Yetmiş bir yaşında bir dede. Yusuf İres ismi. Dersimli Alevi olarak tanımış bilmiş ailesi ve çevresi onu yıllar boyu. Çocuklarını da öyle yetiştirmiş. Dersim'den kalkıp gelmiş sonra İstanbul'a, yanında eşi ve çocuklarıyla. Üsküdar'da bir terzi dükkanı açmış. Bir de torunu var, Uğur Egemen İres ismi. O zamanlar Eskişehir'de sinema öğrencisi.
Bir gün babası arar Uğur Egemen'i. Gazetelere bakmasını ister kendisinden. Şaşırır Uğur Egemen. Bir gazete bayisine gider ve ailesiyle ilgili gerçeği gazetelerden okuyup öğrenir.
Esasında Dersimli Ermeniler oldukları gerçeğidir öğrendiği. Üstelik yalnız kendisi değil, ailenin pek çok bireyi de yeni öğrenmiştir bu gerçeği. Dedesi ve akrabaları vaftiz olup gerçek dinlerine, gerçek kimliklerine bir parça olsun yaklaşmayı istemektedir.
Uğur Egemen önce şaşırır şaşırmasına ama gurur da duyar, çocuklarına ve torunlarına köklerini ifade etmeye çalışan dedesiyle.
"Korkuyu bekleyen bir insanın öyküsü bu"
Yukarıdaki satırlar modern bir masala ya da bir senaryoya ait değil. Bir yaşam öyküsünden kesitler sadece. Acıların, gelgitlerin, kendisiyle hesaplaşmaların, dışlanmışlıkların, mecbur bırakılmışlıkların satır aralarında rahatlıkla okunabildiği bir hikaye üstelik bu.
Yetmiş bir yaşında sırrını açıklamaya karar vermiş bir dede ve kendisine en yakın gazete bayiinden gerçeği öğrenen bir torun.
Hangi gerçekler, hangi korkular, hangi baskılar zorlamıştır bir insanı sırrını saklamaya? Ve hangi gerçekler, hangi gerekçeler ikna edebilir bir aileyi uzun yıllar saklanmışlıklarla yaşamaya?
Uğur Egemen, bir gazete haberiyle sıradan bir günü sıra dışı hale getiren aile gerçeğiyle ilgili olarak, "Dedemin vaftiz olması ve bunu kabul etmesi, sadece din algısı ile ilgili değil kendi çocuklarına köklerini ifade etmesi torunlarına aynı zamanda. 71 yaşında vaftiz olan bir adam için çok önemli bir duruş aslında... Hala korkuları ile yaşamaya devam eden bir yandan da korkuyu bekleyen bir insanın öyküsü bu" diyor.
Var oluşundan bu yana içine düştüğü açmazları çözmek adına sanatı kullanmış ya insanlık... Uğur Egemen de çıkış yolu bulmak için sanatı tercih edenlerden.
Hrant Dink'in bir anısını dinler ve Dink'in anısının insancıl yönünden çok etkilenir. Aynı zamanda kendi bireysel hayat hikayesiyle benzeşmesinden de etkilenen Uğur Egemen, hikayeyi senaryolaştırıp çekmeye karar verir.
Su Çatlağını Buldu
Dink'in anısının yol göstericiliğinde senaryolaştırdığı "Su Çatlağını Buldu", T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü'nün açtığı Geleceğin Sineması yarışmasında ödül alan projelerden olur 2011 yılında.
Hikayeye göre, her sene Fransa'dan Türkiye'ye gelen ve bu ziyaretlerinden birisinde Sivas'ın bir köyünde hayatını kaybeden Meryem, İslam geleneklerine göre defnedilir. Ancak Meryem Ermeni'dir. Köyün sakinlerinden Derviş Amca durumu, Ermeni bir gazeteciye haber verir ve belirsiz bekleyiş başlar.
Kültür Bakanlığı'nın ve bilhassa da öğrencisi olduğu Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi'nin desteğiyle filmin çekimine başlar Uğur Egemen. Arkadaşları sette canla başla çalışır. Hocaları, arkadaşları yakınları başarısız olacağı şüphesine düşmeden destek olurlar ona. Dekan Nezih Orhon yemek taşır sete. El birliğiyle, emek ve özveriyle tamamlanır filmin çekimi.
İlk defa Uluslararası Eskişehir Film Festivali'nde gösterilen filme bir iyi haber de Cannes Film Festivali'nden gelir. Cannes Short Film Corner bölümünde gösterilecektir film. Fransa yollarına düşer bu kez Uğur Egemen, Su Çatlağını Buldu ile birlikte. Cannes'da filminin gösterilecek olmasından çok, kendi hikayelerini orada diğer insanlarla paylaşacak olması heyecanlandırır Uğur'u.
Ben bu metni yazarken bir de telefon alıyorum Uğur Egemen'den. Sesi heyecanlı, gururlu, tanıdık... 19. Altın Koza Film Festivali'nde, finale kalan öğrenci filmleri arasında Su Çatlağını Buldu ile yer aldığını söylüyor.
Esasında iki kere gururlu, iki kere mutlu Uğur Egemen. Su Çatlağını Buldu'da görüntü yönetmeni olan, birlikte projeler ürettiği, aynı yolda ilerlediği arkadaşı Şükrü Özçelik'in de "Annemin Estetik Anlayışı" isimli belgeseliyle Altın Koza'nın finalinde yer aldığını müjdeliyor.
Toplumsal travmaları aşma yolunda sinemanın gücüne inanıyor Uğur Egemen ve "Dünyada bu kadar dert varken, travma varken yaşanılan durumlara kayıtsız kalmam intiharım olurdu herhalde" diyor. Su Çatlağını Buldu filmini çekerken en çok dikkat ettiği şeyin ise insani duyguları ön plana çıkarmak, insanların doğduğu topraklarda yaşayamamasını ele almak olduğunu belirtiyor.
Hayat bu... Kukla mıyız yoksa kukla oynatıcısı mıyız, çoğu zaman karışıyor birbirine. Devlet, devletin yaptırımları, devlet yaptırımlarıyla oluşan mahalle baskısı denen o sinsilik ister istemez kuşatıyor hayatımızı. Bireysel hikayelerimizin içinde gizli ve sinsi eller buluyoruz çoğu zaman. Saklıyor, saklanıyor, yasaklanıyor, itiliyoruz bir köşeye.
Bazılarımız ise hikayelerine uzanan kalemi ellerinin tersiyle itme cesaretini buluyor kendinde. Ama bugün ama yarın. Dede Yusuf İres gibi.
Ve bazılarımız da sanatı tercih ediyor başa çıkmak adına hayatla, dayatılanla, zorbalıkla, zorbayla. Uğur Egemen İres gibi. (İD/ÇT)