Fotoğraf: Pinterest/Rach B
Ciran (komşu) olan Fatoş (asıl adı Fatma) Bese ve Emina, Fatoş'u aralarına almış sohbet ediyorlar. Fatoş, ciranların en yaşlı olanı. O, sadece daha yaşlısı değil, aynı zamanda bilgisiyle derin bir göl gibi. Bu da, çok meraklı olmasından olsa gerek.
Fatoş'un bilgeligi ve güçlü hafızası, dillere destan o yörede. Tarih, dil ve coğrafya bilgisinin yanı sıra mahalleye hangi tarihte kim nasıl taşınmış, işleri güçleri ne, kaç çocuklular, huyları nasıldır, hangi partiye oy verirler, merak edilecek ne varsa ondan öğrenmek mümkün.
Yani, yeter ki soru sorulsun kendisine. O, anlatacaklarını masal ya da destanmış gibi anlatıverir size. Bundan dolayı, özellikle o mahallenin kadınları onu çok sever ve sayarlar. Yeni bir şey öğrenmek istediklerinde ona başvururlar ve öğrendiklerini de onunla paylaşırlar. Ve bilirler ki, Fatoş'un bilgisi en hakiki olanıdır. Bitti!
İşte yine Haziran ayının sıcak bir gününde, evlerinde canları sıkılan bu üç ciran bir araya gelir. Oturdukları yer, Fatoş'un yola bakan, önünde iki akasya ağacı olan bahçeli evinin arkasıdır. Öğleden sonraları akasya ağaçlarının serinliğinde oturmaya doyamazlar. Emina (en genci ve ortaokula kadar okuduğu için Türkçesi en iyi olanı) çok bilmişlik yapmaya çalışsa da, Fatoş emsalsiz, kıvrak zekâsıyla onu çeşmeye susuz götürüp susuz geri getirebilecek kadar zeki ve kurnazdır. Zaten yeri geldiğinde “Benim okumam yazmam olsaydı, dağları delerek aşardım” dediği çokça duyulurdu.
Bu kadınlardan en “saftirik”i de Bese'dir, Fatma'ya göre. Bese, her söylenene inanan, elindeki son ekmek parçasını paylaşmaktan kaçınmayacak kadar fedakâr bir kadındır. Bu üç ciranın sohbetleri ağırlıklı olarak mahalle sakinlerini ve yoldan gelen geçenleri konu alır. Başlarındaki tülbentlerin kamufle edici özelliği sayesinde, geçenleri süzmeleri zor olmaz. Çoğu zaman, insanları gözden kaybolana kadar inceler ve uzun uzadıya ve sabırla yorumlar yapar, hatta o kişilerin sülalelerinin de kulakları böylece çınlatılmış olurlar.
Bu ciranlar, kendi cinslerinden olanlara hem övgüler düzer, hem de acımasızca iğnelerler yeri geldiğinde.
Bir süredir sadece arkadaşlarını dinlemekle yetinen Emina, dün duyduğu trajik bir konuyu anımsar:
"Duydunuz mu? Benim altımda oturan Yaşar'ın annesini hastaneye kaldırmışlar."
"Niye, ne olmuş re?" diye telaşlanır Bese.
Fatoş dikkat kesilir hemen. “Halla halla, hastalanmış mı?”
"Yok yok! Kulağına böcek girmiş, diyorlar, ne bileyim!"
Bese ile Fatoş "Wuy" derler hep bir ağızdan. Emina'ya daha da sokulurlar. Bese "Wuy wuy wuy" demeye devam eder. Emina'nın anlattıklarını pek duyamayan Fatoş, “Nere ala sus a!” der Bese’ye. Heyecanlanmıştır fena halde. Emina'nın ağzı, onların odak noktası haline gelmiştir. Anlatılanlardan etkilenen Fatoş'un eli gayriihtiyari kulağına gider. Tiksintiyle ürperir.
-"Xızır çoluğumuz çocuğumuzdan uzak götürsün” der Bese. Başını kaldırıp doğuya çevirir (halbuki güneş çoktan batıya kaymıştır). Emina anlattıkça Bese'nin “Wuuuy, dür vo, dür vo” demeleri ritmik bir senfoniye dönüşür. O da, başını kaşımaya başlar; bir zombi de onun kulağına hücum edecekmiş gibi.
"Ma o nasıl bir böcektir ki öyle kulağa giriyor? Gece olmuş he" diye sorar Fatoş.
Soruların ardı arkası kesilmiyor ki kadıncağız anlatıversin bildiklerini.
"Ne he! Gece girmiş diyorlar a! Zavallı kadın uyuyormuş...A...birden bağırarak uyanmış. Ma diyorlar onun bağırtısını herkes duymuş binada..."
"Né, sen duymadın he?" Bese şaşkınlığını gizleyemez.
"Babamın başı ki duymadım. Şimdi zavallı kadın sağır olmuş, diyorlar, ne bileyim ha" der Emina başını sağa sola sallayarak. Üzgündür.
"Ma o nasıl bir böcekmiş? Wuy wuy wuy! Nere, bizde de çoq var ha" der Bese.
"Ne bileyim, diyorlar karafatmadır!"
-"Wuuuy!" diye bağırır Bese. "Nere ma, karafatma çok pis bişedir ha! Wuuuy! Kemere Duzgın onu bizden uzaq götüre. Wiş wiş wiş," derken etrafını kolaçan eder oturduğu yerde.
"Ni he, yerde yatıyormuş zavallı. Beli ağrıyor ya! He, ne bilsin! Karafatma onların evinde çok varmış, alt kat ya! Bacadan bize de gelir diye çok korkuyorum Xızır vo!"
Fatoş, adını duyduğu için kurşun yemişe döner. Sesi kesilmiştir. Bu fesat komşularını bir güzel süzer. Oturduğu yerde dikleşir ve sesini hafif yükselterek Emina’ya döner: “Ma o böceğin adı hamamböceğidir... Ma, niye karafatma diyorlar?” Emina’ya çok sert bakarak “Ma desinler Kara Bese, Kara Emina...”. Gık çıkarmadan Fatoş’u izlerler iki ciran.
Fatoş, adının iğrenç bir böceğe verilmesini sindiremez. Bunu her halinden anlamak mümkün. Fatoş hem Bese'ye hem de Emina'ya öfkeyle bakmaya devam eder bir süre, ama lafını fazla uzatmadan pozisyonunu değiştirir. Ciranlarına hafiften arkasını döner poposunu oynatarak. Artık olayın dramatik ayrıntılarını dinlemeye pek niyetli değildir!
Bese ile Emina çok şaşırırlar Fatoş'un bu tepkisine. Endişeyle bakışırlar. Neyi nasıl diyeceklerini bilemezler artık. Sessizlik, çadır gibi içine almıştır onları. Çıt çıkmaz hiçbirinden. Akasyanın mis gibi kokusudur hissedilen, gölgesi de uzayarak kaymıştır.
Emina, cesaretini toplamış ve sakinliğini korumaya çalışarak eliyle dizini okşar Fatma'nın ve der ki: "Ne olur ciranam, kızma qa! Ma bu bir isimdir. Bu ismi biz koymadık, başkaları koymuş, biz ne yapalım ha!"
Bese de onu destekleyici bir tavırla “He, he ma! Babamın başı olsun. Xızır da biliyor! Ne yapalım, isimdir he”, diyerek masumiyetini anlatmaya çalışır. Ama çok fena alınan Fatoş aniden kalkar yerinden. “Fatma’nın bir tırnağı etseler ya, elekçiler!“ diyerek homurdana homurdana evinin yolunu tutar. Yaşına rağmen her zaman dimdik yürüyen o kadın, sanki kamburlaşmış gibidir şimdi. Adımları kararlı ve sert değildir her zamanki gibi. Ayaklarını zar zor yerden kaldırır, sürüye sürüye uzaklaşır. Kendisini evde, çölden oluşan yalnızlığına gömecektir.
Ciranlar suspustur hala, oturdukları o yerde mezarlık sessizliği var şimdi. Söylenecek söz kalmamıştır artık. Emina suçluluk duygusuyla kalkar yerinden. Orada oturması anlamsızlaşmıştır. “Qatır ve to” (hoşçakal) der Bese'ye ve tokat yemiş gibi evine doğru ağır ağır ilerler.
Emina yan bahçeye girerken arkasını dönüp ciranı Fatoş'un gittiği yöne bir göz atar, onu belki bir daha göremeyeceğinin hüznünü tüm bedeninde hisseder. Ya Fatoş onunla bir daha konuşmazsa?
Ertesi gün Fatoş'un kızgınlığı geçmiştir. Aslına bakarsanız, ciranlarını çok sever Fatoş... Şimdiki halinden hoşnutsuzdur. Ciranlarının vasatlıklarını çok büyüttüğünü düşünür. “Karafatma” dediler diye dünyanın sonu gelmedi ya!
Fatoş elindeki örgüsüyle balkonunda oturur o gün ve bir gün önceki karafatma hikâyesini düşünür. Yalnızdır. Hava oldukça sıcaktır. Aşağıya arada bir göz atar ve gelip geçenleri izler. Tanımadıklarının peşinden uzun uzun bakar. Onların kimler olduğunu, nereden gelip nereye gittiklerini merak eder. Gözleri, şimdiden özlediği ciranlarını aramaya başlamıştır bile. En çok da Yaşar’ın annesinin kulağını merak etmektedir! Fatoş, ayrıntıları öğrenememiş olmanın verdiği sıkıntıyla elindeki örgüyü daha hızlı örer.
Ancak umutsuz da değildir Fatoş. “Emina geçmiş olsuna mutlaka gidecek, öğrendiklerini gelip ona anlatacaktır. Hem heyecanlı, hem de sabırsızdır. Her an kapısının çalınacağından emindir Fatoş. Böyle düşüncelere dalmışken "Ciran!” diye bir ses duyar...(HK/EMK)