Türkiye, 16 Nisan 2017 referandumuyla “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi” bilinen adıyla “Başkanlık Sistemi”ne geçti. Yani, bu sistemle birlikte Meclis’in yetkileri kısıtlandı. 10 Temmuz 2018’de uygulanmayan başlayan bu sisteme geçişle beraber cumhurbaşkanının yetkileri artırıldı, yürütme organının başı oldu.
AKP ve çevresi Başkanlık Sistemi’ni, “Hızlı karar alınabilmesine olanak sağlıyor” diyerek savunurken, muhalefete göre sistem “demokrasiye, seçme, seçilme hakkına yönelik bir darbe” niteliğinde.
Yaklaşık iki yıldır Türkiye’yi yönetme şekli olan “Başkanlık Sistemi”ne çoğu kez muhalefet temsilcilerinden kimi zaman da AKP’li yetkililerden eleştiriler geliyor.
Eski Maliye Bakanı Kaya Erdem, Doğan Kitap etiketi ile okurla buluşturulan son kitabı “Neden Başaramıyoruz? - Demokratik Bir Türkiye”de, “Başkanlık Sistemi”ne odaklanıyor, çoğulcu katılımcı yönetimlere dikkat çekiyor.
“Demokratik bir Türkiye” için neredeyse bir yol haritası sunan kitap odağından Kaya’dan “Türkiye’nin demokratikleşebilmesi için yapılması gerekenleri?” dinledik…
“İktidara yardımcı olmak üzere bu kitabı yazdım”
Şimdiki ve gelecekteki liderlere” hitaben bu kitabı yazma ihtiyacı neden duydunuz?
Ben ülkemi, içinde bulunduğu sorunlardan kurtarmaya ve gelişmiş ülkeler seviyesine çıkarmaya kesin karar verdim.
Bu zor görevi başarabilmem için; bütün siyasi partilerin; basın, üniversite, meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve dernek mensuplarının; kamu ve özel sektörün yardımlarına ve fedakârlıklarına ihtiyacım olduğu bir gerçek.
Milletimin bunu başaracak gücü mevcut. Geçmiş 70 yıllık dönemde bunun örnekleri var. Millet olarak, hep birlikte başarılı olacağımıza, 70 yıllık bir kısır döngüyü kırarak gelişmiş ülkeler arasına dâhil olacağımıza inancım tam.
Bu anlayışla, hareket edecek olan mevcut veya gelecekteki iktidar liderine, neler yapılması gerektiği konusunda yardımcı olmak üzere bu kitabı yazdım.
“İktidarlarca özgürlükler kısıtlanıyor”
Kitabınızda çok temel sorunlardan birini soruyorsunuz. Gerçekten Türkiye demokratik bir Türkiye olmayı neden başaramıyor? Kitapta temel sorunlardan birini “iktidar gücünün denetlenmemesi” olduğunu söylüyorsunuz. Bunu biraz daha açar mısınız?
1950 yılında yapılan seçimlerle, Türkiye de Batı Avrupa ülkeleriyle birlikte çağdaş demokratik sisteme geçti ve temel hak ve özgürlükler konusunda büyük bir ilerleme sağladı. 1961 Anayasası ile eksikliklerimiz tamamlandı.
Ne yazık ki bu hak ve özgürlüklerin iktidarlarca zaman içinde kısıtlandığını görüyoruz. Kısıtlamalara karşı tekrar tekrar özgürlük ve haklar verilmesine rağmen bugün geldiğimiz noktada 180 ülke arasında Türkiye 154’üncü sırada. Ekonomik ve sosyal göstergelerde dünya ülkeleri arasında durumumuz ise şöyle
Yargı Bağımsızlığı | 151 ülke arasında | 102.sırada |
Basın Özgürlüğü | 175 ülke arasında | 154.sırada |
Hukukun Üstünlüğü | 127 ülke arasında | 107.sırada |
Demokrasi | 152 ülke arasında | 101.sırada |
Fert Başına Milli Gelir | 177 ülke arasında | 72.sırada |
Enflasyon | 159 ülke arasında | 3.sırada |
İşsizlik | 218 ülke arasında | 18.sırada |
Gelir dağılımı bakımından 27 Avrupa ülkesi arasında sonuncu sıradayız. |
Dünya ülkeleri arasında, Türkiye’nin sıralaması hiçbir endekste 50 ülke arasına girememiş, enflasyon ve işsizlikte ön sıralarda bulunuyor. Ülkemiz bu noktaya layık değil.
Bu duruma karşı hiç mi mücadele etmedik? Ettik: Bugüne kadar politikacılar (özellikle muhalefet partileri) basın, üniversite, meslek kuruluş ve sivil toplum örgütleri mensupları; demokrasiyi yaşatmak için, özgürlük ve hakların kısıtlanmasına karşı mücadele ettiler, büyük bedeller (hapis, görevden alınma, tutuklanma, para cezası vb.) ödediler ve ödemeye devam ediyorlar. Bütün bunlara rağmen geldiğimiz nokta, ülkemize layık bir yer değil. Peki, bu noktaya gelişimizin nedeni nedir? Bunun nedeni, kuvvetler ayrılığının tam sağlanamamasıdır.
Kuvvetler ayrılığı nedir? Çağdaş demokrasinin temeli kuvvetler ayrılığıdır. “Yasama, Yürütme ve Yargı birbirinden bağımsız olacaktır” hükmü anayasada yer alır.
Demokrasi için beş tedbir
Bu yargı bağımsızlığını sağlamak, güçler arası denge ve denetimin kurulması için ne yapmamız gerekli?
Yasamanın en önemli görevi, diğer bir ifadeyle varlık nedeni olan yürütmeyi denetlemesini sağlamamız gerekli. Öncelikle meclisi hükümetin meclisi olmaktan kurtarıp, güçlü ve tam bağımsız TBMM’yi kurmalıyız.
Yargı bağımsızlığı ve güvenliğinin kurulması ve uygulanması gerekiyor. Yerel yönetimlerin, güç odağı olmasının gerekliliği ortaya çıktı.
Kuvvetler ayrılığının tam sağlanması için bu üç tedbirin yeterli olmadığı, düşünceyi yayma ve örgütlenme özelliğinin getirilmesi ve yerleştirilmesinin de zorunlu olduğu tarihi süreçte ve uygulamalarda ortaya çıktı.
Basın, üniversite, meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri mensupları ve vatandaşlardan oluşacak güç odağı kuvvetler ayrılığı dengesine yardımcı olur. Siyasi partilerde iç demokrasinin kurulması ve yerleştirilmesi için gerekli reformların yapılması.
İşte bu beş tedbirin birlikte alınmasıyla gerçek anlamda tam kuvvetler ayrılığı temin edilmiş olur. Demokrasi mücadelesi veren gelişmekte olan ve geri kalmış ülkelerin (biz de dahil) hatası bu beş tedbiri birlikte yürürlüğe koymamaları.
Kuvvetler ayrılığı ilkesi özellikle Başkanlık Sistemi ile ortadan kalktı. Sizin kitapta çözüm amaçlı önerileriniz aksine. Bu değişikliğin (Başkanlık Sistemi) politikaya ve güncel ekonomiye nasıl bir yansıması oldu?
Başkanlık sistemi, Amerika Birleşik Devletleri dışında tercih edilen bir sistem değil.. 1950 yılından itibaren çağdaş demokratik sisteme geçen Avrupa ülkelerinin hiçbiri başkanlık sistemini tercih etmediler.
70 yıldır daha kolay uygulanabilen parlamenter sistemi dahi yerine oturtamayan, bir ileri bir geri giden ülkemizin güçler arası dengenin (yasama, yürütme, yargı, yerel yönetimler ve siyasi partiler) daha güç kurulduğu başkanlık sistemine geçmesinin hatalı bir karar olduğu kanaatindeyim.
Diğer taraftan, ülkenin içinde bulunduğu sorunun kuvvetler ayrılığının tam sağlanamamasından (iktidar gücünün denetlenememesi) kaynaklandığı unutularak, iktidar gücünü daha da artıran başkanlık sistemine geçiş, ülkenin sorunlarını çözmediği gibi artmasına sebep oldu.
Bir “Avrupa Yerel Yönetimler Şartı”dan söz ediyorsunuz ki bir dönem Kürtlerin savunduğu özerklik buna benzerdi. Sizce Kürtler mi durumu anlatamadı tam olarak ya da devlet aklı mı süreci analiz edemedi, anlamadı?
Avrupa Yerel Yönetimler Özellik Şartı uluslararası anlaşmayı Türkiye, 1991 yılında kabul etti. Bu anlaşma gereğince, İç İşleri Bakanlığınca hazırlanan “Mahalli İdareler Yasası” taslağı, 1998 yılında meclisin erken seçim kararı alması üzerine kanunlaşamadı.
Yerel yönetimler reformundan maksat, yerel yönetimlerin ulaşım, imar, su, parklar gibi yöre halkını ilgilendiren konularda, kararın seçilen belediye meclisleri ve başkanlarınca alınması, iktidarın karışmaması anlayışıdır.
Yörede (il, ilçe ve mahalle) yapılacak iş yeri, mesken, kültür ve parklar gibi işlerin yapılmasında karar yetkisinin yerel yönetimlere ait olması özerkliğidir. Yoksa bir etnik grubun talep ettiği özerklikle, mahalli idarelere verilen ve düşünülen özerkliğin bir yakınlığı ve ilişkisi yoktur.
“Demokrasilerde toplumun görüşlerine önem veriliyor”
Son olarak, özellikle demokratikleşme açısından iktidar partilerine, muhalefete ve kamuoyuna ne gibi görevler düşüyor?
Bugün karşı karşıya bulunduğumuz enflasyon, işsizlik, yoksulluk, rüşvet ve adaletsizlik gibi sorunların nedeninin, iktidar gücünün denetlenmemesinin, diğer bir ifadeyle tam kuvvetler ayrılığının sağlanamamasının ortaya çıkardığı bir sonuç olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Bu gerçeği, topluma benimsetmenin hepimize düşen bir görev olduğu inancındayım. Birinci hedefimiz bu olmalıdır.
Bu hedefe ulaşabilmek için basın, üniversite, sivil toplum örgütleri ve dernek mensuplarına büyük görev düştüğü görüşündeyim. Siyasi sistemde reform yapılabilmesi için sivil toplum örgütlerine (basın, üniversite, meslek kuruluşları) önemli görevler düşüyor. Çünkü çoğulcu demokrasilerde toplumun gösterdiği tepkilere büyük önem veriliyor; hükümet, parlamento ve partiler halkın isteklerini öncelikle ele alarak gerekli duyarlılığı gösteriyor.
Tarihte kral ve sultanların ancak halkın toplumsal baskısı karşısında bu yetkilerinden vazgeçtiklerini görüyoruz. İktidar gücünün denetlenmemiş olmasından, iktidar ve siyasi mutludur. Onları kral veya sultan yapan gücün denetlenmesini istemezler.
Çünkü partilerin hiçbirinin seçimlerden önce vatandaşa açıkladıkları seçim beyannamelerinde, siyasi sistemde reform yapılacağına dair bir husus yer almadı.
Bunu sağlamak için birinci hedef; siyasi partilere, iktidara, baskı uygulayacak bir kamuoyu yaratmak olmalıdır. Bundan dolayıdır ki siyasi partilere, basın, üniversite, meslek kuruluşları ve sivil toplum örgütleri mensuplarına büyük sorumluluk ve görev düşüyor.
"İktidar gücünü denetleyemedik"
Son olarak ne eklemek istersiniz?
Avrupa ülkeleri ikinci cihan harbi sonrası süratle demokrasiye geçtiler ve kuvvetler ayrılığını da gerçekleştirerek bugünkü gelişmişlik seviyelerine ulaştılar. Biz de 1950’de demokratik sisteme Batı Avrupa ülkeleriyle birlikte geçtik. Türkiye’nin demokrasiye geçiş kararını, pek çok meslektaşı gibi Harold D. Lasswell de 1964 yılında yayınlanan “Turkish Political Elite” isimli kitabında “Eşi görülmemiş bir başarı” diye nitelendirmiştir.
Ne yazık ki bize verilen bu değerli imkanı 70 yılda geliştirmek bir yana, daha da geriye götürdük. Hiçbir zaman kuvvetler ayrılığını tam sağlayamadık, iktidar gücünü denetleyemedik.
Sonuçta ülkemiz geri kalmış ülkeler liginde, layık olmadığımız yerde bulunuyor. Her geçen yıl, bizim gerimizde olan ülkelerin bizi geçtiklerini görmenin üzüntüsünü milletçe yaşıyoruz.
Sorunun nedenini tespit ettik, şimdi diyebilirsiniz ki çıkış yolu nedir? Bunun tek yolu, kuvvetler ayrılığını tam olarak sağlamalayız.
Peki, kuvvetler ayrılığını sağlamak için neler yapmamız lazım? Gelişmiş ülkelerin yaptıklarını tekrarlamamız gereklidir. Onların uyguladıkları dışında yeni yollar aramaya gerek yok.
Bunları tekrarlayalım:
1- TBMM dokunulmazlığının ve iktidarı denetlemenin
2- Yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının
3- Düşünceyi örgütleme ve yayma özgürlüğünün
4- Yerel yönetim özgürlüğünün
5- Siyasi partilerde, parti için demokrasinin yürürlüğe konulması ve taviz verilmeden yerleştirilmesi.
Önemli olan bu beş tedbirin birlikte alınması gerekliliğidir. Bu suretle güçler arası denge sağlanarak tam kuvvetler ayrılığı gerçekleştirilmiş olur. Yeter! Bir yetmiş yıl daha kaybedemeyiz. Bir yetmiş yıl dahamız yok! “Neden başaramıyoruz” yerine “Başardık, demokratik bir Türkiye yarattık” diyelim.
Kaya Erdem hakkında Çocukluğu Karadeniz'in değişik kasabalarında geçti. İstanbul Ticaret Lisesi'ni, Şeker Şirketi'nin burslu öğrencisi olarak okudu. Yüksek Ticaret Okulu'nu bitirdikten sonra, Susurluk Şeker Fabrikası'nın kuruluşunda yer aldı. Hazine Müsteşarlığı bünyesinde çalışmaya başladı. Hazine Müsteşarlığı ve SSK Genel Müdürlüğü yaptı, aynı kurumun görevlendirmesiyle birkaç kez yurtdışında bulundu. 1966-1969 ve 1973-1976 yılları arasında Ekonomi Müşaviri olarak Londra Büyükelçiliğinde görev yaptı. 12 Eylül 1980 sonrası kurulan Bülend Ulusu hükümetinde Maliye Bakanı ve Anavatan Partisi'nin kuruluşunda Özal'ın yanındaki isimlerden biriydi. Beş sene boyunca Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı görevinde bulundu. 1989-1991 yılları arasında ise Meclis Başkanlığı yaptı. Bu görevleri sırasında 12 seçim, 37 hükümet ve 4 darbeye tanıklık etti. 17 sene İzmir Milletvekili olarak parlementoda yer aldı. Türkiye'nin çalkantılı yıllarında hep kritik görevlerde bulundu. 1928'de idealist bir öğretmenin oğlu olarak Safranbolu'da doğdu. |
(EMK)