* 17-31 Mayıs tarihleri 1996’da İstanbul’da gerçekleşen 1. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı’nda alınan kararla Gözaltında Kayıplara Karşı Uluslararası Mücadele Haftası olarak kabul edildi.
Hüseyin Taşkaya 42 yaşındayken 6 Aralık 1993’te Urfa’nın Siverek İlçesi’ne bağlı Bağlar Mahallesi’nde gözaltında alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamadı.
Hüseyin Taşkaya Nasıl Kaybedildi? |
Kürt bir iş insanı olan Hüseyin Taşkaya’yı 6 Aralık 1993’te evden gözaltına alan otuz kişilik konvoyu Üsteğmen Ahmet Şentürk yönetiyordu. Konvoyda Sedat Bucak’ın kardeşi Ahmet Bucak, Bucak aşiretine bağlı korucular Halil Beyazkaz, İsmet Özeyranoğlu, Kemal Üzeyroğlu, Mustafa Üzeyroğlu ve emniyetten Kemal isimli bir görevli de vardı. Bucak aşireti reisi ve korucubaşı Sedat Bucak kendisiyle görüşen Tşkaya ailesine “Bizim ekip almış fakat devlete teslim etmiş, bundan sonra haberimiz yoktur, devlet biliyor” dedi. Başvurulara rağmen Taşkaya’nın gözaltına alındığı inkar edildi. |
Taşkaya kaybedilmeden bir hafta önce dört çocuğu ve eşiyle birlikte İstanbul’a taşınmış, işleri için Siverek’e gitmişti. Hüseyin ve Sultan Taşkaya’nın en küçük çocukları Serpil Taşkaya babası kaybedildiğinde 7 yaşındaydı.
Şimdi 27 yaşında, kendisinin de bir çocuğu olan Serpil Taşkaya ile konuştuk.
“Çok güzel bir çocukluk geçirdim” diye anlattığı babasıyla geçirdiği yedi yılı; hem babasının kaybedilmesi hem İstanbul’da yaşama hem de “Kürtçe konuşmayın” baskılarının onu nasıl değiştirdiğini; korkularını; kötü giden okul hayatının içinde duyduğu “Baban okumanı isterdi” cümlesi sonucu şimdi yüksek lisans yapan bir kadın olduğunu anlattı.
"Kızların okumasını istemezlerdi, babamsa farklıydı"
Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Dört kardeşiz, üç ağabeyim var. Çocukluğum yedi yaşına kadar çok güzel geçti. Çevremdeki çocuklar bana, hayatıma özenirdi. Herkes yokluk içerisindeyken ben bolluk içerisindeydim. Güzel oyuncaklarım, kıyafetlerim olurdu. Ben kıyafetlerimi, oyuncaklarımı isteyen arkadaşlarıma verir onlarınkini ben giyerdim.
Babamla ilişkim çok iyiydi. dört beş yaşındayken okuma yazmayı öğretti bana, beş yaşında da okula başladım. Benim için babam farklı bir yerdeydi, sürekli birlikteydik. Ben babama, babam da bana çok düşkündü.
O dönemde bizim oralarda kız çocukları çok değerli değildi, okutulmasına karşı çıkılırdı. Bizde öyle değildi, babam çok farklı bir insandı.
Babam ben doğmadan önce altı sene hapishanede kalmış. Kürt olmak suçtu zaten o dönemde. “Terör” demişler ama suçsuzluğu anlaşılmış, sonunda beraat etmiş. Okuma yazmayı hapishane öğrenmiş, yüzlerce kitap okumuş orada. Bizim okumamıza çok önem veriyordu.
1993 Aralık’ında neler yaşandı?
Babam müteahhitti, hapishaneden çıktıktan işleri iyi gitti, güçlendi. Bucak aşireti vardı Siverek’te. Aşiret sistemi kendisine rakip birini istemez. Babam tehdit edilmeye başlamış, annem anlattı bana sonradan, babama bir şey olacağından korktuğunu söylemiş.
Böylece İstanbul’a taşındık. Aziz amcam buradaydı, daha önce onları ziyarete gelirdik.
"Annem, babam ve ben İstanbul Üniversitesi önünde. Yıl 1990. |
"Geri bırakmayacaklarını biliyorduk"
Aynı ay içinde babanız kaybedildi. Nasıl hatırlıyorsunuz?
Biz evi yerleştirmeye çalışırken yaklaşık bir hafta sonra babam işleri için Siverek’e gitti. Dayımların evinde kalırken 30 araçlık bir konvoyla gelenler eve baskın yapıyor. Aralarında Üsteğmen Ahmet Şentürk, Bucak aşiretinden Sedat Bucak’ın kardeşi Ahmet Bucak, soyadını bilmediğimiz emniyet amiri Kemal ve korucular da varmış.
Herkesin gözü önünde olmuş, amcamlardaydık, bize dayımlar haber verdi. Götürdülerse artık gitti dedik. Daha önce çok insan götürüldü bizim oralarda ve bir daha haber alınamadı. Yine bekliyorsunuz gelmesini ama o gün “Babam öldü” dedik, geri bırakmayacaklarını biliyorduk.
Ben çok küçüktüm ama bağrışmalar, ağlaşmalardan babamın öldüğünü biliyordum.
"Ağabeylerim okulu bırakmak zorunda kaldılar"
İstanbul’da babanızdan sonraki süreç siz çocuklar için nasıl geçti?
İstanbul’a taşındıktan bir hafta sonra babamın kaybolduğu haberi geldi. Bir yandan babamın kaybedilmesi bir yandan İstanbul’da yaşamaya çalışmakla, Kürt olmamız nedeniyle bize yönelen baskılarla karşı karşıya kaldık.
Ağabeylerim babamdan sonra okulu bırakmak zorunda kaldı. En büyük ağabeyim üniversiteyi kazanmıştı gitmedi, diğerleri de lise ve ortaokulda iken okulu bıraktı, çalışmaya başladı. Bir iş de bilmiyorlardı işin kötü tarafı o. Babam öyle hayat vermiş ki hiçbirimiz çalışmayı bilmiyorduk. Çekirdek, çikolata sattılar sokakta.
Otobüsle bir yere gidip gelmek de tuhaf gelirdi, Urfa’da yürüyerek giderdik. Sokakta kendi dilimizde konuşmamız suçtu, insanlar “Niye Kürtçe konuşuyorsunuz?” diye tepki gösteriyorlardı. Başka eve taşındık daha sonra, ev vermiyorlardı bize.
Babamın kaybedilmesinden sonra Siverek’teki akrabalarımız da yavaş yavaş buraya gelmeye başladı. Onların desteği çok büyüktü.
"Nereli olduğumu, babamı, Kürt olduğumu hep sakladım"
Sizin okul hayatınız nasıl geçti?
Ben ilkokul ikinci sınıfa burada İstanbul'da başladım. Öncesinde çok hiperaktif, akıllı bir çocuktum; babamın verdiği eğitim vardı. İçine kapanık değildim. Şımartılıyordum da.
Babamı kaybettiğim dönemden sonra çok farklı bir çocuk oldum. Hep içime kapanıktım, kendimle konuşurdum. Okulda kimseyle konuşmaz, bir köşede otururdum. Babamın kaybedilmesi ve yaşadığımız ötekileştirme bende çok büyük bir etki yarattı.
Hiçbir yerde Kürt olduğumu, nereli olduğumu söyleyemez, babamla ilgili konuşamazdım. Hepsini sakladım. “Nerelisin?” dediklerinde başka bir yer diyordum çünkü korkuyordum. Urfalıyım deyince herkes bana saldıracakmış gibi geliyor. Hep korkutulduk.
"Baban okumanı isterdi"
Şimdi Başbakanın karşında, Galatasaray Meydanı’nda babasının akıbetini soran bir kadın var. Bu dönüşüm nasıl gerçekleşti?
Fotoğraf: Veysi Altay |
Günün şartlarının değişmesiyle de alakalı. Eskiden dışarıda Kürtçe konuşamıyordum ama bu gün istediğim her dilde konuşabilirim.
Asıl dönüm noktam ise lisedeyken oldu. Çok başarılı bir öğrenci iken babamdan sonra çok başarısız oldum, okul hayatım çok kötü oldu. Lisede iki sene sınıfta kaldım.
O zaman annem bana babamın okumamı ne kadar istediğini, kendisinin de benim avukat olmamı beklediğini söyledi. “Okumuş olsaydım o gün hakkımızı arayabilirdik, okumamamın cezasını çok büyük ödedim” diyordu. Babamın cezaevinden ağabeylerime yazdığı mektuplarda da hep “okuyun” diyor.
O anda kafama dank etti. En azından babamın istediğini yerine getireyim dedim.
Liseyi dışarıdan bitirdim. Urfa Haran Üniversitesi’nde Tarih okudum, şimdi de İstanbul Üniversitesi’nde yüksek lisans yapıyorum. Bitmek üzere, doktora yapacağım inşallah. Hepsi babamın beni bu şekilde görmek isteyeceği düşüncesiyle oldu.
Avukat olmaktı amacım ama o zaman bilmiyordum sözel bölüm seçtim, oradan hukuk okunamıyormuş. Belki bundan sonra okuyabilirim.
"Ben korkuyu atlattım"
Cumartesi eylemlerinin hayatınızdaki yeri ne?
Küçükken annem çok Türkçe bilmiyordu, ben biliyordum, onunla birlikte gidiyorduk bazen. Küçüktüm, çok da anlamıyordum, sadece babamın fotoğrafının anlamı vardı. O zaman saldırılar oluyordu, bir keresinde yeni aldığım ayakkabım kaybolmuştu, çok üzülmüştüm. Zaten yokluk içindeydik
Üniversiteye gittiğimde Urfa’daki eylemlere gitmeye devam ettim. Teyzemde kalıyordum ve annemle o korktukları için beni bırakmıyordu teyzem çok. Ama Aziz amcam, “Git” diyordu.
Yaşadıklarından çok korkmuşlar. Hepsine tanık olmuşlar; geliyorlar, alıyorlar ve gidiyor. Şimdi Faik amcamı da aldılar, KCK tutuklusu. Bu nedenle çok korkuyorlar.
Ben de diyorum ki; zaten yapmaya çalıştıkları şey bu, korkutmak. Bana göre korkuların üstüne gitmek gerekiyor. Benim üzerimdeki korku gitti. Korkuyu atlattım.
Şimdi çocuğum var, 13 aylık henüz. Galatasaray meydanı’na birkaç kez çocuğumu da götürdüm. Babamın en çok görmek istediği benim çocuğumdur diye düşünüyorum. Oraya götürmek çok büyük anlam ifade ediyor, onun da orada olması gerektiğini düşünüyorum.
Son zamanlarda cumartesileri İngilizce kursum olduğu için gidemiyorum meydana. Ama işlerimi yoluna koyunca daha yakından ilgilenmek istiyorum.
Hala benim çocukluğumdaki halim gibi kayıplarını söyleyemeyen insanlar, o meydana gelmeyenler var. Ben İstanbul’da oturup konuşuyorum ama bizim oralar nasıl bilmiyorum. Hala aşiret var orada ve insanlar korkuyorlar. Onların da katılımıyla kayıplarla ilgili mücadelenin mümkün olduğunca geniş kitlelere yayılmasını istiyorum.
" 'Sorumlu' dediğimiz için bize soruşturma açıldı"
5 Şubat 2011’de kayıp aileleri Başbakanla görüştüğünde siz de oradaydınız. Bu görüşmeden beklentileriniz nelerdi, ne kadarı karşılandı?
Umut kıvılcımı oluyor ama genel anlamda bir beklentim yoktu. Çünkü görüşmenin seçimlerin yaklaşmasıyla ilgili olduğunu, devletin kendi politik amaçları için kullandığını düşündüm. Cemil Kırbayır ve Tolga Baykal Ceylan hakkında biraz inceleme yapıldı. Daha sonra Cumartesi Anneleri’nden hiç bahsedilmedi.
Ki, bizim sorumlularımız vekil adayı oldu. Dönemin Urfa Valisi Tevfik Ziyaeddin Akbulut 2011 seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi'den (AKP) Tekirdağ adayı oldu. Biz Tekirdağ’da yaptığımız basın açıklamasında diğer isimlerle birlikte onun da sorumlular arasında yer aldığını söyledik. Açıklamayı okuduğum için bana ve sanırım amcama soruşturma açıldı. Bir suç yoktu, bir şey çıkmadı, zaten soruşturma sırf korkutma amaçlıydı.
Çözüm süreci ile ilgili neler düşünüyorsunuz?
Kürt olduğumuz için yaşadığımız baskıları anlatmıştım. Bu konuda atılan adımları olumlu buluyorum. Bu çok büyük bir mücadeleydi zaten. Sürecin Faik amcam ile ilgili olumlu bir şeylere yol açması umudum var. Ancak süreç kayıplarla alakalı değil, devletin kayıplarla ilgili bir şeyler yapması gerekiyor.
Bizim davalarımızdan hiçbir sonuç çıkmadı şimdiye dek. Her yerde sorumluların kim olduğunu söylüyor, isimlerini veriyoruz ama araştırılmıyor.
Babamı almaya gelen konvoyda Sedat Bucak’ın kardeşi Ahmet Bucak vardı diyorum, sadece ben değilim bunu diyen, bir sürü görgü tanığı var. Konvoyda olan Ahmet Şentürk Ergenekon davasında yargılandı ama babamla ilgili yargılanmadı.
Her kayıptan sorumlu bir sürü insan var, devlet bu konuda hiçbir şey yapmadı, kimse yargılanmadı, kayıplar aydınlatılmadı. Bu süreçte de aydınlatılacağını düşünmüyorum. (BK/HK)
* Kayıplar Haftası 2013 Söyleşileri
“O An, 12 Yaşında Kendini Kaybetmiş Bir Çocuk Vardı”
"Her Bayramda İki Aile Aynı Mezar Başındayız"