Hazırlıksız gidilen ama hükümet ortakları arasındaki uyumsuzluklar ve alternatif bir hükümetin yaratılamaması nedenleriyle kaçınılmaz hale gelmiş bir seçim. Türkiye sorunlarını çözemez duruma gelmişti ve demokratik kurallar çerçevesinde halka başvurmaktan başka çare kalmamıştı.
Seçimi hükümet ortaklarından birisi istedi. Kimse, bu isteme karşı duramadı. Sonradan yapılan seçimi erteleme girişimleri başarısız kalınca, sandık ufukta göründü. Sandık ufukta göründü, ama, bu seçim, kolayca beklenebileceği gibi, hükümet ortaklarını tasfiye edecek bir seçim olacak. Gerçekten de, hükümetin üç ortağı da seçim barajı altında görünüyor.
Hukuksal altyapısı bozuk bir seçim
Seçime, sağlıklı ve halkın istemine uygun bir hukuksal altyapı kurulmadan gidiliyor.
Siyasal partiler sisteminin çok bölünmüş olduğu ülkemizde, halkın tercihlerinin parlamentoya yansımasını sağlayacak düzenlemeler yapılamadı. Seçim barajı yüzde 10'da kaldı ve siyasal partilerin seçim ittifakı yapmasını sağlayacak değişiklikler gerçekleştirilemedi.
Siyasal partilerin ve adayların eşit koşullarda yarışmalarını sağlayacak önlemler alınamadı. Partilerin ve adayların seçim harcamalarının tavanının belirlenmesini ve tavanın aşılıp aşılmadığının denetimini sağlayacak yasal düzenlemeler yapılamadı.
Bir başka eşitsizlik kaynağı olan partilere devlet desteği kabul edilebilir ölçütlere bağlanarak yeniden düzenlenemedi.
Seçim coğrafyası ve milletvekillerinin seçim bölgelerine dağıtımındaki adaletsizliği giderecek düzenlemeler yapılamadı. Kırsal alan, parlamentoda ağırlıklı olarak temsil edilmeye devam edecek. Aynı sayıda oy alan iki siyasal partiden kentli oylarını alan daha az milletvekili, kırsal oyları alan daha çok milletvekili sahibi olacak.
Öte yandan, siyasal partilerin uymak zorunda olduğu kuralların bir bölümü bugünkü anayasaya bile aykırı duruma düştü. Parti içi demokrasiyi gerçekleştirecek düzenlemeler yapılamadı, adayların belirlenmesinde halkın etkisizliği, liderlerin ise tek seçiciliği sürüyor.
Medyanın siyasal partiler karşısında yansız kalması ve tüm siyasal partilere eşit olanaklar sunması, seçimin özgür ve adil bir biçimde yapılmasının ön koşuludur. Bu, hem siyasal partilere fırsat eşitliği sağlamak açısından hem de seçmenin bilgi edinme hakkını kullanmasını sağlamak açısından gereklidir. Ama bu gereklilik de seçim öncesinde gerçekleştirilememiştir.
3 Kasım seçimi, bütün bu nedenlerle eleştirilecektir.
Seçim sonucunun meşruluğu sorunu
Bütün bu eleştirilere, öyle görünüyor ki, seçim sonrasında, seçilen meclisin meşruluğu tartışması eklenecektir.
Bütün kamuoyu araştırmaları, yalnızca iki partinin seçim barajını aştığını, iki-dört partinin bu barajı aşabilme olasılığının az da olsa var olduğunu, öbürlerinin barajın altında kalacağını gösteriyor.
VERSO AŞ'nin araştırmasına göre, seçime kadar durum değişmezse, seçmenin oylarının yüzde 57 dolayında bir bölümü Mecliste temsil edilemeyecek. Böyle bir durum, seçim adaletine aykırı olmanın yanında, demokratik çerçevede ciddi bir temsil krizi yaratmaya adaydır.
Aslında, temsil edilmeyecek oyların yüzde 53 değil de yüzde 43 ya da 33 olması çok fazla bir şey değiştirmez. Önümüzdeki günlerde, bir-iki parti daha barajı aşabilir. Ama, oyların yüzde 30 gibi büyük bir bölümünün, demokratik ölçülerde, temsil krizi yaratmayacağını kim söyleyebilir? Bu konuda, oyların yüzde 50'sinin temsilinin bir temsil krizini önleyeceğini söylemeye, böyle bir ölçü koymaya demokrat hangi lider cüret gösterebilir? Bunu söylese, kimi inandırabilir?
Kamuoyu araştırmalarının ortaya koyduğu bugünkü durumun seçmeni hiçbir biçimde etkilemeyeceği de söylenemez. Hangi siyasal partiye oy vermeyeceğini bilen ama oy verecek partiyi bulmakta sıkıntıyla karşılaşan seçmenin, sonuçta gönülsüz de olsa kendisini oy vermek zorunda hissetmesi ve oyunu böylece kullanması, seçmenin iradesinin özgürce gerçekleşmesini engelleyecektir.
Seçmen bu sıkışıklığı bir başka açıdan da yaşamaktadır: Türkiye'nin en çok oy almaya aday siyasal partisinin lideri seçimde aday olamamıştır. Bu yetmemiş, kurucu üyelikten ayrılmak zorunda kalmıştır. Partisinin üyesi değildir ve partisi, en sonunda, seçime beş kala, bir kapatma davasıyla karşı karşıya bırakılmıştır. İkinci en çok oy almaya aday siyasal parti ise, "aman, onun gelmesini engellemek için bana oy ver"in ötesinde kendisini seçmene anlatmak için yeterli çabayı göstermekte mi?
Seçmen, beğendiğine oy vermek yerine, beğenmediğini engelleyeceği düşünülene oy vermek durumunda kalırsa, özgür seçimden söz edilebilir mi?
Neresinden bakılırsa bakılsın çok tartışılacak ve yeni bir seçimi kısa sürede gündeme getirecek bir seçim yaşayacak gibiyiz. (ZÜ/BB)