İnternet üzerinden iletişim kuran bir arkadaş grubu ile doğuyor dergi fikri. Yaklaşık 30 kişilik bir ekibin ortak katkısıyla yedi ayda beşinci sayıya ulaşıyor.
Caddede "saha"dan sergi
Mehmet Şenol, 1962 doğumlu ODTÜ mezunu, yayıncı ve reklam ajansı yöneticisi. Ana Britannica yazı kurulunda çalıştı. Yeni Gündem, Birikim ve Şizofrengi dergisinde bulundu. Şenol ve arkadaşları içinde oldukları bu hem tanıdık hem yabancı alt-kültürün yazıya dökülmesi gerektiğini düşünmüşler.
Belki derginin kendisinden daha fazla konuşulan ise internet sitesi. Yaklaşık 40.000 forum katılımı ile hareketli bir site. Yazı alışkanlığı olmayan taraftar kitlesine bu alışkanlığı kazandırmayı amaçlayan tribüncüler, Mayıs ayında Yapı Kredi Yayıncılık ile İstiklâl Caddesinde bir sergiyle sahalardan sanatçıların da çıkabileceğini ispatlamak istiyor.
Zayıfın kazanma şansı
Serginin adı Pank-Art. Bu sergiye ve tribün'e dair söyleşimizi derginin kurucu editörü Mehmet Şenol'la yaptık.
Futbol sizin için ne anlam ifade ediyor?
Futbolun bir yaşam biçimi olduğunu düşünmüyorum. Temelde futbola içerdiğinden daha fazla bir anlam yüklemek taraftarı değilim. Sonuçta bu bir oyun. Olasılıkların çok olduğu zayıfın da her zaman kazanma şansı yakalayabildiği bir oyun.
Doksan dakika sürüp biten bir olay olmaması onu ayrıcalıklı kılıyor. İnsan hayatındaki keyifli anlar bir kez veya nadiren yaşanıyor. Çok keyif aldığı bir konseri izlediğinde. Evlendiğinde, çocuğu olduğunda... Oysa maç her hafta var, etkisi sürekli ve yüksek. İnsanın kendisini ifade etmesi açısından da etkili. Sürekliliği var yani.
Futbol takımlarının şirketleşmesi ve borsaya açılması konusunda ne düşünüyorsunuz ?
Dünyada bu süreç 60'lardan itibaren başladı. Yıllık 500 milyar dolarlık bir sektör bugün futbol. Dünyanın savunma ve gıda sektörleri ile beraber en iyi gelir getiren beş sektöründen biri olarak kabul ediliyor.
Dolayısıyla şirketleşmeyi, borsaya açılmayı doğal kabul ediyorum. Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA), Uluslar arası Futbol Federasyonları Birliği (FİFA), düzenleyici bir rol oynamayı sürdürüyorlar.
Burada en mağdur taraf kuşkusuz taraftar kitlesidir. Devre dışı bırakıldılar ve kendilerine yeni bir rol biçildi: Tüketici olmak. Oyun içinde sadece görsel bir unsur, etkisiz bir eleman olarak görülmeye başlandılar. Onlara sorulmadan bilet fiyatları belirlendi, onlara sorulmadan forma tasarlandı.
Endüstrileşmeye dair pek çok şey için onların fikri alınmadı. Tüm bunların toplamında, Avrupa'da 70'lerde ultra-aslar (tribün gurupları) doğmaya başladı.
Manifestolar ortaya koyarak kendilerini deplasmanlara gitme özgürlüğü, formalara oyuncu isminin yazılmaması, yönetimlerin desteğini reddetme; onların grubu olmadan kendi ayakları üstünde durmayı denediler. Bu günümüz futbolunun daha sağlıksız bir yere kaymasını önlemiştir.
Türkiye'de durum nasıl? 12 Eylül'ün Türkiye'deki futbol kültürüne etkisi ne olmuştur? Tribün grupları kendi sularında mı gelişiyorlar yoksa çıkar ilişkileri burada da karşımıza çıkıyor mu?
Bizde bağımsız taraftar gruplarının oluşumu çok daha yeni. Daha önce mahalle isimleriyle anılan, stat dışı birlikteliği olmayan grupçuklar var. Parayla işleri yok bunların. Çünkü üzerinde çok tartışılan bir konu değil henüz. Türkiye bugün bile Avrupa'nın dönmeyi özlediği dönemin atmosferini yaşıyor. Yani oradaki kadar bir endüstriyelleşme yok bizde şimdilik.
Türkiye'de kendiliğinden yürüyen bir alt-kültür var. 12 Eylül sonrasında oluşmaya başladı. 80 sonrası futbola ilgi öncesine göre arttı kuşkusuz.
İşte Ankaragücü takımının, taraftarları kabullenmiyor ama birinci lige çıkartılması absürd bir olaydır. İhtilalin futbola bakış açısını da ele veriyor. Tüm takımların para ve güç elde etmek isteyen çekirdek grupları var.
Ama tuttukları takımı gerçekten benimsedikleri için onun çevresinde halkalanan ve örgütlenen insanlar da yok değil. İşte bunlar son dönemde yoğun biçimde dernekleşiyor. Ve gerek yönetimlere ve gerekse de topluma karşı vizyonlarında güç ve ayrıcalık kazanıyorlar.
Karşıtlıkları doğurma potansiyeli dışında gruplaşmaların olumlu olduğunu düşünüyorum. Sonuçta bir kimlik kazanma durumudur bu. Yani cemaat kimliği içinde sığ düşünceli olduklarından farklı bir kimliğe bürünenler olabilir. Bu risk futbol dışı kurumlar içinde geçerlidir kuşkusuz.
Daha önce sokaklarda kavga etmek dışında ilişki kurmamış bir alana hoşgörü ve anlayış taşımak olası mı?
İddiamız şu: Biz hala futbolun o saf duygusunun ve oyun olarak güzelliğinin farkında insanların varlığına inanıyoruz. Ama bu kendi kliklerinde tıkanıp kaldığı müddetçe kaçınılmaz olarak bir çatışma ihtimali taşıyacaktır. İşte Tribün'ü birbirimizi anlamak, tanımak için bir platform olarak düşündük. Tartışmalar olacaktır tabii ama rekabeti sokaklarda değil de yazılı alanda yapmanın gereğine inandık.
Yıllar öncesine dayanan husumetli taraftar grupları, Tatangalar (Sakarya), Kızılcıklıyla (Eskişehir), Göztepelilerle,Karşıyakalılar, Ankaragücü taraftarıyla, Gençlerbirliği taraftarları arasında hiçbir bağlantı kurulmamış.
Kendilerinin bile nedenini bilmedikleri bir düşmanlık var aralarında ve biz onlara tanışma fırsatını yaratacak bir zemim sunduğumuzda ciddi anlamda yazı alışkanlığı olmayan, hayatında bir kompozisyon yazmamış insanlar kaleme sarılıyor ve ortaya olağan üstü şeyler çıkıyor. Eminim buna kendileri de şaşırıyordur. Diyalog çağrıları yapılıyor.
Son Ankaragücü-Göztepe maçında hiçbir olay çıkmadı. Maçtan önce iki takımın taraftarları tribün forumlarında tartıştılar anlaşmazlığın kaynağı nedir bunu sorguladılar. Ve anlamsız bir düşmanlık içinde olduklarını fark ederek buna bir son vermeyi kararlaştırdılar. Dolayısıyla tribün tarzında yayınların çoğalmasını bekliyoruz. Tüm gruplar kendi yazılı kültürlerini yaratmalı.
Ekip ve okuyucu profiliniz nedir?
Dergiyi kuran kadro genel itibariyle Galatasaraylı. Kuruluş aşamasında diğer İstanbul takımlarından da arkadaşlar vardı ama azınlıktaydılar. İlk sayı bu yüzden biraz fazla Galatasaraylı oldu.
Fakat ısrarla çağrımızı yaptık. Karşılığını da kısa sürede gördük. Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin tribün gruplarından samimi tepkiler aldık. Özellikle Anadolu takımlarından beklediğimizin çok üstünde bir reaksiyon geldi. Ki onlar kendilerini ifade olanağını İstanbul takımlarının taraftarları kadar bulamıyorlar.Okurlarımız arasında "aydın" diyebileceğimiz insanların olduğunu biliyoruz.
Tabii bu derginin daha farklı insanlara hitap etmediği anlamına gelmiyor. Yazıyla arası olmayan okurlarımız da katkıda bulunuyor ve güzel ürünler ortaya çıkabiliyor. Özellikle İnternet sitemizdeki forum çok canlı ve katılımın yoğunluğu yönüyle de çok hareketli. Yani dergiyle, futbolla ilişkili pek çok insanın yazıya olan kabiliyetlerini açığa çıkarma fırsatını verdik.
Futbolda "derin" anlamda da bir İstanbul-Anadolu ikiliği olduğunu düşünüyor musunuz?
Ben Anadolu'nun taraftar grupları anlamında bu ölçüde örgütlenmiş olduğunu önceden bilmiyordum. Dergi çıktıkça, yorumlardan çok şey öğrendik. Pek çok insan yeni şeyler öğrendi. Anadolu'nun kendine özgü birtakım kavramsal ayrımlar yaptığını, mesela oligarşi gibi bir tanıma ulaştığını, İstanbul'u Bizans diye, Dukalık diye tanımladığını gördük.
İstanbul'da, üç büyük takımın rekabeti bazı gerçekleri görmemizi engelliyor. Anadolu takımlarını buraya gelip yenilecek takımlar olarak kabul ediyoruz. Oysa bunlar yaşayan bir varlık olarak mevcudiyetlerini sürdürüyorlar ve şehirlerinde büyük bir ilgiyle haklarında yorum yapılıyor, tartışılıyor, piyangolar düzenleniyor. Canlı bir atmosfer yaratıyorlar.
Federasyon İstanbul'da, üç büyük kulüp İstanbul'da ve Türk futbolu burada doğmuş dolayısıyla burada beslenmiş ve buradan yayılmış. Abartmaya gerek yok.
Bunun siyasi bir anlamı olması gerekmez ama İstanbul-Anadolu ayrımında, Anadolu'nun mazlum durumda olduğu noktasında hemfikiriz. Entelektüel düzeyde değil bu karşıtlık. Daha naif, daha duygusal. İdeolojik bir yönü yok. Mesela İngiltere'de her takımın temsili bir sınıf kökenine dayanması, İspanya'da belirgin bir politize geçmiş vs. Toplumda belirgin kategorik ayrımlar olmadığı gerçeği burada da karşımızı çıkıyor.
Satış rakamınızı nedir? Dağıtımı neden kendi imkanlarınızla yapıyorsunuz?
Yaklaşık 2500 satışımız var. Dağıtım kanalı olarak tekeli seçmememiz orunluluktan oldu. Çok ağır koşullar öne sürüyorlar çünkü. Dolayısıyla kendi dağıtım kanalımızı oluşturarak insanlara ulaşmaya çabalıyoruz. Buda bizi sınırlıyor kuşkusuz.
Site dergiden daha fazla ilgi görmüşe benziyor.
İnternet üzerinden yayıncılığın bildiğimiz anlamda basılı yayıncılığın yerini alabileceğine inanmıyorum. Ama tribün özelinde tribundergi.com 'un farklı bir önemi var. Çünkü pek çok bağlantıyı biz bu site sayesinde kurduk. Ve derginin içeriğine katkı noktasında da yararlanıyoruz. Yeni yayıncılıkta böyle bir şey var. Dergi insanlar için lüks kaçabiliyor. Hem derginin doğrudan ulaşamadığı daha çok sayıda insana sitenin hitap etmesi de önemlidir.
Kendi kabuklarına kapanmış insanların ve bunların oluşturduğu grupların karşı karşıya gelmesi anlamında da bir ilk. Yayıncılık açısından da başarılı bir deneme olarak görüyoruz. İnternet gerçekten güçlükleri olan bir alan. Kontrol ve bir ölçüde disipline etmeyi gerektiriyor.
Aksi taktirde örneğin küfürlü veya seviyesiz tartışmalar, sataşmalar olabiliyor. Bu yüzden 1000'e yakın insanı atmak zorunda kaldık. Bunlardan geri dönenler olmuştur mutlaka ama sağlamaya çalıştığımız seviyeyi gerekirse bu şekilde koruyacağımızı da ispatlamış olduk. Giderek artan katılım ve katılanların devamlılığı tercihimizin tutulduğu anlamına geliyor sanırım.
Pank-Art nedir?
Pank-Art fikri bizde öteden beri vardı. Çünkü biliyoruz ki sahalarda çok ilginç sloganların, dizelerin yer aldığı pankartlar kullanılıyor. Avrupa'da özellikle İtalya'da ise daha özel anlamda bu işle ilgileniliyor. Duyularımızı yapmaya başlamamızla birlikte yoğun bir ilgiyle karşılaştık. İnsanlar inanılmaz bir hızla bir şeyler üretmeye başladı.
Biz de söz verdiğimiz gibi İstanbul'un odağı olan bir yerde bu ürünlerden oluşan bir sergi yapmak için hazırlıklarımızı sürdürüyoruz. Yapı Kredi Yayıncılıkla görüşmelerimiz bitme aşamasında ve sergi için İstiklal Caddesini kullanmayı planlıyoruz. Mayıs ayında. Bunun dışında daha yaratıcı projelerimiz de var. Sürpriz olarak önümüzdeki dönemde bunları da uygulamaya koyacağız.
Tartışmaya açtığınız bazı konular var. Mesela İstiklâl Marşı'nın maç öncesinde okunmasına dair. Neden karşısınız?
PKK eylemlerinin yoğunlaştığı dönemde başlayan maç öncesi milli marş okuma uygulaması, marşa atfedilen kutsallıktan ötürü dokunulmazlık zırhına büründü. Kimse de bölücü damgası yememek için buna itiraz edemedi.
Oysa dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yok. İşte biz dergide ve değişik platformlarda bu konuyu açtığımızda aslında çoğu kimsenin bizimle aynı görüşte olduğunu fark ettik. Hatta milliyetçi arkadaşlardan da bizi onaylayanlar oldu. Bu arkadaşlardan birisinin yazısı son sayımızda yayınlandı.
Bir milli maçta anlamlı olabilecek bu uygulama ikinci üçüncü lig maçlarında sıkıcı durumlar yaratabiliyor. Öncelikle saygısızlık yapılıyor. Çok sayıda insan bir arada olduğu için kimisi çekirdek çitliyor, kimileri konuşmasını sürdürüyor, sigarasını içiyor, küfredenler veya şimdilerde banttan okutulduğu için kesinlikle umursamayanlar da oluyor. Ulusal bir değerin rutin haline getirilmesi hoş değil kısacası. Yabancı futbolcular için de sıkıcı bir durum kuşkusuz.
Polisin statlardan çıkarılması konusunda ne düşünüyorsunuz? Özel korumalar polisin görevini yapabilir mi?
Bence mesele polisin veya özel korumanın olup olmaması değil problem, insan psikolojisine saygılı bir güvenlik anlayışına sahip olunmasıdır. Yinede sivil görevlilerin varlığı doğru değil. Tribünün içinde taraftarların arasında polisin olmaması gerekir.
Çünkü seyirci kendi içinde meselesini çoğu zaman çözüyor. Polis taraftarın içinde onu engelleyici bir tutum takınıyor ve bu da pek çok mesele yaratıyor. Temelde sıkıntımız eğitimli bir seyirci kitlesine sahip olmamamızla ilgili ama polis-jandarmanın yaptığı gibi kabalıkla ve zorla da eğitim mümkün gözükmüyor. (İS/NM)