Alışagelmek, her şeyin doğallaşması. Doğallaşanın insana aykırı olması ve bu aykırılığı besleyen suskunluğun, kanıksamanın doğal sayılması. Bu yabancılaşma nereye götürür? Nereye götüreceğini işin bilincinde olanlar hayal güçleri yettikçe anlatmaya çalışıyorlar ama sözleri pul değerinde kabul edildiği için öngörü gerçekleşene kadar çoğunluk inanmıyor. Hatta bazen öngörü gerçekleşse bile hakikat büyük oyunu bozan “dâhilerin” bayat komplo teorileri arasında kayboluyor. Bu arada dahiliğin ve mükemmelliğin tapınıcıları kimler? Bu soru aslında meramımı anlatmamı da kolaylaştıracak. Yaratılan normale en çok faşistler ve ırkçılar tapınıyor. “Normalin” dışına çıkanı zayıf halka görüp gerektiğinde onu harcama. İşte dünyamız yeniden bu tehlikenin büyümesiyle karşı karşıya. O tehlike hiçbir zaman tamamen yok olmadı ama bugün küresel anlamda oldukça tehditkar bir hal aldı.
Dünyada sağın yükselişi yer küremizin her köşesini “ötekiler” için iyice yaşanmaz hale getiriyor. Son dönemin seçim vaatleri göçmen ve LGBTQ+ düşmanlığı üzerinden yürütülüyor. Her kriz dönemi olduğu gibi ekmek yerine nefretle doyuruyorlar dünya halklarının karnını. Sartre “Yahudi Düşmanı-Anti Semitin Portresi” kitabında, yoksulların zenginlere güç yetirmeye cesaret edemedikleri için gücü “öteki” olana yönelttiklerine dair bir saptama yapıyordu. Bu gerçekliği farklı ayrımcı akımlar üzerinde gözlemleyebiliriz. Bireysel ilişkilerde sağlamcılığın bu yönünü oldukça fazla deneyimlemek zorunda kalıyoruz. Asansör bozulur, tuvalet kirli kalır, bir şey zarar görür; o an olayın ilk akla gelen faili o mekanı paylaşan engelliler olur çoğunlukla. Kafalarına taş düşse bizden bilinir yani.
Yetki ve etki alanı genişledikçe taşı geçtim düşen uçağın sorumlusu bile engelliler ilan edilebiliyor. Yükselen sağ dalganın en açık sözlü ve dünya için en tehlikelilerinden birisi olan Trump, geçen hafta New York’ta yaşanan uçak kazasının faturasını politik hasımlarına ve engellilere kesti. “Zihinsel engelliler, cüceler, işitme engelliler çalışıyor” gibi bir cümle kurdu ve o alanda dâhilerin çalışması gerektiğini söyledi. Bu söylem tesadüf değil. Ayrımcılığın, faşistliğin, ırkçılığın, LGBTQ+ fobinin, göçmen karşıtlığının etten kemikten versiyonu olan Trump; Gelir gelmez göçmenleri göndermek için çalışmalar yürüttü. LGBTQ+ karşıtı politikaları uygulamaya başlayan Trump, bu nefret politikalarından engellilerin de nasipleneceğini dile getirmiş oldu bu konuşmasıyla.
Engelli haklarına dair kırıntıların bile geri alınmasını sadece istismar üzerinden okuyanların yanılgısı da burada ortaya çıkıyor. Dünya yeni savaşların ve krizlerin gölgesinde, geçmiş yüzyılın utanç verici politikalarını geliştirerek tekrar gündeme getiriyor. Yaşlılar, engelliler, çocuklar için çok daha zor her şey artık. Göçmenlere yönelik nefret söylemleri yaşlılara da yönelmeye başladı. Hatta engellilere de. “Dahi ve Normal” kabul edilenler dışındaki kimseye kaliteli yaşam hakkı hatta yaşam hakkı tanınmayabilir. Buna nasıl bir politikayla yanıt verilmesi gerektiğini konuşmak için geç bile kalıyoruz.
Yakında “Avrupa’da şöyle iyi haklar var” gibi bir cümle kurmak, bu cümleleri çok sevenler için bile mümkün olmayacak. Kapitalizm kendi doğasında olanı işletmeye devam ediyor. Pandemi döneminde yaşlıların gözden çıkarılması, İtalya gibi ülkelerde ölüme terk edilmesi bunun göstergesiydi. O zaman bu tehlikeyi gündeme getirdik. Ne yazık ki gereken ilgiyi görmedi. Hatta o dönem engelliler idari izinli sayılıyordu. Bunun da risklerini dile getirdik. O nedenle kanıksanmış sağlamcıların hedefi olduk. Oysa perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Ötekileştirilenlere yönelik ayrımcı politikalar kesişimsel ama o politikalara kesişimsel yönler üzerinden ortak bir yanıt verilemiyor. Her alanda mücadele yürütenler o kadar bölük pörçük halde ki birbirleriyle didişmekten bu konulara kafa yormaya vakit bulamıyorlar.
Sonuçta hükmünü yürüten sağlamcı ve ayrımcı politikalar oluyor. Sistemin dayattığı mükemmelliği kanıksadığımız için hiçbir şeyi beğenmiyor, ayrımcılığı derinleştiren duvarlar örüyoruz aramıza. Cezmi Ersöz ile bir sohbetimizde “mükemmelcilik faşizmdir” demişti Cezmi abi. Biz de olmayan mükemmeli ararken her kötülüğü kanıksıyoruz. 1945’lerde zeka testleriyle ayrıştırılıyordu insanlar. Yüzyıl sonra benzer politikalar. Benzemeyen tek şey şaşırtıcı suskunluk ve normalleştirme. Bu döngünün dışına çıkamadığımızda işimiz çok zor. Ne diyordu Brecht “Sakın doğal bulmayın hep alışılageleni, çünkü artık her şeye doğal denmemeli”
Trump’ın ilgili konuşmasını buradan okuyabilirsiniz
(BS/HA)