İlgi inanılmazdı, ikincisinin yapılması kaçınılmazdı. Yapıldı da... 55 gün önce başladı yeni ünlü yaratma dönemi. Yarışmacıların tanıtıldığı ilk gece, herkesi şok etti, Serdar Turgut'un birinci yarışma sürerken yazdığı bir yazı ciddiye alınmıştı anlaşılan. Turgut yazısında "kolay öyle, hemen hemen aynı sınıflardan gelen, birbirine benzeyen 15 kişiyi aynı evde tutmak, koyun bakalım aynı eve bir Alevi, bir Sünni, bir Ermeni, bir Yahudi, bir travesti, bir eşcinsel, bir ülkücü, bir devrimci, görelim neler oluyor" diyordu.
Anlaşılan o ki, programın yapımcıları bu öneriyi ciddiye aldı, tam bu liste olmasa da hemen hemen yakın bir yarışmacı kadrosu çıktı ortaya, Turgut'un bile aklına gelmeyen bir siyah yarışmacı bile vardı evin yeni kadrosunda.
İlk gece, yarışmayı izleyen herkesi şaşırttı, Edi isimli biri vardı içeride, insanlar anlayamadılar, dini konusunda çeşitli laflar edilmeye başlandı, ama kimse emin değildi. Evin siyahı Ali ise iyice merak konusuydu. Siyahtı, ama Türktü, üstelik de müslümandı. Dinlerin, renklerin ve mezheplerin birbirine girdiği evde, cinsellik konusunda da, bir önceki tura göre gelişmeler, değişmeler vardı. Evde ilk adı Süslü olan, bu isimden ve davranışlarından dolayı eşcinsel olduğuna dair dedikodular çıkan Volkan, bu söylenenleri yalanlamak istercesine, evdeki kızlardan Sinem'e ilan-ı aşk etti ve "beraberliklerini kamuoyuna açıklayıp", tüm kamuoyu önünde yaşamaya başladılar. Mahallesinde olsa, olay çıkaracak olan necip Türk halkı da, televizyonda gördüğü her şeye müsamaha gösterme alışkanlığını sürdürerek, ne kadar sevimli bir çift olduklarından söz etmeye başladı.
Ev, gerçekten bir öncekine göre çok farklı. Kadın sayısı daha yüksek, evde yönetim erkeklerden çok kadınlarda gibi görünüyor. Mesela eski evde, evin babası vardı, Murat. Ama bu evde, evin annesi var, Nursen. İki çocuğunu, istikballeri uğruna evde bırakıp, yarışmaya katılan bu 37 yaşındaki hoş kadın, evde gerçek bir denge unsuru, olmayan babaya karşı. Eh, bu tavrı da göze batmıyor değil.
Evin göz önünde olan kadınları var, bazılarının da sesi bile çıkmıyor. En çok göze batan, ekrana çıkan ise Hacer. Silifkeli, konservatuar öğrencisi, evin yeni Tarık'ı. Elinde gitarı, uysa da uymasa da, şarkı söylüyor, beste yapıyor. Belli ki, çok uyanık, ne kadar çok şarkı söylerse, o kadar çok televizyona çıkacağını, ne kadar çok televizyona çıkarsa, o kadar çok oy alacağını, ne kadar çok oy alırsa, yüz milyara o kadar yaklaşacağını farkında. Eski evden farklı en önemli noktalardan biri de bu zaten. Eski evde, oylamalarda, baraja en fazla bir kere girmeyi başaran kadınlar, Hacer sayesinde, şeytanın bacağını kırmış durumdalar. Hacer ilk haftadan beri barajda. Hatta, bir kez de görüşme odasına girip, eleme yaptı. Ancak kendinden beklenmeyen (ya da belki tam ondan beklendiği gibi) bir şekilde, bir hemcinsini eledi, gerekçesi basitti, elediği kadının artık orada kalmak istemediğini biliyordu ya da en azından hissediyordu. Hacer'le birlikte "BBG evi"ne hırs girdi. Hacer, çok samimi, çok içten, çok iyi... Ama taksiden gelen yorumlar hiç de böyle değil. Evde, yalnız olduğu anlarda, kamerayla konuşması, böylece kendini izleyiciye pazarlaması ve program koordinatörlerinin inatla bu görüntüleri günlük programa dahil etmeleri belki de BBG gibi bir sistemde birinciliğe oynayan bir kadının ayağını kesmek için, eğer çok kadın bakış açısıyla düşünürsek, kazın ayağı öyle değil ama. Çünkü evin diğer birinci adayı, Edi yalnızken kameralara konuştuğunda da, bu görüntüler ekrana geldi, insanlar sevdiler mi, sinirlendiler mi bilinmez ama oylamada değişen bir şey olmadı. Edi ve Hacer ilk haftadan itibaren en çok oy toplayan iki yarışmacı.
Edi, tam bir beyaz Türk aslında. Amerika'da okumuş, iyi bir ailenin eğitim düzeyi yüksek oğlu. Belli ki ailesi de bu yarışmaya katılmış olmasından çok hoşnut değil. Bir sevgilisi var, tıpkı kendisi gibi, iyi eğitimli, zengin, şoförlü arabalarla dolaşan bir kadın. Yarışmanın asıl izleyici kitlesinin kadın olduğu biliniyor, yani oylar kadınlardan geliyor. Edi, sevgilisi olduğunu sürekli söylemesine, onu ne kadar özlediğinden söz etmesine rağmen her hafta birinci olmayı başarıyor, BBG'nin bu sefer ki oy verenleri, "gerçekten karakteri için seviyorlar Edi'yi". Edi, gayrimüslim, ilk hafta birinciliği aldığında, görüşme odasına gitmeden önce, istavroz çıkarttı ve tüm hafta hemen her sohbette bu konuşuldu, çok basit bir yorum vardı, "Edi bu hareket yüzünden çok oy kaybedecek, mesela ben artık Edi'yi desteklemiyorum" diyen de vardı, "helal olsun çocuğa, bak ne güzel yaptı" diyen de. Edi bu yorumlardan ve dışarıda olup bitenlerden tamamen habersiz, istediği gibi davranmaya devam etti, sinirli ve gergin tavrıyla içerideki herkesi, özellikle de kadınları bir bir ağlattı. Dışarıdaki oy verenler, bu durumdan hiç rahatsız olmadılar, kadınların, kendi hemcinslerini haklı ya da haksız bir şekilde suçlayan ve "kıran" bir adama bu kadar çok oy veriyor olmaları iki şekilde yorumlanabilir belki. Kadınların hak ettiğini düşünüyorlar, Edi'nin tavrının doğru olduğunu var sayarak onu destekliyorlar ya da tamamen kadınca bir güdüyle, beğendikleri bir adamın başka kadınlarla ilgilenmiyor, hatta onlara kötü davranıyor olması hoşlarına gidiyor.
Evin diğer sakinleri, gerçekten sakinler. Bir önceki BBG'de olduğu gibi, herkesin ismini ezberleyemedik bu sefer, sesleri çıkmıyor, evdeki varlıkları ile yoklukları arasındaki farkı anlayamıyoruz. Ama oradalar, belki kazanamayacaklarından eminler, ama keyfini çıkartmaya çalışıyorlar.
On günde dost olmayı, on günde dost olduğun insana hayatının en önemli olaylarını anlatmayı ve bir hayatı paylaşmayı, sonra da "sen artık benim en iyi dostumsun" diye başlayan konuşmalarla, insanları elemeyi gerektiren yarışma, son yılların Türkiye'sinin küçük bir özeti aslında. Herkesin birbirinin yüzüne gülüp, arkasından iş çevirdiği, hırsların ve kişisel ihtirasların hayattaki her şeyin önüne geçtiği bir ülkede, böyle bir yarışma için yüz binlerce insanın kuyrukta olması hiç de şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan, insanların gerçek hayatta asla müsamaha göstermeyecekleri bir çok şeye, sırf televizyonda olduğu için, hoşgörüyle bakmaları, ama burası Türkiye... Başka Türkiye yok, neyse ki...