245 gün boyunca nöbet tutulan kulübenin önü
Geçtiğimiz hafta bir grup gazeteciyle Yeşil Artvin Derneği’nin davetlisi olarak Artvin’e gittik. Cerattepe’de mahkemenin onayının ardından başlayan madencilik faaliyetlerini yerinde gözlemledik.
Henüz madende sadece tünel açmış olmasına rağmen çok ciddi bir doğa tahribatı başlamış. Binlerce ağaç kesilmiş, dereler kirlenmeye başlamış. Cerattepe’deki durumu şu yazıdan okuyabilirsiniz.
Cerattepe direnişi gencinden yaşlısına kadar 25 yıldır süren bir mücadele. Artvin kent merkezinde konuştuğumuz herkesin Cerattepe’den bahsederken gözleri parlıyor. Polis saldırısı sonrası 245 günlük nöbeti bırakmak zorunda kalmalarını hatırladıkça da gözleri doluyor.
Yeşil Artvin Derneği Başkanı Nur Neşe Karahan da bu mücadelenin başlatıcılarından biri.
Gezi boyunca konuştuğum kişiler hep Neşe Karahan’ın sağduyulu liderliğinden bahsediyor. Ona karşı Artvin halkında büyük bir saygı ve güven var. Sizin de aynı duyguyu paylaşmanız için 10 dakika onu dinlemeniz yetiyor.
Nur Neşe Karahan ile kendi hikayesi üzerinden Artvin mücadelesini konuştuk. Biz söyleşi yaparken sivil polisler kapı önünde arabada nöbet tutuyordu. Karahan, bu durumu gülerek karşılıyor: “Beni takip etmeseler üzülüyorlar.”
Söyleşimize başlarken dava defterini de açıyor. Malum kendisine çeşitli sebeplerden beş ayrı dava açıldı. Baro, işini kolaylaştırmak için kendisine dava günlüğü vermiş. Gülerek bize gösteriyor.
Sizi biraz yakından tanıyabilir miyiz?
61 yaşındayım. İki yetişkin çocuğum var. Doğma büyüme Artvinliyim. Çocukken babamın fırınında çalıştım. O zamanlar çarşıda çalışan tek kız çocuğu bendim. Bütün dünya klasiklerini de o fırında beklerken okudum. Sonra liseyi bitirip, 20 yıl memurluk yaptım. 20 yıl da pastanecilik yaptım.
Ama Cerattepe direnişi o kadar çok zamanımı alıyor ki, pastaneyi çeviremez oldum. Geçen sene mecburen kapattım. Tek üzüldüğüm, 25 yıldır bir geleneğimiz vardı, çocuklara 23 Nisan’da sabahtan akşama kadar bedava dondurma verirdik. Kendimiz yapardık dondurmayı, katkısız, içine hangi meyvenin mevsimiyse onu koyardık. Mesela buranın ayı üzümünden koyardık, çok güzel olurdu.
Artvin nasıl bir coğrafyaya sahip?
Artvin doğal yapısı nedeniyle çok eğimli bir yapıdadır.Bu sebeple kendiliğinden konan kurallar vardır. Birçok köyde ya da merkezde “yasak dere”, “yasak tepe”, “yasak dağ” gibi yasakı alanlar vardır. Bu kurallar bazı köy karar defterlerinde de vardır. Bazıları yazılı değildir ama anayasa hükmündedir. Diyelim “yasak tepe” var, ne kimse oraya tavuğunu bırakır, ne çalı keser. Herkes oranın korunması gerektiğini bilir. O kurallara da uymak zorundadır, uymazsa da topumdan dışlanır.
Oraya zarar verirse, eğimli olduğu için aşağıda yaşama şansı olmadığını bilir. Çok zengin bir coğrafya Artvin. Bunu da vadi ve eğimli arazilerine borçludur. Mesela Artvin’de nisanda kiraz çıkar, ağustos sonunu kadar kiraz vardır. Çünkü kademe kademedir, önce en aşağıda çıkar, 15 gün sonra biraz daha yukarıda, 15 gün sonra biraz daha yukarıda, en son yaylalarda olur. Kütür kütürdür o kiraz, hem yabaniler için hem de bizler içindir.
Eskiler o kadar güzel planlama yapmışlar ki. Verimli toprakları ekmek için saklamışlar, ev yapmamışlar. Evler verimsiz arazide yapılmış. Biraz yukarıda mezralar var, en üst seviyede yayla var. Bu şekilde yüksele yüksele suyun döngüsü gibi bizim de yaşam döngümüz sürer. Bizde çok büyük araziler yok ama çok verimli ve uzun soluklu kullanabildiğimiz araziler var. Burasının Konya ovası olmasına gerek yok. Yüzyıllardır kimseye mahkum olmadan yaşamlarını sürdürmüşler insanlar.
Komik bir şey anlatayım size, taşınmazın taşınır olduğu tek yerdir burası. Evlek deriz biz, duvar düşünün, üzerinde toprak var, ağaçlar var, meyve sebze ekilmiş. Burada verimli şekilde bütün ürünler yetişir. Evlek heyelandan yıkılınca arazi o ağaçlarla birlikte aşağıdaki araziye gelir, taşınır olur. Şimdi o arazi kimindir? Aşağıdakine geldi ama yukarıdakinin. Enteresan davalar olmuştur bu sebeple eskiden.
Çevre mücadeleniz nasıl başladı?
Eşimle beraber başladı. 12 Eylül 1980 Artvin’de ağır bir süreç yaşandı. Bir büyük hapishaneye çevirdiler burayı. Hem Türkiye hem de Artvin’deki doğal alanlardaki değişim çok hızlı yaşandı. Katliama dönüşen orman kesimleri oldu. Kesip kesip birilerinin rantına veriyorlardı. Çok zarar verdiler. Bu hayvanlar ne yiyecek dedik, hayvanların alanını daralttıkça onlar da köye inmeye başladı.Eşim o dönem ilk defa bütün muhtar ve ilçe başkanlarını toplayarak ortak bir basın açıklamasıyla bu kıyımlara karşı mücadele edilmesi gerektiğini duyurdular.
1994 yılında Kafkasör yaylasında arkadaşımın arazisini kiralamak için geldiler. Cerattepe’de altın madenciliği yapılacak dendi. Nasıl olur dedim, şehrin üstünde madencilik? Murgul’daki maden kıyımını da biliyoruz. Eşim, Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu ile araştırmaya başlıyor, ne oluyor diye. Oğuz hoca kozmik odadan MTA ile ilgili bazı bilgiler almış. 94’te sondajlar başladı, bir iki inek öldü zehirli suyla.
Tam bu süreçte eşim vefat etti. O sırada Artvin Hizmet Vakfı, valilik hep birlikte panel yapıldı. Hocalar geldi. Şirket de kendi elemanlarını getirdi. “Altın çıkacak her şey çok güzel olacak” diyorlardı. Ancak hocalar tam tersini söylüyordu. İşte o panel buradaki tepkinin ilk yükseldiği an oldu. Hatta şöyle demiş bizimkiler panelde, “Ela diyersiniz ki ekmegin arasına siyanürü sür da ye, otur sen ye”.
Maden için açılan galeri
Ondan sonra işte bizim pastane buluşma yerine dönüştü. Günde iki, üç kere pastanede neler yapabileceğimizi konuşuyorduk. O zamanın valisi, "Bu şirketlerle tek tek baş edemezsiniz. Siyasi bir şey yapmayın dernek kurun" dedi. Yedi esnafla 1995’te Yeşil Artvin Derneği’ni kurduk. Siyasi bir yapı olmayacaktı. Her kesimden insan olacaktı. Sonra yeniden hocaları çağırdık; bitkici, hayvancı, ormancı. O zaman DSP, CHP, MHP, Refah falan var. Her parti bir masrafımızı karşılıyordu. Hocalar alana çıktılar. O zamanki Kanada şirketi tüneli açmaya başlamıştı. Hocalar “endişenizde haklısınız, buraya bir kazma bile vurulmamalı, burada madencilik olmaz” dediler. Bu karar bir panelde açıklandı. O zaman TRT bu paneli çekip, yayınladı; aradaki farkı görmeniz için söylüyorum. Halkın muhalefetine karşı Kanadalı firma geri çekilmek zorunda. Sonra 25 yıllık mücadele, ikinci şirketi de kovdurduk. Ama son şirket Cengiz hukuk kurallarını hiçe sayarak çalışmalara başladı.
70 sivil toplum örgütü, siyasi partiler hep ortak aldık kararlarımızı. Cumhurbaşkanı bize "Yavru Geziciler" demişti. Biz de "Gezici değil, yerleşiğiz" demiştik. Biz 25 sene boyunca Gezi'de yakalanmaya çalışılan şeyi uyguladık. Bugüne kadar gelmemizin en büyük nedeni bu, yine de onunla başaracağımıza inanıyoruz. Başka yolu yok.
Şirketin girişini engellemek için 245 gün boyunca Cerattepe'de nöbet tuttunuz. Kaçan ayrıntılar vardır belki anlatmak istediğiniz?
Biz sadece bir yerde nöbet tutmadık. Geceyarısı başka yerlerden alana girmelerine karşı Oruçlu köyünde, Hatila köyünde, aşağıda benzinliğin orada farklı farklı yerlerde de geceyarısından sonra nöbet tutuluyordu. Hatta Oruçlu köyünde acaba köy girişine uyarı sistemli kapı mı yapsak diye düşünüyorlardı.
Ama tabii Cerattepe girişinde 7/24 iki vardiya şeklinde nöbet tutuyorduk. Her evlenen Cerattepe nöbetine geliyordu, horon tepiyorduk. Tek çekirdek çöpü bırakmıyorduk. Her yerden yemek geliyordu. AKP’li belediye bile bize yemek yolluyordu başlarda. Müthiş bir dayanışma vardı.
İlk saldırının olacağı gün telefonla aradılar, “her yeri tutmuşlar geliyorlar” diye. Biz de tepeden görüyorduk. Yol boyunca iplik halinde geliyorlar. Dedim ki, “geliyorlar, ordu şeklinde...” (Gözleri doluyor)
16 Şubat 2016'daki saldırı
Kiminle konuşsam herkes sizi seviyor, saygı duyuyor. Bu süreçte zorlandığınız zamanlar oldu mu?
Herhangi bir siyasi partiyle bağlantım yok. 60 senedir buradayım söylemimle, yaşamamım aynı. Bilimsel veri dışında bir şey söylemedik. Kimseyi kandırmadık. Bu mücadelede gencinden yaşlısına bir sürü insanın çok emeği var. Ben değil, biz varız. Ben çok konuşuyorum ondan öne çıkıyorum.
İş makinelerinin alana girdiği 16 Şubat 2016 gününü hiç unutamam. Valiliğin önünde on binlerce insan var ama vali çıldırmış. Bizi gözaltına alıp serbest bıraktıktan sonra avukat Bedrettin Kalın'la birlikte Vali'ye gittik konuşmak için, çünkü aşırı gazla halka saldırıyorlar. Diyoruz ki, durdurun bu saldırıyı. Ama anladık ki, hiç öyle bir niyeti yok, biz çekilmezsek kötü şeyler olacak. Çıktık valilkten, kara kara düşünüyoruz. O bir saati hiç unutamam. Ne yapalım da insanları sakinleştirip bu katliamı önleyelim. Sonra çıktım duvarın tepesine dedim "Daha önce de geldiler ama geri gittiler. Biz yine geri indireceğiz." Sonra herkes sakinleşti. Hayatımda en zorlandığım bir saat oydu.
Kulübe için dava açıldı, bilirkişi "zarar yok" dedi
Hakkınızda açılan beş dava var, nedir son süreç?
Bana açılan beş dava var, bu davalarda benimle beraber başkaları da var tabii. Ama beni hiçbirinde atlamamışlar. Mesela geçen sene siyasi casusluk davası soruşturması açıldı bana.
2013-2014 yılında Cengiz Holding, Almanya’daki bankalara kredi başvurusu yapmıştı. Biz de buna karşı sivil toplum örgüleri ve siyasi partilerin imzasıyla Almanlara bir mektup yazmıştık. Ama o dönem yandaş basında sanki Almanlara işbirliği yapıyormuşuz, bize para veriyorlarmış gibi abuk sabuk haberler çıktı. Suç duyusunda bulunduk ama basın özgürlüğü dendi ve reddedildi.
İşte bu siyasi casusluk suçlamasını da bu sebeple yapmışlar ancak Artvin savcısı mücadelemizi bildiğinden takipsizlik verdi. Vermese belki de içerdeydim şimdi.
Bakın şirketin yapmayacağı kirli şey yok. Düzgün bir şirket böyle şeylere başvurmaz. Beş dava sürüyor şu anda. Dört tanesi yol kesmeden ötürü. İçlerinden bir tanesinde meşhur kütüklü resim var ya işte o. Diyorlar ki ağaç kesip yol kestiniz. O kütük çürük, tabii ki kesmedik, ama evet yol kestik çünkü başka çaremiz yoktu.
Diğer dava da nöbet tuttuğumuz yerdeki ahşap kulübe. Suçlama ormana izinsiz kulübe yapmak. Beni ifadeye çağırdılar. Dedim kulübe benim değil, tapusu yok. Orası Artvin halkının, herkesi çağırın o zaman. Neyse binbir rica gittik ifadeye. Dedik ki, bu kulübenin her bir çivisini farklı bir insan çaktı. Her tahtası dayanışmayla örüldü. Neyse iki gün önce keşif raporu geldi, ormana zarar vermediğimizi yazmışlar, bakalım mahkeme ne karar verecek.
Bir yol kesme davasında da bizim polise taş attığımızı iddia ediyorlar. Provakasyon için polislerin olduğu yerden polislere taş atıldı. Zaten bunu gören görgü tanıklarımız var. Polislerin olduğu yerden taş atıldığını gösteren resim de bulduk. Biz kimseye taş atmadık. Biz yaşam hakkımız için mücadele ediyoruz. (NV)
KronolojiBölgede ilk kez 1987'de sondajlar yapıldı. 90'lı yıllarda Cominco isimli Kanadalı bir şirketin ilk galeriyi açması ile halk tepki gösterdi. 1995'te de Yeşil Artvin Derneği kuruldu. 2002'de Cominco Şirketi projeden çekildi ve ruhsatını başka bir Kanada şirketi olan INMET Mining isimli şirkete devretti. 2005'te maden ruhsatları iptal edildi. 2009'da Danıştay'ca onandı. 2012'de ise yeniden Cerattepe ve Genya’nın içinde olduğu alanlar Özaltın A.Ş.’ye verildi. Özaltın’ın alt yüklenicisi Eti Bakır A.Ş., yani Cengiz Holding. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 2013 yılında firma tarafından hazırlanan ÇED Raporu’nu onayladı. Ocak 2015’te Rize İdare Mahkemesi, bakır madeni projesinin ÇED Olumlu Kararı'nı iptal etti. Bilirkişi raporunda “Maden ocağı faaliyete geçerse Artvin şehir merkezi yaşam alanı olmaktan çıkacaktır” demişti. Ancak şirket iptal kararına rağmen bir kez daha ÇED olumlu kararı aldı. 751 kişinin imzasıyla bu rapora karşı da dava açıldı. Halk Temmuz 2015’te şirketin bölgeye girmesini önlemek için 245 gün boyunca 24 saat nöbet tuttu. Ancak Şubat 2016’da üst üste yaşanan polis saldırısı üzerine nöbeti bitirmek zorunda kaldı. Ancak daha önceki Danıştay onaylı kararlara rağmen yeniden hazırlanan ÇED Olumlu Kararı’na karşı açılan iptal davası Ekim 2016’da reddedildi, Danıştay onama kararını geçtiğimiz temmuz ayında onadı. Maden çalışmaları sekiz aydır sürüyor. |