Kayseri'nin Melikgazi ilçesindeki Danışmentgazi Mahallesi’nde Suriyeli bir erkeğin bir çocuğu istismar ettiği iddiası üzerine başlayan linç girişimi, hızla yayıldı ve başta Hatay, Antep, Bursa, Konya, Kilis, İstanbul ve Urfa olmak üzere birçok kente sıçradı.
Bu saldırıların arkasında yatan dinamikleri anlamak için akademisyen Lülüfer Körükmez ve Mülteci Hukuku alanında çalışan Dr. Öğretim Üyesi Neva Övünç Öztürk’ü dinliyoruz:
"Yüzleşme ve cezalandırma süreçleri eksik"
Akademisyen Lülüfer Körükmez, linç ve pogromun durduk yere gerçekleştiğini düşünmenin “naiflik” olduğunu belirtiyor. Körükmez, bu tür saldırıların arkasında her zaman belirli bir mekanizmanın bulunduğunu vurguluyor. "Linçlerin normalleşmesi ve cezasız kalması, bu olayların tekrar tekrar yaşanmasına neden oluyor" diyor Körükmez. Bu tür olayların yüzleşme ve cezalandırma süreçlerinin eksikliği nedeniyle sürekli olarak tekrarladığına dikkat çekiyor.
Körükmez, Kayseri’de başlayan linç girişimlerinin önceki benzer olaylardan farkının, bu kez polis güçlerinin saldırıları engelleme çabası olduğunu belirtiyor. "Toplumda kabul edilebilirlik zırhı oluşuyor ve bu da linçlerin tekrar tekrar yaşanmasına neden oluyor," diyor. Körükmez’e göre, linç rejimi, toplumun belirli kesimlerinde kabul görmesi ve cezasız kalmasıyla besleniyor.
"Linçlerin arksında toplumsal kabul edilebilirlik mekanizmaları yatıyor"
Körükmez, bu tür olayların Türkiye'nin tarihsel ve toplumsal koşullarıyla bağlantılı olduğunu vurguluyor. Madımak ve 6-7 Eylül olaylarını hatırlatarak, bu tür olayların toplumsal hafızada derin izler bıraktığını ve yeterince yüzleşilmediğini ifade ediyor. "Bu tür olayların arkasında, cezasızlık ve toplumsal kabul edilebilirlik mekanizmaları yatıyor" diyor Körükmez.
Medyanın rolü ne olmalı?
Siyasetçilerin ve medyanın bu tür olaylarda kışkırtıcı bir rol oynayabileceğini belirten Körükmez, "Siyasetçilerin ve toplum önderlerinin söylemleri, bu tür olayları tetikleyebiliyor. Zehir yayılıyor ve bu zehir yayıldıkça linç olayları kaçınılmaz hale geliyor," diyor. Medyanın kullandığı dilin de büyük önem taşıdığını vurgulayan Körükmez, bu dilin toplumdaki gerilimi artırabileceğini belirtiyor.
"Büyük bir dezenformasyon var"
Dr. Öğretim Üyesi Neva Övünç Öztürk ise göç ve mülteci hukuku açısından durumu değerlendiriyor.
Öztürk, "Bu tür olayların arkasında büyük bir dezenformasyon var. Suriyelilerin buraya geliş nedenlerinden tutun da statülerine kadar pek çok yanlış bilgi dolaşıyor" diyor. Öztürk, hukuki açıdan bu tür saldırıların cezasız kalmaması gerektiğini vurguluyor.
Öztürk, Türkiye'nin açık kapı politikası ve uluslararası sorumluluk paylaşımı konusunda eksiklikler olduğunu belirtiyor. "Göç meselesi çok ayrıntılı ve ince işlenmesi gereken bir alan. Bu konuda doğru bilgilendirme ve politikaların oluşturulması, toplumsal barış için elzemdir," diyor.
İki akademisyen de toplumsal barışın sağlanması için yüzleşme, cezalandırma ve doğru bilgilendirmenin önemine dikkat çekiyor.
Körükmez, "Toplumsal konsensüs oluşmalı ve bu tür olayların kabul edilemez olduğu net bir şekilde ortaya konmalı" derken, Öztürk ise hukukun üstünlüğü ve insan hakları temelinde politikaların geliştirilmesi gerektiğini vurguluyor.
Kayseri'de Suriyelilere saldırı ve sonrası
(EMK)