Fotoğraf: Sosyal Medya
Bir yıl öncesinin verilerine göre, görevlerine dönebilmek için OHAL Komisyonu’na başvuran KHK’lıların sayısı 126 bin 300. Ancak yalnızca 9 bin 600 kişi görevine iade edildi.
İhraç edilenlerin mağduriyetlerinin listesi ise uzun. Bu arada KHK’lı net sayısı hakkında da spekülatif yorumlar var. En gerçekçi olanı 150 bin civarı diyor ve 'Muhtemelen mağduriyetler silsilesi bağlamında bir milyon kişi vardır' diyen de söz konusu.
Başlarına neler geldi, geliyor derseniz; bu yazıda KHK’lı Barış Akademisyenlerine kulak vererek bunu öğrenmeye çalışacağız.
İstanbul’da KHK’lı akademisyenlerin kurduğu BIRARADA Derneği’nin, pandemi koşullarında nasıl ve ne tür etkinlikler düzenlediğini öğrenmek istiyoruz.
Dernek kurucularından ve Yönetim Kurulu Başkanı Sema Bayraktar, adını vermek istemeyen bir Barış Akademisyeni ve Leyla Şimşek Rathke anlatıyor.
Eğitim Sen desteği ile idare ediyorumTürkiye akademisinin zaten içinde barınmak/bulunmak istediğim bir mecra olmadığını ve imza 'patladığında' kurumumdan ayrılmaya hali hazırda niyetlenmiş olduğumu belirtmek isterim. Akademiye girişim de kısa vadeli bir planın parçasıydı ve sadece finansal getirisi üzerinden kurgulanmıştı. Dolayısıyla işe başladığım ilk günden itibaren ayrılmaya niyetli olduğum için atılmamdan aylar önce ufak bir ticari teşebbüste bulunmuş ve bir arkadaşımla ortak bir sanat kursu ve ikinci el eşya dükkânı açmıştık. Okuldan atıldıktan sonra oralarda çalışmaya devam ettim. Getirisi çok iyi olmadığından tercüme, özel ders gibi ek işler de bakıyordum. Tabii bir de Eğitim Sen sendika desteği ile idare ediyorum. Bir seneliğine de 'frontline defenders' adlı oluşumun desteğinden faydalandığımızı ekleyeyim. |
Ağır depresyon geçirdimBen 2016 senesi itibari ile Anadolu Üniversitesi’nde uzman olarak çalışıyordum, bir yandan da doktoramı yapıyordum. Barış imzacısı olmam nedeni ile açılan idari soruşturma sonuçlanmadan, açığa alma, sözleşme yenilememe ve sonunda da KHK ile devam eden süreç hayatımın son 5 yılını doğrudan etkiledi. Anadolu Üniversitesi’nde açılan kadro sınavını kazandıktan sonra Eskişehir’e yerleştim. Açığa alındığımda bunun geçici bir süreç olduğunu düşünmüştüm. İşten atıldığımı Eskişehir savcılığına ifade vermeye giderken internetten öğrendim, yani tarafıma bilgilendirme bile yapılmadı. Sözleşmem yenilenmediğinde çalıştığım fakülte dışındaki bir fakültede moleküler biyoloji alanında tez aşamasında olduğum doktoram devam ediyordu. Atılmış olduğum işimden Şubat 2017’de 686 no’lu KHK ile bir daha atıldım. Ama bu sefer süreç daha zorlaşmıştı. Artık pasaportuma tahdit konmuş, başka bir iş bulmam engellenmiş ve dahası akademideyken yazdığım, yaptığım ve yer aldığım projeler “yukarıdan” gelen baskılar ile kapattırılmıştı. Bu baskılar sadece bana değil, benimle çalışan insanlara da uygulanıyordu. Yani KHK ile hem sivil ölümü yaşıyor hem de akademik olarak yalnızlaştırılıyorduk. Akademideyken binbir güçlükle yazdığım ve etik kurul onaylarını aldığım genel amaçlı projem (sonuç raporu yazılabilecek durumdaydı) ve öğrencisi olmama rağmen doktora tez projem böylece kapatıldı. Bu durum doktora tezimi planladığımdan çok daha daraltmama neden oldu. O dönemler benim belki de yüzümün kampüste eskimemiş olması veya doğa bilimlerindeki toplumsal olaylara tepkisizlik işime yaramış olmalı ki laboratuvarlara girerken diğer arkadaşlarımın yaşadığı sorunları çok yaşamadım. O sıralar pek çoğumuzun kampüse girişi yasaklanmıştı (aslında 5 sene geçti, hala öyle). Aslında sorun yaşamamak için temkinli de davranıyordum. Tezimin deneylerini yapmak üzere laboratuvara gitmek için az kişinin olduğu saatleri –özellikle geceleri- tercih ediyordum. Tezimin projesi kapatıldığı için malzeme alımı yapamadım ve bazı deneyleri çıkardım. Doktora tez savunmamı da 2018’in başında her şeye rağmen yaptım. Beni atan, KHK’lara yazan rektörün imzasını taşıyan bir doktora diplomam var. Sendikamızın maddi katkıları…Bu süreç içerisinde arkadaş çevremin çok değiştiğini söylememe gerek yok. Enteresandır, bir dönem dersine girdiğim öğrencilerim beni arayıp geçmiş olsun dileklerini iletirken, bölümünde kendi dışında sadece dört kişi bulunan bölüm başkanım beni hiç aramadı. Akademik olarak etrafımda bulunan pek çok kişi kendini göstermezken çok daha kemikli ilişkiler geliştirme fırsatım oldu. Dayanışmayı öğrendim ve yaşadım. Atıldığımdan beri sendikam Eğitim Sen asgari ücretin yarısı kadar aylık destek gönderdi. Farklı şehirlerde atılan akademisyenler olarak Dayanışma Akademileri örgütledik ve bu akademilerde pek çok etkinlik gerçekleştirdik. Uzun bir süre bu ağların bana iyi geldiğini söyleyebilirim ama pandemi ile beraber bir arada olamama durumu bizleri de zorluyor. Yine bu süreç içerisinde aile bakımından şanslı kişilerden biriydim. Çünkü bakmak zorunda olduğum bir ailem yok. Gerçi böyle bir süreç geçirdiğim için de olmamış olabilir. Sonuçta toplumun bizleri marjinalleştirdiği bir süreçteyiz. Yine de yalnız yaşamak bütün bu süreci tek başınıza göğüslemenizi gerektiriyor. Duygusal ilişkileriniz sizi daha çok etkiliyor, bazı konularda daha alıngan hale geliyorsunuz ve kendinize güveninizi sorguluyorsunuz. Hakkımda ağır cezada dava açıldığı süreçlerde ben de bir depresyon geçirdim. |
Leyla Şimşek Rathke anlatıyorBen 7 Şubat 2017'de çıkarılan KHK ile atıldım. Yaklaşık 20 yıldır Marmara Üniversitesi'nde çalışıyordum. Bunun son 10 yılı sosyoloji bölümünde çalışarak geçmişti. Barış bildirisinin kamuoyuna duyurulmasının ardından Erdoğan tarafından hedef gösterildiğimiz için ciddi saldırılara maruz kaldık. Önce odalarımızın kapısına tehditkar mesajlar yazıldı. Bu yazıları ben görmedim; erken gelen öğrencilerimiz görmüş, söküp parçalayıp çöpe atmışlar. Bizim bölüm zaten hep çok küçüktü. Sekiz kişi falandık, dört kişi imzacıymış, biz de sonradan öğrendik, birbirimizden haberimiz yoktu. Sonra şimdi adını hatırlayamayacağım sözde vatansever bir öğrenci grubu Marmara Üniversitesi'ndeki imzacı hocalara bir çağrı yaparak açıklama istedi, hesap sordu: "Yanlışlıkla attıysanız o imzaları gelin bize açıklama yapın, yoksa fena olur" der gibi tuhaf bir durumdu bu. Ama asıl büyük gürültü imzalardan tam bir yıl sonra atılmanın ardıdan koptu. Odalarımızdan kitaplarımızı ve diğer eşyalarımızı almaya gittiğimizde 18-20 kişilik bir ülkücü grubunun taş ve soda şişeleriyle saldırısına maruz kaldık. Polis ve güvenliğin önünde planlı bir saldırı yaşadık ve yaralanan arkadaşlarımız oldu. Bu gençlerin öfkesinin gerçek sebepleriyle hiçbir alakamız yoktu ama kirli siyasetlerle onların öfkesi, hiç hak etmediğimiz halde bizim üstümüze püskürtülüyordu. O günü hâlâ unutamıyorum: Bize desteğe gelen büyük bir kalabalık vardı. Bir kısmı diğer üniversitelerden gelen akademisyenlerdi. Onlar kampüsten içeri alınmamışlardı, ama öğrenci olup olmadıkları belirsiz bu grup kampüs içinde terör estirebilmişti. Öte yandan ezberlerle değil, düşünen, sorgulayan, vicdanıyla, kendi doğrularıyla yaşamayı seçen öğrenciler yetiştirdiğimizi o gün ve sonrasında gelen sevgi desteğinde net olarak gördüm. Yanımızda her görüş ve inançtan öğrencilerimiz vardı; o gün onlardan birinin başına bir şey gelecek diye çok korktum. Beni korumaya çalışanlar vardı. Ne yazık ki bu süreçte onlar da çok mağdur oldular. Bizim bölümde doğru düzgün eğitim alamadan diploma için okula devam edenler de oldu. Akademiye dair umutlarını yitirdikleri için, birlikte çalıştıları hocayı kaybettikleri için yüksek lisans aşamasında bırakanlar da oldu. Ben kendi öğrencilerime hep devam etmeleri yönünde telkinde bulundum ama akademinin içi öyle kasıtlı ve sistemli bir şekilde boşaltılıyor ki gerçekten bilmiyorum artık, doğrusunun ne olduğunu. Öğrencilerimin ağlayarak "Bunlar bizimle dalga geçiyorlar, derslere girdikleri yok, kazara girseler de kahvehane muhabbetine gelmiş gibi davranıyorlar, öğrencilere hakaret ediyor, ders yapmıyorlar" dediklerine çok tanık oldum. "Bu Suça Ortak Olmayacağız"Bizi "Bu Suça Ortak Olmayacağız" metnini imzalama sürecine götüren olaylar, 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP'nin istediği sonucu alamamasıyla başladı. İstanbul, Ankara ve Diyarbakır'da çok büyük insan hakları ihlalleriyle karşı karşıya kaldık. 11 Ocak 2016'da imzalar kamuoyuna duyurulmuştu. Temmuz'da darbe tiyatrosu oynandı, Eylül'den itibaren de barış imzacıları peyderpey KHK listelerine alınarak atılmaya başlandı. Bizim Marmara Üniversitesi'nden atılmamızı tetikleyen bir faktörün de Berat Albayrak'ın tapeleri olduğunu, bu tapelerdeki yalan yalnış bilgilerle Marmara Üniversitesi rektörünün tehdit edilmiş olabileceğini düşündüğüm çok oldu. Hoş tehdit edilmese de aynı şeyi yapabilirdi elbet. Biz atıldıktan sonra emniyette ifade vermeye çağırıldık. Çok sonra da ağır ceza mahkemelerinde yargılanma sürecimiz başladı. Aynı iddianame ile hakkımızda teker teker dava açılmıştı. İddianame bir hukukçuya yakışmayacak kabalıkta, özensiz, tutarsız, sağlıklı muhakemeden yoksun cümlelerle doluydu. Mesela hem Fetöcü hem PKK'lı olduğumuz yönünde ifadeler, yalan yanlış çeviriler, asılsız niyet okumalar vardı. Kirli medya manipülasyonlarıyla kamuoyuna KHK'ları bir Cemaat (Fetöcü)/PKK (terörist) tasfiyesi gibi göstermeye çalıştıkları için de ayrıca zorluklar yaşadık. Pasaportumun akibetini, yeni pasaport alıp alamayacağımı öğrenmek için emniyete gittiğimde oradaki görevli "Alamazsınız, buraya hakkınızda Fetö/PDY, vs. iltisakı notu düşülmüş" dediğinde kan beynime sıçradı, orada ufak bir sinir krizi geçirdim. Pasaport almaya gelmiş gençler vardı, manzaraya tanık olunca onlar beni yatıştırmaya çalıştılar. Cemaat lideri Fethullah Gülen'e hürmet yarışı yapan insanlar, sadece bir gecede onun pek fena bir adam (yeni adıyla Fetö) olduğuna hükmettiler ama olan alakasız insanlara oldu. İlk zamanlar ben canhavli ile çevremde gördüğüm herkese haksız yere işten atıldığımı anlatma çabasına girmiştim. Medya manipülasyonu ve kasıtlı çarpıtmaların da etkisiyle insanların, "A, niye ki? Fetö ile ilginiz mi vardı? Falanca bankada hesabınız mı vardı? Suçunuz yoksa devlet niye atsın ki?" gibi abes sorgulamalarıyla karşı karşıya kaldım. Yaşadığımız haksızlığı anlatabilecek dilimiz bile elimizden alınmıştı velhasıl. Çalışma haklarımızın elimizden alınması... Benim için en kötüsü pasaportlarımızın iptal edilip yurtdışı yasağına maruz kalmamız oldu. Bu bir tutsaklık hissi yarattı, daha ne yapabilirler diye kaygılandığımız dönemler oldu. Şu anda da beraat ettiğimiz, hakkımızda hiçbir suç isnatı kalmadığı halde, göreve dönüşümüz kasten durduruluyor. 28-29 yıl kamu hizmeti yapmış olduğum halde göreve geri dönmeden yeşil pasaportumu alamıyorum. Almanya'da daha önce birlikte iş yaptığımız bir üniversiteden çok iyi bir iş teklifi almıştım ama pasaportum iptal edilmişti, yasa dışı yollardan da çıkış yapmak istemedim. Yurt içinde de çalışma hayatından men edilmiştik. Arkadaşların pasladığı işler de emek yoğun ve çok düşük ücretli işler oldu. Pasaportum olmadığı için o süreçte yurtdışındaki başka iş olanaklarını da değerlendiremedim. Atıldıktan ancak üç yıl sonra normal pasaport alabildim. Ayrıca zaten annem yaşlı ve kanser hastasıydı; onun bakımı ve ihtiyaçları da yeni bir hayat planı yapmama mani oldu. Yıllık izinlerde Almanya'daki ailemi ve arkadaşlarımızı senede bir ya da iki kez görebilmek bana çok iyi geliyordu ama bu süreçte ne ben gidebildim ne onlar gelebildiler. Her yerde patlayan bombalı saldırılardan dolayı Türkiye'nin güvenli olmadığı, bütün yabancıların, Suriyelilerle bizi kaderimizle başbaşa bırakıp ülkelerine döndüğü zamanlardan bahsediyorum. Goethe Institute'de sınav yapacak hoca kalmamıştı, herkes gitmişti. O dönemde Almanya'da düğünlerimiz, kutlamalarımız oldu, önceden bilet de almıştık ama ben oradaki aile, eş dost fotoğraflarına giremedim. Eşim tek başına gitmek zorunda kaldı. Kadın olarak bu süreci biraz daha katmerli yaşadığımı da söylemeliyim. Annem yaşlı ve kanser hastasıydı. Atıldıktan sonra akademik kimliğim sıfırlanarak bir anda sadece bakım veren, annesini hastaneye getiren-götüren, ilaçlarını, kan testlerini, bakım işlerini örgütleyen, alışverişe koşturan, evdeki hayatı düzenlemeye çalışan, gelen misafirleri ağırlayan, yemekler pişirip sofralar kuran, temizlik, vb. işlerle boğuşan birine dönüştüm. Ben zaten çok yorgun ve tükenmiş hissediyordum, bu süreç de ayrıca yıpratıcı oldu. Entelektüel meraklar benim için bir lükse dönüştü. Bir iki çeviri, editörlük işi yaptım yapmasına, ama onları bile ne kafam ne bedenim kaldırabiliyordu; omurgamda ve kolumda ciddi ağrılar, sıkışmalar vardı. Sistemli bir mobbinge maruz kalmak... Şunu da belirtmek isterim ki atılma, benim için çalıştığım dönemde yaşadıklarımın bir devamı niteliğinde oldu. Zaten çalışırken çok büyük sorunlarım vardı. Sistemli mobbinge maruz kaldım, doçentlik sınavı sürecim yıllarca manüple edildi, yıldırma ve yıpratmaların yoğun olduğu oldukça patolojik bir ortamda işimi yapmaya çalıştım, yoruldum, yıprandım, bezdim. Benim için üniversitedeki tek güzel şey öğrencilerimle geçirdiğim saatlerdi. Demokrat, solcu görünümlü bazı şahısların ne yazık ki AKP kadrolarıyla örtük işbirlikleri yaptıklarını gördüm. Yakın tarihimiz alanını gittikçe genişleten totalitarizmle işbirliğinin bir dolu örneğiyle dolu aslında. Akademik kadrolar da bundan muaf değil. İnsanlar kendi konumları ve kişisel çıkarları için iki taraflı oyunlar oynadılar. Hiçbir ağırlıkları olmayan, sıradan bir memur gibi emir komuta zincirine sadık, kapı kulu rektörler, dekanlar, bölüm başkanları, akademik ve idari personeller çok gördüm. Sanırım bir kısmı zaten pazarlıklarla bu görevlere geliyor ve bu görevlerde kalabiliyorlardı. Çok az insanın gerçekten sağlam durduğunu gördük; bu beni şaşırtıyor aslında. Bu işbirlikleri olmasa kurumların içi bu kadar kolay ve çabuk boşaltılamazdı diye düşünüyorum. Bizim bölüme ilk gelen AKP/Cemaat kadrosu (o zaman böyle bir ayrım bile yoktu) bu şekilde geldi; o şahıs bölümde yıllarca çalışmış ve kadro bekleyen insanlar hiçe sayılarak yerleştirildi. O da başkalarının bölüme yerleştirilmesine önayak olduğunda bölüm başkanı sözde direnmeye çalıştı, ama iş işten geçmişti. Benimle birlikte kadro bekleyen beş arkadaş varken, bölümdeki bütün işleri bizler yapıyorken, liyakat hiçe sayılarak AKP/Cemaat kadrosundan şahıslara yukarıdan atamalar yapıldı durdu. Bölümdeki en kıdemli üç hocadan biriydim. Orada hoca olarak sekretersiz, asistansız hem akademik hem de idari işleri yaparak çalıştığım dönemler oldu, ama hep en düşük maaşı alarak istihdam edildim. On yıldır bölümde her işi yaptığım halde kadroya geçmeyi bile başaramadım. Benim önerdiğim, planladığım dersleri hiç bana sormadan AKP/Cemaat kadrosundan giren insanlara verdirdiler. Yıllarca bilgisayarım bile olmadan çalıştım; sırf bana vermemek için bir odayı bir yıl kadar boş tuttular. Benim verdiğim emeğin onda birini bile vermeyeceği ortada, pedagoji bilmeyen, sorumsuz, görevlerini asgari düzeyde bile yapmayan, öğrenciye fayda değil zarar veren, tacizkâr insanların bizim hakkımız olan kadrolara atanması ve bizim yıllarca mahrumiyetini çektiğimiz şeylerin en iyisine atanır atanmaz kavuşması üzücü ne yazık ki. Sonrasında da hemen hemen hepsi bu vasıfta insanların bize reva görülen kadrolara yerleştirildiğini öğrendik. O dönem doçent olanlar en fazla bir yıl bekledikten sonra kadrolarını alıyorlardı. Bana gelince oyalayıp durdular, son üç buçuk yıldır da doçent ünvanı almış olarak çalışıyordum, ona rağmen kadromu alamadan atıldım ben. BIRARADA Derneği 1.8.2018 tarihinde kuruldu. BIRARADA, Alternatif Akademi hayaliyle üniversiteler dışında da bilgi üretmeyi ve paylaşmayı hedefliyor. Eşitlikçi ve sorgulayıcı bir akademi hayalini paylaşarak, akademisyenler, yüksek lisans öğrencileri, bağımsız araştırmacılar ve akademik dayanışma grupları arasında iletişim ve dayanışma mekanizmaları oluşturmayı istiyoruz. Derneğimizin şu an 200'e yakın üyesi var. Derneğimizde karar alma mekanizmalarının şeffaf ve katılımcı olması son derece önemli. Fakat tabii ki şu şartlar altında en önem verdiğimiz ilkelerden biri dayanışma. Bu dayanışmayı şu an için akademisyen üyelerimize bir araya gelebilecekleri ve birlikte üretebilecekleri ortamlar sağlayarak gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Yapabildiklerimiz yapmamız gerekenlerin yanında çok az. Buna maddi gücümüz de şu an için yok. Aslında insan gücümüz çok fazla. 400'ün üstüne akademisyenin üye olduğu bir BIRARADA Akademi platformu kurduk. Derslerimiz, atölyelerimiz, eğitimlerimiz var, çeşitli projeler yazıyoruz. Aslında dernek olarak şuna da şahit olduk. Barış Akademisyeni olduğumuz için sadece bireysel mağduriyet değil kurumsal mağduriyet de yaşıyoruz. Liyakat açısından bakacak olursanız mutlaka bize verilmesi gereken projeleri bir Barış Akademisyeni derneği olduğumuz için alamadık. Diğer yandan oluşturduğumuz atölye ve eğitimlere gösterilen ilgiye ise minnettarız. Bu eğitimlere devam edeceğiz. Bizi sosyal medyadan takip edip desteğinizi esirgemezseniz çok seviniriz. Youtube kanalımıza da üye olabilirsiniz, oradan eski etkinliklerimizin kayıtlarına ulaşabilirsiniz. Nihai hedefimiz bağımsız bir akademik yapı kurmak. Uzun süredir üniversitelere yapılan saldırıları hepimiz görüyoruz. Bunun son örneğini Boğaziçi Üniversitesi'ne yapılan rektör atamasında gördük. Bir kere daha bağımsız akademinin ne kadar önemli olduğuna şahit olduk. BIRARADA Derneği artık bizim için haklarımızı geri almanın ötesinde bir anlam taşıyor. Bağımsız akademiye yönelik arayışımızın bir aracı oldu. Daha yolun çok başındayız ama bunun için çalışmaya devam edeceğiz. Yurtdışına gitmek zorunda kalan Barış Akademisyenleri de aslında dayanışmamızın bir parçası, onlar bizden de çok böyle bir yapının oluşmasını dört gözle bekliyorlar. |
KHK'lıların mağduriyet listesiKHK'lıların mağduriyet listesiyse bilinenden çok daha uzun. Mağdurların, birbirleriyle dayanışma içerisinde olduğu platformlarda duyduğu hikâyeler üzerinden hazırladıkları listede yaşananlar şöyle sıralanıyor: İş sahibi olamama |
TIKLAYIN - AYM Gerekçeli Kararı: Akademisyenin İşi Düşünce Açıklamak
TIKLAYIN - İlk Tutuklanan Barış İmzacıları Beraat Etti
Akademisyen yargılamaları haberlerinin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
Barış Akademisyenleri’nin beyanlarının tam metinlerine buradan ulaşabilirsiniz.
(AG/EMK)