"DDK derhal bu konuda bir özeleştiri yayınlamalı, bunu bütün basına duyurmalı ve basın buna çok geniş yer vermeli. Çünkü, bunun da üstü kapatılırsa, aynı şeyle yıllar boyunca karşılaşacağız ve bu bizim büyük utancımız, ayıbımız olacak."
Prof. Dr. Baskın Oran da, "rezalet" diye nitelediği DDK raporunun hâlâ "Milleti Hakime" mantığıyla düşünülerek yazıldığına, üstelik Lozan Antlaşması'yla ilgili de yanlış bilgiler içerdiğine dikkat çekti.
Çetin: Cumhurbaşkanı Sezer özür dilenmesini sağlamalı
DDK raporunun Anayasa'ya ciddi bir aykırılık taşıdığını ve bunun asla savunulamayacağını söyleyen Çetin, DDK'nin bağlı olduğu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e de görev düştüğü kanısında.
"Devletin yurttaşlarını yabancı statüsüne sokması vahim. Bir hukuk devletinde mümkün olmayan bir şey. Cumhurbaşkanı devleti en üst düzeyde temsil eden kurum. Hele hele Sezer'in hukukçu kimliğine bakılırsa, bu hatayı açıkça dile getirilip derhal rapordan çıkarılarak özür dilenmesini sağlamalı."
"Yurttaş saymamak yeni değil, nedeni hatanın kabul edilmemesi "
Çetin, daha önce Yargutay ve mahkeme kararlarında, yönetmeliklerde de TC yurttaşlarının "yabancı" sayıldığına dikkat çekti.
"Bu sınıflandırmaların, bu vahametin devam etmesinin nedeni, bu kurumların bu hatalarını açıkça kabul etmekten ve özür dilemekten kaçınmaları. Bu konuda baroların, insan hakları örgütlerinin de harekete geçmesi gerek
"Eğer vatandaşlarınızı yabancı olarak görüyorsanız, 'Etnik kimlik olarak Türkler vatandaştır; etnik köken olarak Türkler dışındakiler vatandaş değildir' diyorsunuz demektir. Bu hukukta kabul edilemez. Bunun bir adım ötesi, Kemal Kerinçsiz ve ekibinin yaklaşımıdır."
Çetin, DDK'nin raporunu düzeltmemesi ve özür dilememsi halinde, azınlık vakıflarının raporun düzeltilmesi ve özür dilenmesi talebiyle idare mahkemesine başvurabileceklerini de ekledi.
Oran: Lahasümüt kafasıyla düşünüyorlar
Çetin'in sözünü ettiği Yargıtay kararına Prof. Dr. Oran da değiniyor.
"Rapor'u yazan muhteremler gayrimüslim vakıflarının arazi miktarını da yabancıların satın aldığı/sahip bulunduğu miktara katmış bulunuyorlar. Bu, 'Vatanımız yabancıya satılıyor' paranoyasının bir parçası. O kafayla yazılmış ve o kafayı tahrik ediyor. Artık, bu yaklaşım, bu paranoyanın ne kadar büyük bir hastalık olduğunun göstergesi değilse, hiçbir şey değildir.
"Aynı rezaleti Yüce Yargıtay da (2. Hukuk Dairesi) 06.07.1971 tarihinde yapmış, üstelik bu rezalet 08.05.1974'te yine Yüce Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından da tekrar edilmişti. O tarihte bu Genel Kurul, işin içinden '...bir yanılgı sonucudur' diye çıkmaya çalışmıştı (ama yine de sözkonusu vakfın -Balıklı Rum Hastanesi Vakfı - malına bilabedel el konulmasını çatır çatır onaylamıştı!). Bakalım şimdi Devlet Denetleme Kurulumuz ne yapacak. Bu kurul, 1981'de kuruldu. Devlet başkanlığına bağlı. Sadece yargıyı ve bittabii TSK'yi denetleyemiyor."
Oran bu rezaleti açıklamak içinse "Lahasümüt" terimini kullanıyor.
"Lahasümüt mantığında, bir insanın/kurumun sadece halk nezdinde değil, ayrıca resmi doktrinde 'Türk' sayılması için Laik, Hanefi, Sünni, Müslüman ve Türk olması gerekiyor, bunlardan biri eksik olursa o 'Türk' değildir. Bunun DDK tarafından da hatmedilmesinde yarar var.
"Bizim Azınlık Raporunda ortaya attığımız Türkiyeli teriminin ne kadar önemli olduğu sanırım bir daha ortaya çıktı. Daha da çok çıkacak. Çünkü 'Türk' bir etnik/dinsel grubun adı. Milletin adı falan değil, çünkü en azından Lahasümüt olmayanları dışlıyor. DDK üyeleri 'Türkiyeli' terimi çerçevesinde düşünselerdi, bu rezalet doğmazdı. Lahasümüt kafasıyla düşündükleri için doğdu."
"Milleti Hakime mantığı sürüyor"
Oran, bu bakış açısının Milleti Hakime (hüküm veren) mantığına dayandığını söylüyor.
"Asıl sorun şu: Raporu yazanlar, 1454'te kurulan 'Millet Sistemi' kafasıyla hareket ediyorlar. Milleti hakime mantığını güderek bunu yapıyorlar. Onların kafasında Türk milleti ikiye ayrılıyor
1. Milleti hakime: Yani Lahasümütler
2. Milleti mahkume: Lahasümüt olmayanlar
"Osmanlı İmparatorluğu'nda olsaydık, yani Kemalizm'i yaşamamış olsaydık durum biraz farklı olacaktı; milleti hakime=lahasümüt denklemi olmayacaktı. Bu durumda Kürtler de girecekti Lahasümüt'ün içine.
"Ama bizim bu özel konumuzda hiçbir şey fark etmiyor. Osmanlı'da da gayrimüslimler Milleti Mahkume'ydi (hakkında hüküm verilen), Kemalizm'de de öyle. Raporu, kaçınılmaz olarak milleti hakime gözüyle yazıyorlar."
"Lozan'ı da bilmiyorlar"
DDK'nin "Yabancı Uyruklu Gerçek Kişiler İle Yabancı Ülkelerde Kurulan Tüzel Kişiliğe Sahip Ticaret Şirketlerinin Türkiye Cumhuriyeti Sınırları İçerisinde Taşınmaz Edinmeleri Uygulamalarına İlişkin İnceleme Raporu" nda şöyle deniyor:
"Osmanlı döneminde çıkarılan bazı irade ve fermanlarla Müslüman olmayan unsurların İmparatorluk coğrafyasında ibadet yeri, okul, hastane, düşkünlerevi vb. tesisler kurmalarına izin verilmiştir. Lozan Antlaşmasının imzalanması sırasında konferansa katılan ülke temsilcilerinin karşılıklı mektupları ile bunların varlıkları korunmuştur. Bunlar arasında Rum, Ermeni ve Musevilere ait vakıflar öncelikle akla gelmekle birlikte; Türk Ortodoks, Bulgar, Gürcü, Süryani, Keldani ve Maruni'lere ait vakıflar da bulunmaktadır."Oran, buradaki Lozan Antlaşması'yla ilgili bilgi yanlışlığına da dikkat çekiyor, raporu yazanların "Lozan Mektupları'nın ne olup ne olmadığından haberleri yok" diyor.
"Bu mektuplar Türkiye'yle İngiltere, Fransa, İtalya arasında verişilmiştir (teati edilmiştir) ve bu ülkelerin çeşitli kurumlarının (okul, hastane, vs.) Türkiye tarafından tanınmasına ve devamına ilişkindir. Mesela Saint Joseph'in devamı böyle mümkün olmuştur.
"Bunların azınlık kurumlarıyla tabii ki hiçbir ilgisi yoktur, çünkü azınlıklar TC vatandaşıdırlar; yabancı değildirler. Onların hakları Lozan'ın 'Azınlıkların Korunması' başlıklı Kesim 3'ündeki 37-44. maddelerle korunmuştur; mektuplarla değil. Daha bu ikisi arasındaki farkı bile bilmiyorlar. Çünkü Türk olarak yalnızca Lahasümüt'leri biliyorlar.
"Teorik bilgileri eksik. Hiçbir devlet kendi vatandaşlarının mallarıyla ilgili başka bir devlete hesap vermez, eğer bir kapitülasyon anlaşması sözkonusu değilse." (TK)