Bu hafta benim zafer haftamdı. Yıllardır magazin takip ediyorum diye benimle dalga geçen herkes, bir anda gözlerini bu alemlerin en sıkı magazincisinin üzerine çevirdiler, bir magazin programında söylenenler haber kanallarında canlı yayınlanan basın toplantılarına neden oldu.
Mevzuyu bu kez uzun uzun anlatmama gerek yok, herkes izledi.
Magazini haberlere sokan adam olarak da bilinen ama, gönülleri asıl "Foolish casanova" adlı Petek Dinçöz şaheseriyle fetheden Can Tanrıyar, "Can'lı Hayat" adlı "bakın ne zorluklar çekerek buralara geldiler, yani aslında siz de yapabilirsiniz" konseptli hayat dersi veren ve iç geren programının bu haftaki bölümüyle hayatının golünü attı.
Konuk Bülent Ersoy'du, elbet bir haber çıkacaktı bu söyleşiden ama, bu kadarını herhalde piyasanın içini dışını bilen Can Tanrıyar bile tahmin etmemişti.
Ersoy program çekimlerinde 12 Eylül dönemindeki yasaklarını anlatırken, şimdilerde bir partinin genel başkanı olan bir isimden söz etti. Söz konusu bölüm program yayınlanmadan önce fısıltı gazetesi yardımıyla herkes tarafından tartışılır oldu.
Zira iddiaya göre söz konusu parti başkanı 12 Eylül yasaklarının kaldırılmasını sağlamak için Ersoy'dan rüşvet istemişti. Hafta boyunca bununla uğraştık, sonunda iş Bülent Ersoy'un canlı yayınlanan bir basın toplantısı yapmasına kadar geldi.
Söz konusu basın toplantısının yapıldığı gün program henüz yayınlanmamıştı bile. Yani aslında dinlemediğimiz, izlemediğimiz bir hikâyenin derdine düştük bir haftadır. Programla ve basın toplantısıyla anlaşıldı ki Ersoy rüşvet dememişti.
Siyasetçi Deniz Baykal idi ve o dönemde para kazanmak için mesleğini yapıyordu, yani avukatlığı...
Ben işin kim yalan söylüyor tarafıyla ilgilenmiyorum aslen.
Benim derdim hem medyanın haleti ruhiyesi hem de sokaktaki insanın.
Olay patlak verdiğinden beri herkeste tuhaf bir hal var.
Sanki mevzu Bülent Ersoy'un yasaklarından kurtulmak için yaptıkları değil de, cinsel tercihi...
Medyada en düzgün yazdığı düşünülen insanlar bile (bkz: Bekir Coşkun) "önünü kestirip kadın olmak" gibi fevkalade rahatsız edici laflar kullanmaktan hiç çekinmediler.
Birkaç gündür memleket gazetelerinin köşeleri elbette doğal olarak işgal eden mevzuda, haklı ya da haksız Bülent Ersoy'a cinsel tercihi üzerinden tartışmanın yürümesi kadar can sıkıcı bir şey daha yok.
Bendeniz Bülent Ersoy'u sevenler grubuna dahil değilim. Müzikten de pek anlamadığımdan olsa gerek inanılmaz bir sese sahip olmasına rağmen, söz konusu sesten haz etmiyorum.
Ancak, 12 Eylül döneminde cinsiyet değiştirdiği için öyle ya da böyle, onun ya da bunun kararıyla sahneye çıkması yasaklanan bir insanın yaşadıklarına karşın hala dimdik ayakta olmasına, şimdiye kadar çok az insanın sesini çıkartıp laf ettiği 12 Eylül'ün beşi bir yerde generallerine her fırsatta ağız dolusu söylenmesini takdir ediyorum.
Bundan sadece birkaç yıl önceydi, darbecilerin yargılanmasının önündeki anayasal engelin kalkması söz konusu olduğunda Bülent Ersoy ne yazık ki alanı gereği sürekli muhatap olduğu magazin muhabirlerinden birine, "yasal engel kalksın, ilk davayı ben açacağım" demişti.
12 Eylül'ün 25. yılına bir iki hafta kala, manşetlerde Bülent Ersoy'u görmek ne yalan söyleyeyim bana iyi geldi.
Benimle aynı sebepten olmasa da, aynı yoldan darbeye ve darbecilere karşı çıkan bir kadının (-haa burada aman onun da şöyle böyle ilişkileri var, mafyası var, belalısı var diyebilirsiniz ama, kimin yok ki?) varlığı uzaktan da olsa beni mutlu ediyor.
Düşünün o kadın ki Marmaris'te yapılacak bir düğünde sahneye çıkmak için davet aldığında önce davetli listesini istiyor, listede ressam beşibiryerde varsa, gitmiyor o düğüne...
Ben kendince etiği olan insanları seviyorum.
Ondandır ki, hiç üstüme vazife olmamasına rağmen hangi taraftansın derseniz Baykal- Ersoy işinde, bendeniz 25 yıla beş kala, bir yasak üzerinden çıkan tartışmayla en azından böyle bir zamanda mevzuyu gündemde tutmayı başaran Ersoy'dan yanayım.
İyi sesten anlamasam da, mücadeleden anlıyorum zira...(ÇM/AD)