Mardin'de hukuki girişimleri başlatılmış bir vakanın yanı sıra Yüksel de, Van Gürpınar'daki bir başka vakayla ilgili suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor. İHD bölge sorumlusu Mehdi Perinçek'se, somutlaştırılmamış birçok benzer iddia olduğunu söyledi.
İngiltere'de yayınlanan The Guardian gazetesi, Avrupa Parlamentosu (AP) İnsan Hakları Heyeti'nden Britanya milletvekili Richard Howitt'in "Türkiye'de şok edici işkencelerin yapıldığını" söylediğini, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Namık Tan'ın da "Aptalca hikayeler. (...) Tamamen hayal ürünü ve gerçekle hiçbir ilgisi yok. Türkiye'de güvenilir hiç kimsenin bu tür şeyler söylediğini duyamazsınız" dediğini yazmıştı.
Hürriyet'in aktardığı Guardian haberine göre, Howitt, "Duyduklarımız şoke ediciydi. Kürt ayrılıkçı ya da sempatizan olduğu düşünülen insanların Türk askerlerince kulaklarının kesildiği ve gözlerinin oyulduğuna dair kayıtlar vardı. Bunları duygusal olarak etkilenmeden dinleyemezsiniz" dedi.
Alataş: Genel bir uygulama
Bu iddialara ilişkin olarak görüşlerine başvurduğumuz İHD Genel Başkanı Yusuf Alataş, da cesetlerin tahrip edilmesinin "genel bir uygulama" olduğunu söylüyor: "Cesetler tanınmayacak şekilde veriliyor. Uzuvlar kesiliyor, parçalanıyor."
İHD Mardin Şubesi'nden Cangir, 2004 bahar aylarında suç duyurusunda bulundukları bir vakayı anlatıyor:
"Meaz Reşit Reşo, Şırnak'ta çatışmada öldürüldü. Yüzünde çatışma nedenli tahribat yoktu; ancak kulakları ve burnunun bir kısmı kesilmişti. Suç duyurusunda bulunduk.
"Fotoğrafları bizde mevcut. Ailesinin iddiası, yaralı yakalandığı yönünde. Organların kesilmesinin çatışma sırasında mı, yoksa daha sonra mı gerçekleştiğini teyit ettiremiyoruz."
Cangir, suç duyurusunun ardından herhangi bir gelişme olmadığını, Jandarma Genel Komutanlığı'na yazdıkları yazıya gelen yanıttaysa, Reşo'nun burnunun ve kulaklarının " arkadaşları tarafından kesildiğinin " ileri sürüldüğünü söyledi.
İHD Van Şubesi'nden Zeki Yüksel'se, İHD kayıtlarına geçen başka bir vaka olduğunu, öldürülen PKK militanının vücudunda birçok merminin bulunduğunu, bunun yanı sıra gırtlağının ve kulağının kesildiğini belirtiyor.
Yüksel, Bitlis'te 2000'de ortaya çıkan, 21 ceset bulunduğunu tahmin ettikleri bir toplu mezarda da kafası mevcut olmayan cesetlerle karşılaşıldığını söyledi.
Yaptıkları suç duyurusunda Bitlis Cumhuriyet Savcılığı'nın verdiği takipsizlik kararına karşı Muş Ağır Ceza Mahkemesi'ne yaptıkları itirazın da reddedildiğini açıklayan Yüksel, davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürmeyi düşündüklerini söyledi.
"Operasyonlarda ne insani hukuk ne de iç hukuk işliyor"
Alataş, operasyonların bağımsız denetime kapalı oluşuna dikkat çekiyor:
"Bölgedeki çatışma ortamında ne insancıl hukukun ne de iç hukukun kuralları uygulanıyor. Çünkü operasyonlar denetlenmekten uzak. Kim sağ olarak yakalanabilirdi, kim neden, nasıl öldürüldü sorularının yanıtları alınamıyor. Bu konuda bağımsız çalışma ortamı, denetlenebilir ortam olmadığı için de bütün operasyonlar kendi içinde şaibe taşıyor.
"Genel olarak hukukun göz ardı edildiği yönünde bir kabul var. Özellikle bölge halkının algısı bu yönde işliyor."
"Savaş alanlarında dahi yardım örgütleri, basın bulunabilir. Operasyonlar görüntülenebilir. Bizdeyse böyle bir şey yok. Medya operasyon bölgelerine giremiyor. Hem dünyanın hem ülkenin gözünden uzak.
"Genelkurmay'ın açıklamaları dışında kimse bilgi sahibi değil. Denetim olmayınca kendilerini tümüyle özgür hissediyorlar."
Alataş, askerlerin psikolojisi düşünüldüğünde denetimin öneminin ortaya çıktığını söylüyor: "Bu tür ortamlar son derece kışkırtıcı.
" Çatışmada yanında arkadaşı ölen askerin psikolojisini düşünün. Şeffaflık, denetim yoksa, bu psikolojiyle her şeyi yapabilir. Bölgeden terhis olan askerlerin anlattığı hikayeleri anımsayın."
"İç hukukun egemen olması gerek"
Alataş, basının bölgede rahat çalışmasının sağlanması ve operasyonların sivil denetime açılması gerektiğini söylüyor:
"Operasyon bölgeleri medyaya yasaklanmamalı. Uluslararası basın kuruluşları da muhabir gönderebilmeliler. Operasyon yapılan bölge, tümüyle yasak bölge ilan ediliyor; giriş çıkışlardan arındırılıyor. Operasyon sonrasında dahi, Genelkurmay'ın izin verdiği şekilde çekim yapılabiliyor; ya da Genelkurmay'ın kendi görüntüleri kullanılıyor.
"Bütün operasyonların sivil denetime açılması gerek. İddia sahiplerini dinlemek gerek; kanıtların araştırılması gerek. Oradaki savcıların derhal harekete geçmesi, iddiaları ihbar kabul etmeleri gerek."
Operasyonların terörle mücadele kapsamında yapıldığını anımsatan Alataş, "Orada savaş hukuku geçerli değil; bizim iç hukukumuzun egemen olması gerek. Bağımsız, sivil toplumun da katılabileceği, denetim oluşturulmalı" diyor.
Alataş, Dışişleri Bakanlığı'nın iddialara verdiği yanıtı da eleştiriyor:
"Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, hiçbir araştırmaya gerek görmeyen bir tavırla, iddiaları yekten reddediyor. Oysa içinde yer almak istediğimiz parlamentonun üyelerinin söylediklerini ciddiye almak, soruşturmak gerekmez mi? 'İnceleyeceğiz, cevap vereceğiz' demek gerekir. Denetim kapısı böylece daha baştan kapatılıyor."
"Teröristin hakkı mı olur" bakışı
Alataş, operasyonların yapıldığı bölgelerin "Irak'a göre bile daha kapalı" olduğunu söylüyor.
"Irak'ta bile medya bir şeyler yapabiliyor. Üstelik işgalcileri sınırlayan sadece savaş hukuku (insancıl hukuk)."
"Türkiye'deyse terörle mücadele söylemi içinde kaybolup giden şeyler var: Örneğin 'sağ yakalanabilir miydi' sorusu. 'Teröristin hakkı mı olur' bakışıyla baktığınızda, hukuk devleti içinde mücadele ettiğiniz izlenimini vermiyorsunuz.
"Devlet herhangi bir örgüt değil. Yurttaşlarından vergi alan, anayasası olan, kurallar silsilesine bağlı olan meşru bir örgütlenme biçimi. Mücadele yöntemleri de hukuk içinde olmalıdır." (TK)