"A Highlight of Sûr" sergisi bizleri Fatoş İrwen'in iç yolculuğuna çıkarıyor. 26 Nisan'a kadar İstanbul Zilberman Galeri'de görebileceğiniz sergi, Berlin'deki asıl serginin bir kesiti.
Berlin'de bulunan sergiyi dilerseniz Zilberman'ın web sitesinde 3D olarak gezebilirseniz. Hatta bence dilemeyin ve gezin. Berlin'de bulunan sergide İrwen, gözlerinizin içini dolduracak ve sizi düşsel bir yolculuğa çıkaracak. 4 eserin sunulduğu sergide, salona girince ilk dikkatinizi çeken şey, şüphesiz İrwen'in kendi ellerini diktiği video görüntüsü. "Şiryan" adını verdiği eseri Kürt kültüründen motifler taşımakla beraber, kader çizgilerini ve kendi kaderini tayin eden kadınları anımsatıyor.
*"Şiryan 2012-2015"
İki mekân, iki şehir
Sergide hem yakın tarihli hem de daha eski eserleri bulunuyor İrwen'in. Almanya'daki sergiyle İstanbul'dakinin arasında nasıl bir bağ kurduğunu şu sözlerle anlatıyor:
"Beden-direniş vurgusu her iki mekânda da öne çıkıyor olsa da toprak, Berlin'de bariz bir şekilde ön planda. Gözler toprakla bakışmalıydı bu kez.
"İstanbul'da ise 'Şiryan' video performansımda teni deşerek beden politik bir direniş alanı halinde öne çıkarken gene bir pembe elbise iğnelerle kirpi gibi zırha dönüşür ve dokunulmaz bir tensellik kazanır.
Toprak ve kadın
"Almanya'da mekânı dolduran bir tarla, bir pamuk tarlası bitkisi pamuk yerine kadın saçlarıyla doldurularak toprağın, sömürünün karşısına dişil bir güç birliği oluşturacak başlangıç fikriyle yeniden bir araya gelerek büyüyen bir çıkışı hayal ediyordum. Tarihsel derinliği katman katman olan enstalasyonlar iç içe geçiyor. Coğrafya-mekân-direniş, toprak ve bedenle dile geliyor. Deşen, deşilen, dipsiz kuyulara ses olan beden, sokakla birlikte eyleyen bir beden, kara gölgelerde kaybolan bedenler ve toprağın kendisi olan bedenler bu katmanları konuşmamıza olanak tanıyor. Bu yüzden birbirini tamamlayan parçalar bir araya geliyor"
*"Çifte Kuyu" – 2014
İç içe geçen kelimeler, anlamlar
İrwen Diyarbakır'ın tarihi Sur bölgesinde doğup büyümüş. Eserlerinde kendi topraklarından birçok imgeyi görmek mümkün. İrwen, kendi kültürüne ait değerleri incelikle eserlerinde işlemiş.
"Bu isim üzerinde çok uzun zamandır düşünüyorum. Sergi adı olan 'Sûr' aslında kıyamet borusu ve seslenme anlamına geliyor. Bu isim Diyarbakır'ın Sur bölgesinin ismi ile kelime benzerliği taşıyor zaten bu kelimenin Kürtçe'deki yazım karşılığı da aynı. Bu yüzden hoşuma gidiyor tabi. Çünkü bu kelimenin sanki gerçek anlamlarına kavuşan bir çoğalma içinde yeniden oluşması, toparlanması gibi, kelime olarak çok katmanlı yapılarla iç içe geçmesi beni heyecanlandırıyor hâlâ. 'Sûr' aynı zamanda "suret" demek mesela. Serginin temel kavramlarından olan yüzleşme meselesi toprakla, kendiyle ve hayatla yüzleşme gibi adalete dair, en azından bunları hayal bile etmeye dair derdi olan bir felsefesi var. Bu sebeple önemli."
Sanatçı, eserlerinin altyapısının çocukluk döneminden bu zamana kadar hayatında olanlarla ilgili olduğu söylüyor.
"Doğduğum büyüdüğüm yerin, tüm hayatımın ve yaşadığım şeylerin en çok da çocukluğumun eserlerime etkisi tartışılmaz derecede büyük. Eserlerin altyapısı genel olarak çocukluğumdan şu zamana kadar hayatıma dair olan her şeyle ilgili. Çünkü o dönemden başlayan bir hesaplaşmadan vazgeçemedim henüz. Bir bütün olarak birer otoportre derim hep. Dolayısıyla her eserin yola çıkma hikâyesi yaşadığım yerden hareketle yolunu çizmeye başlıyor dünyanın başka yerleriyle kendi hikâyesinin haritasını oluşturuyor."
Hikâyeyi korku ve merakla dinlerdim"Sûr, kıyamet gününde melek İsrafil'in üflediği borunun adı. Sûr hikâyesine bayılıyorum. Küçükken hep anlatılırdı ve korkuyla, merakla ve hayal gücümüzü canlandıran bir motivasyonu olduğu için severek dinlerdik. Bu hikâye yaşadığım yere ait bireysel ve toplumsal her meseleye bakışıma etki eden kaynak." | |
Kıyamet anlatısı
"Politik çatışmalar, asimilasyon, savaş, sömürü yani insanı ve doğayı vakum gibi içine çeken her mesele, başlayan bir kıyamete ya da alamete dönüşüyordu duygu ve düşünce dünyamda. Türkiye tarihi yüzleşmeden nefret eden ve buna hiç ihtiyaç duymayan bir kibre sahip. Cehennemi yaratan şey bu. O nedenle tüm bu katman katman tarihsellik bitmeyen bir kıyamet sesi olarak sesleniyor. Duyabilen için.
"Sûr, çıkan ses demek. Mezopotamya'dan dünyaya seslenen bir ses... Yani insanlığın doğduğu topraklardan çıkan ses, mahşer alanı ve davettir aslında yüzleşmek için. Kıyamet anlatısı benim için politik yönü çok güçlü olan bir anlatı. Hikâyede Melek İsrafil Sûr borusuna üfler ve yeryüzündeki tüm canlılar ölür. Bir kez daha üfler ve yeryüzündeki tüm canlılar dirilir. Radikal bir yan yanalığı hayal etmem için bir nedendir bu anlatı. Çünkü zamanın sıfırlandığı bir alanda, mahşer yeri diye canlandırdığım bu alan hem kendinle hem kendin dışındaki tüm canlılarla yüzleşmenin tek alanı. Yine vurgu yapmak isterim ki, radikal demokrasinin gerçekleştiğini hayal ettiğim tek alan.
"Aslında büyük bir yok oluş hikâyesi gibi görünen şey radikal bir başlangıç hikâyesi. Fakat bu radikal başlangıç hikâyesi gerçek bir yüzleşmeyle mümkün sadece. 'Yüzleşme' hasretini çektiğimiz bir kavram Türkiye'de. Bu yüzden 'Sûr' sesi kulağımdan gitmiyor. Bu aynı zamanda yükü ağır bir konu benim için. Diyarbakır'da aylar evvel bu sergiyi hazırlamaya başlarken ağır süreçler bekliyordu beni. Ardından depremin oluşu bu durumun ağırlığını iyice artırdı. Bu sebeple bu yükü ortaya koymak benim için hayati önemi olan bir mesele."
"İğneler zırh oldu"
Sergide, en çok dikkati çeken eserlerden biri de "Rosa". Pembe bir çocuk elbisesi üzerine pembe boyalar ve toplu iğnelerle oluşturulan bir eser. Bu eseri gördüğümde duygularımı saklayamadım. Kendi coğrafyamın acılarını çok derinden hissettim. "Rosa"yı da bir kirpi ile ilişkilendirdim. Eseri görünce bir izleyen olarak, kız çocuklarının kendini kirpi gibi dikenleriyle korumaya çalıştığı zihnimde canlandı.
Fatoş İrwen, yeğeninden hareketle hazırladığı bu eseri cezaevinin zor şartları altında hayal etmiş. "Bu eseri oluştururken sizin zihninizde neler vardı?" sorusunu şöyle yanıtlıyor İrwen:
*"Rosa", 2018 - 2020
"2015-2016 direniş hareketinde, efsanevi aktif bir kadın direnişçinin hikâyesi temel motivasyon kaynağım oldu. O ara doğan pek çok kız çocuğuna 'Roza' ismi verildi. Benim yeğenim Roza da o dönem bebeği. Ben cezaevine girdiğimde kardeşim ona ait bu küçük pembe elbiseyi özlemimi gidersin diye yollamıştı. Kıyafet alışverişinde bize teslim edilen her poşet üzerine isim yazılı bir kâğıt iğneyle iliştirilirdi.
"Biriktirdiğim iğneler bu elbiseye zırh oldu. Kirpi bedeni gibi. Tabi bu kadar iğne sayısal olarak imkansızdı. Orada başlayan uygulama dışarıdaki ilk yılımı da içerdiği için toplamda 4 yıla yayıldı. Bahsettiğin o kız çocukları da bu hayalin ayrılmaz parçası. Dişil direniş karakterlerini minik bir pembe kıyafet üzerinden anıtsal, dokunulmaz, minik ama görkemli bir zırh bedene dönüştürmek diye özetleyebiliriz."
(SH/AÖ)