Dersim'e bağlı Nazımiye'deki (Qısle) köylerinin adı işte bu yüzden "Remeda" idi. "Remeda" Zazaca'da "verdi-kaçtı" anlamına geliyordu.
Cumhuriyet yönetiminin Türkçe olmayan yer adlarının değiştirilmesi politikasından küçücük Remeda köyü de nasibini alacak; yapısının Türkçe'ye uyması ve asimilasyonu hızlandıracağı düşüncesiyle adı "Ramazan" yapılacaktır.
Canpolat'ın sözcüklerle yolculuğu
Musa Canpolat işte bu köyden. Türkçe ile tanışıklığı 1940-50'lerdeki her çocuk gibi okul ile olur. Türkçe sözcükleri zorlukla ezberlemeye çalıştığı 1950'li yıllarda bir on yıl sonra Zazaca sözcükleri mutlulukla toplayacağını elbette bilemeyecekti.
Yarım yüzyıl sonra ise Türkiye'nin en büyük Zazaca-Türkçe sözlüğünü gururla yayınlayacağını hayal bile edemezdi.
"1970'li yıllarda Zazacanın (Dımili) yaşaması için çalışmaya karar verdim. İstanbul'da Kadıköy'de 'Cumhuriyet Ekmek Fırını'nda çalışıyordum. İş arkadaşlarım ve çevremdekiler bana 'rafızi', 'kızılbaş', 'mum söndüren', 'kuyruklu kürt' diyorlardı.
Bu sözlerden çok derinden etkilendim ve ananelerimizi araştırmaya karar verdim. İşe her kültürün giriş kapısı olan dilimiz Dımili (Zazaca) sözcükleri, deyimleri yazarak başladım".
Musa Canpolat'ın 36 yıl süren Zazaca-Türkçe Sözlük serüveni işte böyle başlar.
Alfabeyi ararken
O zamanlar özellikle yarıda kalmış ilkokul öğretimi nedeniyle çevresindekiler kendisini pek küçümser. "Basit bir ekmek işçisi" olarak gördükleri bu çocuğun bir şey yaratacağına inanmazlar.
İşin acı ve tuhaf yanı, onu en çok küçümseyenler ve azmini kırmaya çalışanlar her zaman ve her yerde olduğu gibi bu dilin asıl sahipleridir. Onu hafife alırlar, Zazaca dalga geçmeyi de ihmal etmezler, "Theyro qız hewnunê gırsu vineno!" derler. (Küçük kuş büyük rüyalar görüyor!)
Ama bu sözler yüreğinde açtığı derin yara dışında Canpolat'ın azmini arttırmaktan başka bir sonuca yol açmaz.
İlk olarak "Lawıkê ma" (Türkülerimiz) isimli bir kaset çıkarır; 500 adet basılan bu kasedi beğeniyle dinlenir.
Türkiye'de başka bir dilde kaset çıkarmanın tehlikeli olduğu yıllardır; kendi adını kullanmaz; "Mursae Areyiz" rumuzuyla yayınlar kaseti. Daha sonraki yıllarda da kasetler çıkarmaya devam eder.
Şu ana kadar 300'e yakın beste; özellikle yaşlılarla savaş, aşiretlerarası çelişki ve işbirlikçilik temalarını işleyen ve hala yayınlanmayı bekleyen 55 ayrı röportaj yapar.
Onun "delice bir karar" dediği çalışmaları başladığında, Zazaca dil, gramer veya alfabe üzerinde henüz bilimsel çalışmalar yok denecek düzeydedir. Bu sebeple not tutmakta bile zorlanır. Türkçe'de olmayan bazı ses ve heceleri tam olarak yazamaz.
Neyse ki, bir Amerikalı dilbilimci olan M. C. Jacobson 1980'lerin başında "Zazaca alfabe"yi yazar ve Musa Canpolat'ın imdadına yetişir. Böylece, Türkçe alfabede olmayan "Q", "X", "Ê" ve "W" harflerinin kullanımını öğrenir; yoluna büyük azimle devam eder.
Dil ve kültür çalışmasının bir parçası da "sıla geceleri" olur. Ozan kimliğiyle davetlerde boy gösterir. Bir türkü gecesinde ihbar edilir; Stutgart Başkonsolosu'nun makamına çağrılır ve ifadesi alınır. Suçu "Zazaca türkü söylemek"tir.
Neyse ki, dönemin başkonsolosu iyi niyetli ve dilleri "tehlike" görmeyen biridir; soruşturma çabuk biter. Bu olayı hiçbir zaman unutamayan Musa Canpolat, yıllar sonra sözlüğü için "bandrol" almak için devlet kapısına gittiğinde kendisine hiçbir zorluk çıkarılmadığını şaşkınlıkla görür.
"Okuyamamışlar herhalde, en küçük bir zorluk görmedim" diyerek espri yaparken, Türkiye'nin olumlu yönde yaşadığı değişimi de vurgular.
Rüya gerçek oldu
Zazaca'nın Türkiye'de 13 ilin merkez, ilçe, bucak veya köyünde konuşulduğu biliniyor. 3-5 milyon konuşucusu bulunan ve her dil gibi güzel bir dil olan Zazaca için yapılan çalışmalar bugün pek zayıf olmasa da sözlük alanında uzun yol katedilmiş sayılmaz.
Bugüne kadar Malmısanıj, M. Çem, H. Turgut, M. Aydar, K. Berz ve M. Özcan gibi isimlerin yayınladığı sözlükler Zazacanın hazinesini güçlendirdi. Ne var ki Musa Canpolat'ın hazırladığı sözlük öncekilerden kapsam ve nitelik yönünden belirgin çizgilerle ayrılıyor.
Öncelikle 922 sayfalık "dev bir eser" var karşımızda. Bu büyük eserin içinde ise örneklemelerle ve deyimlerle desteklenmiş 30 bini aşkın sözcük. Kelimelerin temel ve yan anlamlarını ayrıntılı veren sözlük, sadece sözlük de değil; aynı zamanda Zazaca öğrenmek isteyenler için de temel bir kitap durumunda.
İlk baskısı Eylül 2006'da çıkan sözlük, Can Matbaasından çıkmış ve toplam bin adet basılmış.
Yazar, 30 bin kelimeyi yeterli görmüyor ve "En az bir o kadarı halkımızdadır ve onları ortaya çıkarmak bir görev olarak hepimizin önündedir" diyor. Kendi sözlüğünü sadece Dersim yöresinde konuşulan Zazaca içinde yer alan kelimelerden hazırladığını, Zazacanın konuşulduğu diğer bölgeleri inceleyemediğini üzüntüyle belirtiyor.
Musa Canpolat, eserini tümüyle kişisel çaba ve olanaklarıyla hazırlar. Bu büyük eserin yaratıcısı yaşamı boyunca azmi ile pek çok şeyi başarır. Remeda'da yarıda bıraktığı okulunu 1984'te Almanya'da tamamlayıp ilkokul diplomasını aldığında yaşı kırkı çoktan aşmıştır.
Almanya'da bir işçi olarak İGE-Metal Sendikasında 13 yıl boyunca işyeri temsilciliği yapar. Yorulmak bilmeyen bu beynin bugüne kadar hepsi Zazaca olan Piya, Areye, Tija Sodıri, Ware, Munzur gibi dergi ve gazetelerde görüş ve şiirleri yayınlanır.
Türkiye'de öteden beri Türkçe dışındaki dilleri küçümsemek için uydurulmuş "efsaneler" vardır. Bunlardan en önemlisi de Zazaca vb. dillerin "Türkçe'nin bozulmuş şekli olduğu" veya "Türkçe'den, Farsça'dan ve başka dillerden meydana gelen bir karışım" olduğu tezidir.
Bu tezi, desteklemek için de "sözcük sayısının birkaç yüzden ibaret olduğu" öne sürülür. Dileriz ki; bu tür efsanelerin savunucuları Musa Canpolat'ın 30 bin kelime içeren Zazaca sözlüğünden sonra artık Zazaca'yı ve diğer dilleri küçük gören ve böylece inkara varan tezlerini gözden geçirirler.
Bu, ana dillere saygının bir gereği olduğu kadar onları da bilimsel bir yönteme yaklaştıracaktır.
Türkiye'de "öteki diller" ve devlet denilince akla sadece yasak, sansür, toplatma ve para ve hapis cezaları geliyor. Türk Dil Kurumu bünyesinde "Güncel Türkçe Sözlük Çalışma Grubu" var.
Bu komite Türkçe'nin güncellenmesi ve geliştirilmesi için devlet olanaklarıyla çalışma yürütüyor. Türkçe için gösterilen bu olumlu çabanın artık Türkiye'nin öz dilleri olan Anadolu'daki diğer dillere de gösterilmesi gerekiyor.
Geçen yüzyılda yoksul ve sürgün bir genç, şehr-i İstanbul'da bir "rüya" görüyordu. Bu rüya artık gerçek oldu. Bir insanın azmi ile bir dil, bir parça daha onur ve saygınlık kazandı; darısı "öteki diller"in başına! (HA/EÜ)