'Küreselleşme Çağında Sol ve Kutsal'başlıklı toplantıya dinleyici katılımı oldukça düşüktü. Buna karşın konunun ilginçliği iki saat süren programın etkileşimli biçimde yürümesine olanak sağladı. Din heterodoksisi üzerine çok sayıda inceleme ve romana imza atan tarihçi Reha Çamuroğlu, beyin fırtınası şeklinde geçen söyleşi-konferansta tarzını koruyarak duymaya alışık olmadığımız konularda fikirler ileri sürdü.
Solcuyu solcu yapan ne?
Solun tarihine dair eleştirel bakış açısının kökenini ilk gençlik yıllarında bu ideolojiyi benimserken kendisini iten duyguları analiz ederek başlayan Çamuroğlu şunları söyledi, "İlk gençliğimde kendimi solcu olarak tanımladığımda bunun nedeni, üretici güçlerin önündeki engelleri ortadan kaldırmak, iktisadi gelişimi hızlandırmak değildi. Bu şekilde düşünerek solcu olmuş birisi varsa ona da 'Vah yazık!' derim. Bir çok arkadaşımla paylaştığım bir görüşüm var. Nedir solcuyu solcu yapan, bir kabileye aidiyet duygusu mu? Bugün sola dair tartışılan hemen tüm konuların solun tarihine baktığımızda tartışıldığını görürüz. Sol tarihle özdeşleşmiş isimleri incelediğimizde örneğin özel mülkiyete karşı olanlar-olmayanlar vardır, toplumsal dönüşümün bir devrimle olabileceğini düşünenler-düşünmeyenler vardır, şiddeti kutsayanlar, ona karşı çıkanlar vardır."
Sol ne? Solcu kim?
Sol'un tarihsel olarak geniş bir yelpazeye sahip olduğunu belirten Çamuroğlu, bunun farklı eğilimleri dışlayarak görmezden gelinemeyeceğini vurguladı. Ortak birikiminin önemine işaret eden Çamuroğlu şöyle konuştu, "Şimdi Bakunin'in solcu kabul edildiği bir tayfta Stalin solcu olabilir mi ? Benim bu noktadaki tercihim tüm bu ayrımları solun ortak değer birikimi kabul etmektir. Buradaki kriterimde kendimin ortaya koyduğu bir şey değil bu unsurların kendilerini ifade ediş biçimidir. Örneğin, Nazilerin önde gelenlerinden anti kapitalist olanlar vardı. Üretim araçlarının özel mülkiyetine karşı olanlar vardı. Bir sosyal devrim gerektiğini ileri sürenler vardı. Ama kimse onlara solcu demez çünkü kendilerini sağda görürler. Ama bunların çok benzerlerine solcu dendiği dönemler olmuştur ve olmaktadır çünkü kendilerini solcu olarak lanse etmişlerdir.
Homojen bir sol yok
Sol yelpaze bu kadar çeşitlidir. Stalin'den Bakunin'e, Saint Simon'a, Olof Palme'ye kadar geniş bir çizgi vardır. Bu noktada şuna karşıyım, son dönemde solu yeniden tanımlamaya dönük tartışmalarda kullanılan bir terim vardır, deniyor ki: Sol tahayyül özgürlükçüdür! Ya da sol tahayyül anti-otoriterdir deniyor. Birincisi böyle bir sol tahayyül yok. Yani bahsedilebilir,homojen tek bir tahayyül yok. Sol tahayyüller var . İkincisi bu iddiada bulunmak ancak kendi tahayyüllünü sola atfetmek olur ki, pratikte bunun bir anlamı yok. Çünkü sol tahayyül özgürlükçü değil . Şu söylenebilir otoriter sol tahayyüller olduğu gibi özgürlükçü sol tahayyüller de vardır . Bir diğer örnek olarak sol tahayyül üretim araçlarının özel mülkiyetine karşıdır demek de mümkün değildir. Çünkü buna karşı olmayan eğilimler de var. Dolayısıyla bir kimsenin buna ben de dahilim sol adına söyledikleri kendi tahayyüllerinden öteye geçmiyor.
Devrim yapılmaz olunur!
Şimdi solun içinde bulunduğu durumun memnuniyet verici olduğunu düşünmüyorum. Bu memnuniyetsizlik değişimin yönünü tespit etmekte, nasıl bir değişim üstlendiğinin anlamına sahip olmakta bozgunlara çok uğramış olmaktan kaynaklanıyor. Bundan yirmi yıl önce pek çok solcu şu görüşte birleşirdi; sosyalizm aşağıdan yukarı bir devrimle siyasal iktidarın ele geçirilmesi ve iktidar ile üretim araçlarının toplumsal mülkiyetine son verilerek yeni bir düzenin kurulması mümkündür. Şimdi bu yaşanan büyük çöküşlerden sonra böyle bir tanım kimi tatmin eder bilmiyorum . Ama beni etmediğini söylemeliyim. Bütün bu süreç gösterdi ki sol, yeni bir ekonomik örgütlenme biçimi değildir. Bugün pek çok kimse bu görüşte birleşiyor, sol bir iktisadi kalkınma modeli değil. Tamam ama sol yeni bir siyasal iktidar biçimi de değildir. Ursula Le Guin'in Mülksüzler'inde bir karakterin söylediği'Devrim yapılmaz devrim olunur ancak!' başka bir ufkun önemli işaretlerinden sayılabilir.
Ölümü yok sayamayız
Fakat bunu söylemek kolay da, solun mevcut yapısı içinde yapmak zor. Çünkü bir toplumsal kurtuluşu dışlayan bu görüşte başka bir şeye daha işaret ediliyordu: bireye. Yani bir sınıfa veya sınıflara değil. Kolektif bir varoluşa değil, bunun içinde özgür bir boyuta; devrim olabilecek bireye atfedilen bir yaklaşım. Buradan başka bir kapıyı da aralamak zorundayız. Solun geçen yüzyıldaki egemen çizgilerine baktığımızda, bana tuhaf gelen bir gerçekle karşılaşıyoruz: Ölüm yok kabul edilir. Yani hayat bir taraftan ıskalanmış gibidir. Sınıflar ölümlü olmadığından mıdır nedir? Kişinin en ciddi problemlerinden biri görmezden gelinmiştir. İnsan belirli bir süresi olduğunu bilir. Bu sürede yapmak istedikleri, kendine vermek istediği anlamlar olabilir. Burada hayatı ıskalamak söz konusu. Yani senin kanın canın, duyguların yok mu? Ölüm ve hayat ikilemi söz konusu olduğunda bir şeyle karşı karşıya kalırız: birey olmak durumuyla. Çünkü bunu tek başımıza yaşayacağız. Partimizle veya sınıfımızla değil.
Devrim şehitleri ölümsüz(dür) mü?
Kişi olarak şu soruları sorarız, Hayatın anlamı nedir? Ölümden sonra bir çeşit varoluş mümkün mü? Varsa veya yoksa ona göre düşüneceğim ona göre yaşamımı belirleyeceğim. Bunlar metafiziğin kaçınılmaz sorularıdır. İnsanoğlu çağlar boyunca bunları düşünmüştür ve durum bugün de farklı değildir. Bu soruları sormaya başladığımızda ise davet edeceğimiz kavram kutsal'dır. On dokuzuncu ve yirminci yüzyılın egemen sol hareketlerinin kutsala davranışı sert olmuştur. Yetmişli yıllarda bizim dilimizde metafizik, aşağılık bir sözcüktü . Kutsal ancak günlük kullanımda yerine başka bir şey koyamadığımız için başvurduğumuz bir kelimeydi. Örneğin devrim şehitleri ölümsüzdür gibi bir sloganı nereye koyacağımız ciddi bir merak konusuydu. Bir, şehit kavramının kullanılışı iki, ölümsüzlük kavramı! Kapıdan kovulan kavramların bacadan içeriye alınışı. Üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gereken bir konudur .
Tarihin yanıltıcılığından kurtulmak
Oysa kutsal, din ve din-dışına ilişkin çalışmalar son yirmi yılda olağanüstü gelişti. Bu biraz da sembolik düşünce tarzının yeniden canlanışıyla, kimilerinin post-modern dediği dönemin başlangıcıyla ilişkilendirilebilir. Ama ben basit bir örnekle bu konuyu açmak isterim. Kutsal hayatımızda sürüp giden bir durum değildir . Arada bir ortaya çıkar. Ya da gördüğümüzde tanıdığımız bir durumdur. Gayet iyi biliriz ki yüzme bilmeyen bir insan boğulma tehlikesi atlatan bir çocuğu kurtarmak için denize atlayabilir.Yani kendi varlığını aşabilecek bir davranışta bulunabilir. Ve bu bir anda ortaya çıkar. Kimse bunu beklemez. Bu tarihsel bir davranıştır aynı zamanda. Çağları aşan bir içeriğe sahiptir. Kutsal, din tarihçisi Eliade'nin deyimiyle 'bizi tarihin yanıltıcılığından kurtarır'. Burada kastettiğim, solda uzun süre tartışılan araçlar ve amaçlar ilişkisi ile bağlantılı bir durumdur. Mesela bir coğrafyada sosyalizmi korumak için yüz elli bin insan öldürülüvermiştir. Bunu meşrulaştıran anlam ise ileride kurulacak güzel ülke olarak gösterilmiştir. Yani amaçlar için zorunlu denilen araçlar kullanılmıştır. Bunun faturasının çok ağır olduğunu biliyoruz. İşte burada tarihin yanıltıcılığının açık bir örneğini görürüz. Sonlu bir toplumsal kurtuluş fikri o tür araçları büyük ölçüde davet etmektedir.
Musibetin kaynağı: Bireyin reddi
Hepimizin hayatında kutsallık hissettiğimiz anlar vardır. Aşk, eğlence, üzüntü ve yas anları olabilir. Ama kişiyi en temel sorunlarıyla içermeyecek bir toplumsal dönüşüm mümkün olabilir mi? Bireyin en temel sorunlarıyla ilgilenmeyi bağlamının dışına koyan, bunu hesaba katmayan bir proje olanaklı olabilir mi? Solun tarihindeki pek çok musibet bu yaklaşımla ilişkilidir. Üzerinde durduğum tezim şudur: Kutsalın meşruiyetinin sola geri dönüşünün kapılarını sonuna kadar açmak. Buna ilişkin yeni bir kavrayış, yeni bir düşünce tarzı. Solun geleceğiyle yakından ilgili bir meseledir bu.
Kutsal = Din, yanlış
Kutsalla din arasında kurulan özdeşliğin aceleci bir önerme olduğunu düşünüyorum. Eliade'nin kutsala ilişkin tanımında belirttiği gibi 'Kutsal din-dışının zıddıdır.' Başka bir deyişle dinlerin içinde ortaya çıkan tartışmalar sonunda Amerikalı Psikolog Rollo May'in deyişiyle sürekli 'Tanrının ötesindeki tanrıyı arama çabası' var olan kutsalı yeni kutsallarla aşma çabası din ile kutsal kavramlarının birbirini çağrıştıran yakın kavramlar olduğunu ama asla özdeş olmadıklarını ortaya koyuyor. May, kutsalın dini içerdiğini, dinin belirli bir bağlamda tanımlanmış bir kutsallar bütünü olduğuna işaret ediyor. Bu anlamda solun tarihinde bir din karşıtı tutum olduğunu görmekle birlikte bunun kutsala karşı da takınılmış bir tavrı içermediğini düşünüyorum . Örneğin İspanya iç savaşında tüm mülkiyetin yüzde 34'üne sahip olan kiliseye karşı hareket sürerken köylülerin ellerinde Meryem Ana ikonaları taşıdıkları bir tabloyu görüyoruz.Fransasız Devrimi sırasında kilise karşıtı hareketin İsa ve Meryem figürleriyle bir arada yürütüldüğünü biliyoruz.
Yahudilerin tarihi-solun tarihi
Sol belki en uzak durması gereken militarizme daima yakın durmuştur. Solcu tipolojisinin evrimini incelediğimizde, ilk solcular kendi duruşlarıyla da bir çağrı biçimi oluşturan tiplerdi. Derviş-keşişler, 'Dediğimi Yap Yaptığımı Yapma' deme lüksüne sahip değillerdi. Ama daha sonra gelenlerin böyle bir kaygısı olmamıştır. Duruşu ile bir politika yapma biçimi olarak solu ayırarak kendini tanımlayan tipler oluştu. Modern İsrail devletine kadar tüm toplumlarda bir Yahudi tipolojisi vardır. Tüccar, entelektüel gibi. Ama sivil bir tip oluşu en belirgin özelliğidir. Mitolojideki en son Yahudi savaşçı tipi Golyat'ı yenen Davut'tur. Oysa modern çağda biz bir mareşal görüyoruz . Elinde kılıcıyla askerlerini teftiş eden bir Yahudiyle karşılaşıyoruz: Leon Troçki . Sivil tipoloji terk edilip savaşçı, siyasetçi kimliğine bürünen Yahudi toplumu bu anlamda sol içinde bir örnektir. Bayraklarında Kalaşnikofların yer aldığı, askeri kıyafetlerin moda olduğu, belalı erkek tiplerinin model olduğu bir sola işte böylesi bir sivil geçmişten gelinmiştir . Bir başka deyişle dişil özelliklerini yitiren sol avcı-savaşçı bir tipe doğru evrimleşmiştir. Dünya solundaki genel bir eğilim olarak bunu söylüyorum.
Kutsal daha gerçekçi
Öküz dergisi yazı kadrosunda yer alan Rahmi Öğdül ise kavramları tersten bir perspektif algısıyla sorgulama gereğine işaret ettiği konuşmasında şunları söyledi:
* Küresel karşıtı hareketlerde eski tanımlarla, çerçevelerle hiçbir değerlendirmenin yapılmadığını geçişli, kaygan bir yapının ortaya çıktığını görüyoruz. Tartışmayı da böylesi bir tersten perspektif anlayışıyla,burada dinin bakış açısıyla değerlendirmek gerekir. Yaşam sürekli hareket halinde, her türlü dondurma, kalıplaştırma bir yerde patlak veriyor. Yaşam kendi yatağını tekrar buluyor. Kutsalın bakışı çoğu zaman solunkinden daha gerçekçi.
Solda yaşam yoktur
* Tanımlamak istemiyorum ama bana göre kutsal ele avuca geçmeyen, kendini hissettiren, gövdesiz bir beden gibi, kodlanamayan, belki anarşist bir kavram .
* Kutsalın bilinçdışıyla ilişkisini de göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bilinçdışı bir fabrikadır, tiyatro değil görüşüne katılıyorum. Herhangi bir sınırlamaya girmeden üreten bir fabrika...
* Çamuroğlu'nun solda ölümün olmadığına dair iddiasına ben de şu şekilde bir açılım getirmek istiyorum: Solda yaşam yoktur. Gerçekten solun içinde yaşam sürekli kaçan bir şey. Sürekli ilerde gerçekleşecek güzel günlere yapılan atıfla yaşamın ertelendiğini görüyoruz . Bu anlamda bir ölüm-severlik olduğu söylenebilir.
* Klasik Marksist gelenek içinde Spinozacı anlamda yaşama vurgu yok. Burada problem güçsüzleştirilmemiz. Weber'in belirttiği gibi formel aklın biçim almış hali olan bürokrasi, bizleri güçsüzleştiriyor . Böylece tinden arındırılmış, içi boşaltılmış, kutsaldan uzaklaştırılmış varlıklar olarak kolay manipüle edilebilir hale geldik . Hepimiz modern devletin karşısında kolay vazgeçilebilir varlıklarız. Çözüm kudret kavramında odaklanıyor. Ben solda anarşist anlamın daha belirgin olduğunu düşünüyorum.(EK)