Milliyet'ten Devrim Sevimay, 1990'lar boyunca Türkiye'deki çatışmadan kaçan mültecilerin kaldığı Mahmur kampında. Aktarıyoruz:
19 Ekim'de Mahmur'dan Türkiye'ye gönderilen 26 kişilik gruptaki bir kişinin geride kalan ailesiyle görüşmek istedik, bizi Nesibe Buldan'a götürdüler. Nesibe Buldan 46 yaşında. Türkçeyi anlıyor, ama konuşamıyor. Beraberimizdekilerin yardımıyla soruyoruz:
Kimi gönderdiniz Türkiye'ye?
Oğlumu göndermişim, Nizar'ı. 23 yaşında.
Başka kaç çocuğunuz var?
Yedi tane. Bir de şehidim var.
O kaç yaşında dağa çıkmıştı?
14 yaşında. 1999'da gitti.
Gitme demediniz mi?
Nasıl diyeyim? Savaş Buldan'ın yeğeniydi. Savaş Buldan faili meçhul cinayette öldürülmüş. Bizim köylerimiz yakılmış. Eşim, kayınpederim, kaynım, bütün akrabalarım gözaltına alınmış. İçimizde erkek kalmamış. Biz de göç ettik buraya.
Nereden göç ettiniz?
1994'ün Mart'ında Dağlıca'dan göç ettik. O zamanlar bize orada yaşam hakkı yoktu. Başımıza anlatamayacağım kadar çok şeyler geldi. Bunu dört beş yaşındaki bir çocuk da biliyor, hepsini görüyor. O zaman da isyan ediyor. Yüzünü dağa dönmek zorunda kalıyor.
Oğlunuzla en son gün aranızda nasıl bir konuşma geçmişti, hatırlıyor musunuz?
1999 süreciydi. Öcalan Türkiye'ye götürülmüştü. Biz buradaydık. Oğlum, "Ben bunu kaldıramam, gitmeliyim" dedi. Ben de "Sen daha küçüksün" dedim. "Hayır, ben gideceğim, bizden beklenen neyse onu vereceğim" dedi ve gitti.
Sonra bir daha ne zaman gördünüz?
Cenazesinde. 27 Şubat 2005'te Nusaybin'de devletin eline geçmiş. Televizyonda duyunca hemen atladım Nusaybin'e gittim. Sonuçta benim çocuğuma terörist falan da deseler ben onu kendimden atamam, bırakamam. Hemen gittim. Cenazesini gösterdiler bana. Başında birkaç yerden kurşun girmiş. Gövdesinin alt bölümü açılmış, iç organları dökülmüş, göğsü boydan boya kesik... Onu öyle görünce içim yandı, hemen yüzüne kapandım. Sonra bayılmışım. Ama şimdi ben oğlumu öyle gördüğüm halde hala "barış" diyorum. Niye asker anneleri de "barış" demiyor, niye onlar da bu konuda bir adım atmıyor?
Ama onların içinin nasıl yandığını siz tahmin edebilirsiniz herhalde...
Doğru, en iyi hisseden benimdir, ama olmuş bir kere, ölmüş bir kere bizim çocuklarımız...Hiç değilse öbür çocuklarımız ölmesin, başkalarının çocukları ölmesin, artık kan dökülmesin. Bari biz sarılalım birbirimize, çocuklarımız için sarılalım.
Şu kapıdan şimdi bir şehit annesi girse ona ilk ne dersiniz?
Hemen kalkar onu kucaklarım. Bu barışın gelişmesinde herkesten önce biz rol oynamalıyız, derim. Bak derim, ben bir oğlumu savaşa verdim, birini de şimdi barışa veriyorum.
Yalnız oğlunuzun da olduğu o grubun gelişi öyle pek barış gibi algılanmadı; daha ziyade gerginliğe sebep oldu.
Ama yanlış anlaşıldı. Bizim oradaki sevincimiz zafer sevinci değildi. Biz çok heyecanlandık. Barış geliyor diye çok sevindik. Devlet bunu görmeli. Yoksa yani biz de kendi çocuklarımızı sokakta, çöplükte bulmamışız. Onlar bizim ciğerlerimiz. Ama ben Nizar'ı Kürt ve Türk halkının arasında gelişecek barışa hediye ettim. Sırf elimizi uzatmak için.
Oğlunuzla en son neler konuştunuz?
Nizar'la sabaha kadar oturduk, vedalaştık. Ben biraz korkuyordum, ya tutuklanır, ya işkence görürse diye. Nizar beni ikna ediyordu, "Yok anne, Türkiye değişti, gelişti artık. Öyle şeyler gelmez başımıza" diyordu. Ona hep sevdiği yemekleri yapmıştım, ama herkesi ziyaret etmekten yiyemedi bile. Sonra sabah kalktık, Habur kapısında bıraktım onu. Bundan da çok gurur duyuyorum. Bunu lütfen asker analarına söyleyin, ben çocuğumu Türkiye'ye barış için gönderdim.
Memleketi özlediniz mi?
Tabii her insanda olduğu kadar var yani. İnsanın doğup büyüdüğü yerlerdir, arkadaşlık edindiği yerlerdir, bıraktığı anılardır; onları insan özler tabii. Ama nasıl diyeyim, "Keşke ben burada olmasaydım" boyutunda değil bu özlem. Çünkü hiç kimse buraya harcadığı emeği oralara harcamamış. Biz 10-15 yıldır göçmeniz, ama sanki 70 yılı birlikte yaşamış gibiyiz. Bir de biz asıl hep özgür olmayı özledik, biliyor musunuz? Yani coğrafi olmaktan ziyade o ülkede özgürlüğü özledik. Biz burada daha özgürüz. Daha özgür olduğumuz için de fazla özlem şeyi yok bizde.
Nedir daha özgür olduğunuz alanlar?
Kendi kendini idare ediyorsun. Kendi dilini rahatça konuşabiliyorsun. Sorunlarını herkesle paylaşabiliyorsun. Sorunların çözümü hemen geliştirilebiliyor. Herkes tek bir aile gibi. Oysa mesela Çukurca'da yaşarken ben rahatça "Kürdüm" diyemezdim. Burada ise çocuklarım kendi ana diliyle, kendi kültürüyle yetişiyor, üniversite dahil kendi anadilinde eğitim alıyor.
Ama BM'nin burada yaptığı bir ankette binlerce kişi de "Dönmek istiyorum" demiş...
O çok yanlış bir anket. Bizim buradaki lehçemiz Kurmanci. BM'den gelenler ise Sorani lehçesiyle yaptılar anketi. İnsanlar "Dönmek isterim" demişler, ama "Hangi taleplerim olursa dönerim"i de anlattıkları halde o gerekçeleri anketçiler yazmamışlar.
Başka bir iddia da şu: Aslında Mahmur'daki çoğunluk dönmek istiyor, ama Kandil'in baskısı yüzünden kimse "Dönmek istiyorum" diyemiyor; ne dersiniz?
Kesinlikle öyle bir şey yok. Aksine Kandil bir karar verse, hiçbir çözüm olmadan "Gidiyoruz" dese bu halk gitmez. Demokratik kültürel talepler yerine getirilmeden bu halkın dönmesi zor.(DS/EÜ)