"Bir Dönem İki Kadın", farklı kutuplarda yaşayan iki kadının gözünden, son dönem Türkiye tarihini anlatıyor.
Gazeteci-yazar Oya Baydar ile belgesel yapımcısı-yönetmen Melek Ulagay'ın 1940'lardan, çocukluk yıllarından başlayarak karşılıklı söyleşi formatında bugüne kadar uzanan hayat hikayeleri ilginç, ilginç olduğu kadar da öğretici.
Kadınlar isterse...
1940'lardan bugüne dünyanın ve Türkiye'nin tanıklığını yapmış olan bu iki isim, tanıklık yapmakla kalmamış, aynı zamanda dengeleri oynatan sürecin içinde aktif olarak rol de almışlar.
Gençliği, umudu, devrimci mücadeleyi, sol örgütleri, hapishaneleri, işkenceleri, sevdiklerini yitirmenin acısını, mülteciliği, sürgünü oldukça genç yaşlarında yaşayan iki kadının, bir bakıma otoriteye direnişini okuyoruz kitapta.
Oldukça zengin bir ailenin kızı olan Melek Ulagay ile görece daha varlıksız bir ailenin çocuğu olan ama okuduğu okul ve sosyal çevresi göz önüne alınınca Türkiye koşullarının üstünde bir hayat süren Oya Baydar'ın parayı da, statüyü de, "toplumsal değerleri" de, sosyal çevreyi de reddederek, idealleri uğruna girdikleri hayatı görünce, ister istemez mücadele temelli hayatın "kaybettirdikleri" değil "kazandırdıkları" dikkatinizi çekiyor.
İki farklı siyasi kimlik
Oya Baydar, üniversiteye girdiği 1960'ların başından itibaren sol siyasetle yakından ilgileniyor. O dönem Türkiye İşçi Partisi (TİP) bünyesinde yer alan Baydar, akademi yıllarında da Ankara ve İstanbul'da siyasi faaliyetlerine devam ediyor. Ancak Melek Ulagay'dan bir farkla; Melek Ulagay, Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) bünyesinde "illegal" faaliyetler içinde bulunurken, Oya Baydar ise işin daha çok teorik boyutlarıyla ilgileniyor.
12 Mart darbesini takip eden süreçte, Baydar, Ankara Hacettepe Üniversitesi'nde ders verirken polisler tarafından gözaltına alınıp, Sevgi Soysal'ın "Kadınlar Koğuşu" kitabında anlattığı "Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu"na götürülürken, İstanbul Bebek'te yaşarken "devrim sevdası" ile yollara düşen Melek Ulagay ise Söke'de başlayan uzun bir "illegal" yolculuğa çıkıyor. Hem de öylesine bir yolculuk ki, Nuri Çolakoğlu, Doğu Perinçek, Halil Berktay, Cengiz Çandar, Bora Gözen, Faik Bulut ve daha niceleri bu yolculukta Ulagay'a yoldaşlık ediyor.
Bebek'te yalıdan Söke'de mağaraya
12 Mart'ın arkasından yaşanan baskıların, gözaltı, işkence ve tutsaklıkların artması, beraberinde illegalite sürecini de getirir. TİİKP gerillası olarak Bebek'te bir yalıdan çıkıp Söke dağlarında bir mağarada yaşamaya başlayan Ulugay'ın bir sonraki adresi, Malatya kırsalında İbrahim Kaypakkaya'nın yanı oluyor.
Daha sonra Antep'e geçen Ulagay, örgütlü arkadaşlarının hemen hepsinin yakalanması üzerine Suriye'ye, oradan da Filistin Kurtuluş Ordusu (FKÖ) kamplarına geçmeye karar verir. Burj Al-Barajneh Mülteci Kampı'nın tek kadın üyesi olarak artık adı Sümeya Abdülfettah adında bir hemşiredir.
Sürgünler, hapishaneler
Melek Ulagay, iki yıllık Filistin deneyiminin ardından Hollanda'da geçen bir yıllık siyasi mülteci hayatının ardından 1974 affı ile Türkiye'ye döner.
Bu dönem Türkiye'de olan Oya Baydar ise Milliyetçi Cephe hükümetleri sürecinde yaşanan tüm baskı ve katliamlara yakından tanık olur. Siyasi mücadelesini Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nde sürdürür. Baydar, 12 Mart döneminde Yeni Ortam gazetesinde başlayan köşe yazarlığına Politika gazetesinde devam eder.
Baydar gazeteci yazar Aydın Engin ile evlenir; Ekim dünyaya gelir. Bu arada Engin Politika gazetesindeki yazılar nedeniyle sık sjk cezaevine girip çıkması nedeniyle çözümü Avrupa'ya gitmekte bulur. 12 EYlül askeri darbesi Baydar'ı Ekim bebeği birkaç günlüğüne annesine bırakarak eşini görmek üzere gittiği Almanya'da bulur. Böylece çiftin 12 yıllık sürgün günleri başlar.
Baydar 18 yaşında Türkiye'nin "François Sagan"ı olarak Hürriyet gazetesinde da yayımlanan rorman yazımına onca yıldan sonra sürgünde yeniden döner.
Oya Baydar, Almanya'da geçen sürgün yılları sırasında bir dönem "Marksist-Leninist" eğitim için Türkiye Komünist Partisi (TKP) tarafından Moskova'ya gönderilir. Parti okuluyla ilgili hayli eleştirel anlatılar özellikle gençler için çok çarpıcı.
Bu dönem yurtdışına çıkmayan Melek Ulagay, ressam Orhan Taylan'la evlenir ve 1982'de Ferhat dünyaya gelir. Bu süreçte Orhan Taylan Sağmalcılar Cezaevi'nden Mamak Askeri Cezaevi'ne alınınca her hafta Çarşamba günleri üç dakikalık görüşme için trenle Ankara'nın yolunu tutar. 4 yıl süren bu sürecin ardından hala devam eden belgesel yönetmenliği ve yapımcılığına adım atar.
"Umarız başkaları da kendi aynalarını tarihimize tutar"
"Tarihi sadece erkekler yazmamalı, tarih erkeklerin insandan çok siyasete odaklı tarihi olmamalı. Bizim ki bir başlangıç, geçmişi yansıttığımız ayna da bizim kendi aynamız. Umarız devamı gelir, başkaları da kendi aynalarını tutarlar tarihimize" diyen Oya Baydar ve Melek Ulagay, İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye'sinde yaşanan çalkantılı dönemleri devletin değil iki kadının ve vicdanından anlatıyor.
Belki de bu yüzden "Bir Dönem İki Kadın", sürükleyici olduğu kadar öğretici de. 27 Mayıs darbesini, 1960'ların başlarında öğrenciler ve işçiler arasında başlayan siyasi hareketlenmeyi, 12 Mart dönemini, 12 Eylül'e giden süreci ve 12 Eylül askeri darbesini yaşayan iki kadın, yaşadıkları, tanık oldukları gözaltılar, işkenceler, tutsaklık yıllarını, Filistin'den Hollanda'ya, Almanya'dan Moskova'ya uzanan sürgün ve mücadele yıllarını sadece birer devrimci olarak değil aynı zamanda birer kadın olarak okuyucuya aktarıyorlar.
İki kadının ilk gençlik yıllarından sonra yolları 1990'larda yeniden kesişir. Şimdi ikisi de özgürlük için, barış için sokaklarda, meydanlardalar. (EK/EÜ)
_____________________________________________________________________________
* Bir Dönem İki Kadın/ Birbirimizin Aynasında, Oya Baydar ve Melek Ulagay, Can, Şubat 2011, 435 sayfa, 26 TL