlanabilmesi için şiddetin önlenmesi çalışmalarına yönelik "gerekli bütçe"nin ayrılması, "kadın destek fonu" kurulması, "mali destek" verilmesi gibi maddi sorumluluklar da getiriliyor.
Bilindiği gibi yeni Türk Ceza Yasası'nda aile içi şiddetin sistematik biçimleri, "işkence" bölümü içerisinde ve "eziyet" başlığı ile düzenlenmekte ve sadece bu suçun cezası, erteleme ve paraya çevirme söz konusu olmaksızın iki yıldan başlamaktadır. Eğer bu eziyet eylemi içinde fiziksel şiddet, tecavüz vb. suçlar da varsa, bunların cezaları kendi özel maddeleri uyarınca ayrıca verilecektir. Dolayısıyla kadına karşı şiddet, hiçbir biçimde kabul edilemez, hoşgörülemez, küçümsenemez, cezasız bırakılamaz bir "insanlık suçu", bireysel değil, toplumsal bir sorundur. Çözümünü de tüm devlet birimleri ve toplum tarafından gerçekleştirilmek zorundadır.
Çocukluktan ölüme dek insanların hemen her gün saatlerce okuduğu/izlediği yazılı ya da görsel medya, bir toplumu "şiddet toplumu"na dönüştürebilecek, ya da tam tersine "şiddetsiz bir toplum" yaratma sürecini belirleyebilecek bir role sahiptir.
Bu nedenle, genelgenin amacına ulaşması ve ülkemizde kadına yönelik şiddet ve eşitsizliğin sonlandırılması için medyaya büyük görev ve sorumluluk düşmektedir.
Medyaya ağır hukuksal yaptırımlar gelecek
Ne yazık ki, istisna düzeyinde kalan örnekler dışında medyanın kadının insan haklarının ihlali ve kadına karşı şiddetin önlenmesi için sorumlu bir politika izlemesi bir yana, medya bizzat kendisi bu eşitsizliğin ve şiddetin kitlesel düzeyde öğretildiği, desteklendiği, yeniden üretildiği bir araç haline gelmiştir.
BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) 4. ve 5. Birleştirilmiş Ülke Raporu'na göre, medya ülkemizde kadınlara karşı ayrımcı olan cinsiyet rolü kalıplarını üretmekte ve devam ettirmektedir. Kadınların medyanın çeşitli sektörlerinde büyük ölçüde temsil edilmemelerinin sektörün cinsiyetçi ısrarına katkıda bulunduğu belirtilen raporda; özel medya şirketlerinin sayısındaki artışla birlikte, özellikle TV ve sinema endüstrisinde çalışan kadınların sayısının arttığı vurgulanmaktadır. Raporda da saptandığı gibi, yönetim kademelerinde bulunan kadınların oranı hala düşük düzeydedir. Yönetici düzeyinde, kadınlar esas olarak orta düzey yönetici olarak çalışmakta ve üst düzey yönetim görevlerinin yüzde 1'ini oluşturmaktadırlar. TRT televizyon kanallarında kadınlara yönelik programların oranı yıllık ortalama yüzde 6.9, radyo kanallarında ise %15-17 arasında değişmektedir.
Görüldüğü gibi, medya erkeklerin sahibi ve yöneticisi olduğu bir iktidar aracı olarak cinsiyetçiliğin sürdürülmesi ve yaygınlaştırılmasında çok büyük bir rol üstlenmiş durumdadır.
Cinsiyet ayrımına dayalı kadın/erkek rollerini pekiştirerek; kadınlara karşı cinsiyetçi önyargıları yineleyerek; şiddeti özendirip, magazinleştirip erotikleştirerek; haberlerde, yorumlarda kadınlara yer vermeyerek, kadınları hayatın tüm alanlarında yok sayarak; değişik alanlara ve hatta kadınlara dair konuları işlerken bile, kendi alanında yıllardır mücadele veren, önemli bir bilgi ve deneyim birikimine sahip kadınları ve kadın örgütlerini muhatap almayarak, görüşlerine başvurmayarak... daha burada sayamayacağımız yüzlerce biçimde kadınların insan haklarını bizzat kendisi ihlal etmektedir. Medyanın da etkisi ile, bütün toplumdaki kadına bakış açısı daha da cinsiyetçi bir hal almakta, şiddet ve kadına karşı işlenen suçlar daha da artmaktadır.
Bütün bu ağır sorumluluğuna rağmen, medyanın bu yayıncılık anlayışını değiştirmesini sağlayacak hukuksal yaptırımlar yetersiz ve olanlar da etkisizdir.
Örneğin işitsel ve görsel yayıncılığı düzenleyen "Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında 3984 sayılı Kanun"da yayın ilkeleri arasında, 4.maddenin (d) bendinde "...insanların, ...cinsiyet,... benzeri nedenlerle kınanmaması ve aşağılanmaması"; (u) bendinde "kadınlara, ... karşı şiddetin ve ayırımcılığın teşvik edilmemesi" hüküm altına alınmıştır. Ancak uygulanmamaktadır!
Daha da önemlisi, TCK 216/2 maddesi, halkın bir kesimini cinsiyet farklılığına dayanarak alenen aşağılayanların 6 aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir. Ancak uygulanmamaktadır!
İşte bu nedenle, genelgenin medyanın sorumluluklarıyla ilgili (D) bölümünün ilk maddesi, medyada yeralan "cinsiyet ayrımcılığı", "çocuk istismarı" ve "şiddet" içerikli yayınlara uygulanan hukuksal yaptırımların yetersiz olduğunu kabul ediyor. Medya konusunda ilk yapılacak işlerden biri, mevcut medya hukukunun ve öncelikle 3986 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınlarına İlişkin Kanunun güncellenmesi, yaptırım gücünün artırılması ve güncelliklerini yitirmeden uygulanabilmelerine yönelik düzenlemeler için mevzuat değişikliği çalışmalarının başlatılması olacak.
Şiddete karşı genelgenin bütününde medyanın sorumluluğu
Genelgenin (B) ve (C) bölümlerinde yazılı görevler açısından "işbirliği içinde olması gereken kuruluşlar" olarak medyada da:
* Sistematik bir zihniyet dönüşümü için ders kitaplarında, günlük konuşmalarda, görsel ve yazılı basında, sinema filmlerinde hatta akademik çalışmalarda, vaaz ve hutbelerde kullanılan geleneksel cinsiyet rol ve kalıplarını, erkek egemen zihniyetin hakim olduğu toplumsal yapının yarattığı olumsuzlukları vurgulayan bir söylem geliştirilmelidir.
* Kadına yönelik şiddet konusunda zararlı gelenek ve göreneklerin tespit edilerek buna yönelik tutum ve davranış biçimlerini değiştirmelerini sağlayıcı eğitim programları hazırlanmalıdır. Kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesine yönelik olarak başta erkekler olmak üzere ailenin tüm bireylerinin eğitilmesi ve özellikle öfkenin kontrolü ve kişiler arasında sağlıklı iletişim becerileri konusunda yaygın eğitim programlarının hazırlanmasında devletin gerekli çalışmaları yapması gerekmektedir.
* Şiddete uğrayan kadınların başvurabilecekleri, rehberlik ve danışmanlık hizmeti alabilecekleri merkezlerin tanıtımı ile kadınlara yönelik bilinç yükseltme ve eğitim çalışmaları konusunda ulusal bir bilgilendirme kampanyası yürütülmelidir.
* Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı koordinasyonunda bütün kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteleri, sivil toplum kuruluşlarını, özel sektör ve yerel yönetimleri de kapsayacak "2006-2010 Kadına Yönelik Şiddetin önlenmesi Eylem Planı" hazırlanmalı ve uygulamaları takip edilmelidir.
* Kadına yönelik şiddetle ilgili spot filmler üretilmeli, ulusal, bölgesel ve yerel medyada ulusal bir kampanya çerçevesinde gösterilmesi sağlanmalıdır.
* Diyanet İşleri Başkanlığı, kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda; toplumu bilinçlendirmek üzere hutbe ve vaazlar vermeli, yazılı ve görsel yayınlar yapmalı ve çeşitli etkinlikler düzenlemelidir.
* Töre ve namus konusunda toplumda yerleşik ön kabullerin veya geleneksel anlayışın tersine çevrilmesi sağlanmalıdır.
* Devletin yasalardan ve uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülükler doğrultusunda gerekli düzenlemeleri yapması, yasalardaki anlayış değişikliğinin uygulamaya yansıtılabilmesi için gerekli mesleki eğitim çalışmalarının yapılması ve yasaların sıfır toleransla uygulanması sağlanmalıdır.
* Ülke çapında ilgili tüm sivil ve resmi kuruluşları kapsayacak "2006-2010 Töre/ Namus Cinayetlerinin önlenmesine Yönelik Eylem Planı" hazırlanmalı ve uygulamaları takip edilmelidir.
* Lisans ve meslek içi eğitim programlarında olduğu gibi, iletişim alanındaki eğitim programlarında da kadına yönelik şiddet konusu yer almalıdır.
* Töre/namus cinayetleri konusunda Devlet, sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimler ortak kampanyalar düzenlemelidir. Bu kampanyalarda kadınların yanı sıra erkeklerin de şiddete karşı bilinç yükseltici eğitim almaları sağlanmalıdır. Erkek ve kadınların alternatif davranış biçimleri geliştirmelerine destek veren programlar oluşturulmalı, kendini ifade yollarını bulmak ve iletişim kurma olanaklarını artırmak için sorun çözme tekniklerini anlatan programlar geliştirilmelidir.
* Töre/namus cinayetlerinin önlenmesine yönelik bilgilendirici spot filmlerin üretilerek, görsel medyada sık aralıklarla gösterilmesi sağlanmalıdır.
Medya ve şiddet konusundaki özel düzenlemeler
Genelgenin (D) bölümünde, ilk olarak, yukarıda da belirtildiği gibi medya ile ilgili mevzuatın caydırıcı ve hızla uygulanabilecek yaptırımlar getirilerek yeniden düzenlenmesi öngörülüyor. Neredeyse her satırında ilgili meslek örgütleri ve diğer sivil toplum örgütlerinden söz edilen bir genelgede; medya ile ilgili hukuksal düzenlemeler yaparken medyanın kendisinin ve sivil toplum örgütlerinin görüş ve önerilerini almak, işbirliği yapmak gereği nedense atlanmış görünüyor! Dileriz, genelge kendilerini unutmuş olsa da, onlar, konuyla ilgili ana mevzuatın düzenlenmesi gibi önemli bir çalışmada kendilerini hatırlatırlar.
Genelgenin (D) bölümünün tamamını yazının sonuna aynen eklediğimiz için, burada getirilen sorumlulukları kısaca özetlemeye çalışalım:
* Avrupa Birliği Müktesebatı çerçevesinde yayın kuruluşlarının kendi öz-denetim birimlerini kurarak bir an önce kamusal yayıncılığın gereği kendi sorumlu yayıncılık ilkelerini yerleştirmeleri,
* Yayınların planlaması, genel akışı ve içeriğinde, çocuk istismarı ile cinsiyet ayırımı, şiddet, pornografi, kadını küçültücü, incitici ve önyargılı yayınların yapılmaması için yayın kanallarının kendi "ETİK" değerlerini yerleştirmeleri,
* Radyolarda ve tüm ailenin birlikte televizyon izlediği saatlerde ve yayının genel akışında "Çocuk programları" özellikle "reklam kuşakları"nda çocuk istismarının önlenmesi,
* Evde ve çalışan kadına yönelik, kadının toplumsal dönüşümünü sağlayacak, bilgilendirici programların öne çıkarılarak çok sayıda izleyiciye, kadına ulaşması için izlenebilirliği yüksek zaman diliminde yayınlanması,
* RTÜK tarafından yayından kaldırılan programlar yerine, şiddete karşı duyarlılığı artırıcı mesajlar veren eğitici ikame programların oluşturulması, (Aslında yıllardır 3984 sayılı yasanın 33.maddesinin 1.fıkrasında yer alan: 'yayın ihlali halinde yayını durdurulan programın yerine ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına Üst Kurulca hazırlattırılacak eğitim, ... kadın... hakları, konularında programlar yayınlanır' hükmü vardı. Hiç uygulandığını göremedik. Yasayı uygulamayan zihniyet, umalım ki, genelgeyi uygulayacaktır.)
* Başta program yapım ve yöneticileri olmak üzere, televizyon programlarının üretiminin her aşamasında yer alan medya çalışanlarının "şiddete" ilişkin duyarlılıklarını arttırıcı "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" eğitimi almalarının sağlanması,
* İzleyiciye medya karşısında "farkındalık" kazandırılması ve bilinçli izleyiciler (öncelikle ebeveynler) oluşturulması konusunda çalışmalar yapılması ve izleyiciye medya okuryazarlığının kazandırılması için eğitim programlarının düzenlenmesi,
* Ülkemizde medyada karar mekanizmalarında cinsiyetçiliğin ortadan kaldırılması ve eşitliğin sağlanması,
* Medyanın kadın ve çocuğa yönelik "şiddetin" pekiştirilmesi ve ortadan kaldırılmasına ilişkin etkisini araştıran ve günümüzde büyük eksiklik olan araştırmaların yapılması,
* Sivil Toplum Kuruluşlarının "Medya İzleme Grupları" oluşturması ve medyanın günü gününe izlenmesi, oto kontrolün sağlanması,
Görüldüğü gibi genelge, yasal mevzuatı düzenleyerek, yapımcısından her düzeyde çalışanına dek toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi alması, kendi karar mekanizmalarında kadın erkek eşitliğini sağlaması, kendi iç denetim mekanizmalarını oluşturması, kendi etik kurallarını yerleştirmesi ilkelerini getirerek, öncelikle medyanın kendine bir çeki düzen vermesini sağlamaya çalışıyor.
Türkiye'de bugüne dek kadınlar lehine çıkartılan herhangi bir yasanın, yönetmeliğin, genelgenin doğru dürüst uygulandığını görmediğimizden olsa gerek, bu kapsamlı genelgeyi bile buruk bir memnuniyetle karşılamış bulunuyoruz.
Umudumuz, Türkiye'deki kadın hareketinin gücü ve bu sayede oluşturulacak medya izleme gruplarında... Kadınların oluşturduğu medya izleme grubuna (MEDİZ), görüş ve önerilerinizi iletmek isterseniz adresi: [email protected] (HG/TK)
* Hülya Gülbahar, Avukat; İstanbul Barosu Kadın Hakları Uygulama Merkezi, Medya İzleme Grubu (MEDİZ)