İlk panelin konusu "Türkiye'de Azınlık Sorunu ve Kültürel Haklar" başlığını taşıyordu. Diyarbakır Baro Başkanı Avukat Sezgin Tanrıkulu'nun moderatörlüğünde gerçekleştirilen panele konuşmacı olarak profesör doktor Baskın Oran ile doktor ve yazar Tarik Ziya Ekinci katıldı.
Baro Başkanı Tanrıkulu, azınlık haklarının neler olduğu, toplumumuzda bu konunun nasıl anlaşıldığı, asli unsur ya da azınlık meselelerinden ne anlamak gerektiği üzerinde bir tartışma yürütmenin uygun olacağı noktasından hareketle, ilk sözü Tarık Ziya Ekinci'ye verdi.
"Tek kültür, tek millet, tek halk"
"Türkiye'de azınlık hukukuna ilişkin hiçbir belge yoktur. Bu nedenle evrensel hukuk ilkelerine bakmamız gerek. Diyarbakır Barosu bu açıdan çok önemli bir ilki başarıyor" diyen Ekinci, sözlerini şöyle sürdürdü:
* Türkiye'de Kürt var mı, yok mu? 1970'lerde Kürt var dediğimiz için yargılandık. Bugün AB muvacehesinde artık Kürtlerin varlığı tartışılır olmaktan çıktı.
* Kürt sorunu, Türkiye'de nüfusun beşte birini oluşturan ve devletin inkârcı politikasına bir karşı duruştur artık. Amasya Protokolü ve Atatürk'ün ilk ifadeleri, İzmit konuşması, El Cezire Komutanına çektiği telgraf geçmişten kalanlar ve bildiklerimizdir. Yine 1923 ve Lozan'dan sonra yeni bir milliyetçilik politikasının başladığını da bilmek gerekir.
* Bunun en somut ifadesi de "Türk ve Türkçü olmayı kabullenmek" şeklindedir. Bu yeni milliyetçilik anlayışı "ret ve inkâr"a dayalı homojen bir ulusçuluk anlayışıdır. Tek kültür, tek millet, tek halk, tek bayrak, tek devlet anlayışının literatürdeki adı da elbette faşizmdir.
"Marjinal demokrasi, Kürt sorunundan kaynaklı"
Ekinci, Türk aydınlarının özgürleşebilmeleri için Kürtlerin haklarını da savunmaları gerektiğinden söz etti. Türkiye'de siyaset adamlarının bugüne dek hep çifte standartlı olduklarını da vurgulayan Ekinci; "Gerektiğinde Bosna'da ve Kıbrıs'ta çok kültürlülüğü savunanlar, bu politikalarını Türk dış politikasının gereği gibi savunmuşlardır. Ama aynı şahsiyetler, Türkiye'de kendi öz vatandaşları olan Kürtleri ret ve inkâr etmişlerdir" dedi.
Ekinci, Türkiye'de Kürt sorununun demokrasinin çağdaşlaşması sorunu olduğunu da vurguladı; asıl olanın Avrupai anlamda çağdaş demokrasi olacağı ifadesine vurgu yaptı. Türkiye'de marjinal bir demokrasinin varlığının Türkiye'de Kürt sorunundan kaynaklandığını vurgulayan Ekinci, "Türkiye'de birçok siyasal parti Kürt sorunu nedeniyle kapatılmıştır, Kürt sorununu devlet baskı altında tuttuğu için demokrasi marjinal olarak kalmaktadır" sözlerini de ekledi.
"Kürtler sömürge midir? Kurucu halk mıdır? Yoksa azınlık mıdır? Bunlar sorulması gereken sorular olarak orta yerde duruyor ve bu bir muğlaklığı da ifade ediyor" diyen Ekinci, "Kurucu olan bir halkın dilinin, kültürünün tanınması gerek. Bunları inkâr edip kurucu ilan etmek nedir o halde?" diye bir soru sormanın gerekliliğini de vurguladı.
"Peki sormak gerekmez mi, çoğunluk isen, çoğunluğun haklarından neden yararlanamıyorsun?" diyen Ekinci, sözlerini, "Kürtler Türklerle birlikte kurucu halksa devlet çift dilli olmak zorundadır. Her birim, adli ve idari kurumlar da; kültür ve eğitim de çift dilli olmalıdır. Kürtçe üniversiteler filan gibi. Oysa ne böyle bir uygulama var. Ne de bunun nesnel koşulları...O halde azınlık hakları gündeme geliyor" diye sürdürdü.
"AB görevlilerini uyarmak gerek"
Kurucu unsurluk konusundaki farklı duruşlara da değinen Ekinci, şöyle devam etti:
"Türkiye'de bir yanda Kürtler kurucudur deyip haklarını kullanmasını engelleyen devlet görevlileri var. Diğer yanda da Kürtlerin haklarını siyaseten savunduğunu söyleyen, Kürtlerin kurucu olduğunu belirtip devlet görevlileriyle aynı çerçeveye düşenler var. Öte taraftan da, uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan azınlık haklarımızı kullanabileceğimiz gibi bir durum da var."
"Açılan kurslar, başlayan radyo ve televizyon yayınları göstermelik, AB için göz doldurmacılıktır. AB görevlileri, bu bölgeye sıkça geliyor. Onları uyarmak sizlerin görevidir" diyen Ekinci, AB görevlilerine bu hakların evrensel boyutlarda olması gerektiğini söylemenin gerekliliğine işaret etti.
Ekinci sözlerini, "Anayasanın 42. maddesi 'Ana dilde eğitim yapılamaz' diyor. Yani benim param olsa gelip Kürtlerin eğitimi için okul yatırımı yapamam. Bu anayasa Türkiye'de demokratik düzenin kurulmasına ciddi bir engeldir" diye tamamladı.
AB İlerleme Raporuna değinen Tanrıkulu, raporda "Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerinden tam olarak yararlanmaları" gereğinden söz edilmesinin önemini vurguladı.
"Teklik" yerine "Türkiyelilik"
Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Azınlıklar Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Baskın Oran ise, konuşmasında, geçtiğimiz günlerde yoğun tartışmalara konu olan Azınlık Hakları Raporu'na değindi.
"Bir raporla hayatlar değişmez. Ancak hiçbir şey önceki gibi de olmayacaktır. Türkiye'de de artık geriye dönüş yok" diyen Oran, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu'na ilişkin bilgi verdi:
* Kurul, 2001'de kuruldu; yönetmelikle çalışmalar 2003'te tamamlandı. Kurulda, memurlar, sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerden gelen uzmanlar yer aldı. Sivil toplum kuruluşları arasında hükümet dışı kuruluşların yanı sıra batıda "GONGO" olarak adlandırılan hükümet yanlısı toplum örgütleri de sayıldı. Problem yaratanlar da o örgütler oldu.
* Kurulda, bugüne kadar dokuz toplantı yapıldı; 13 alt çalışma grubu kuruldu; her alt çalışma grubu kendi raporunu hazırladı; hepsinin raporları üst kurulca kabul edildi. Sadece "Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu", üzerinden 1.5 yıl geçmesine rağmen henüz kabul edilmedi.
* Komisyon başkanı olarak raporu dört defa güncelledim. Ekim 2004'te, 24 lehte, 7 aleyhte oyla rapor kabul edildi. Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı İbrahim Kaboğlu raporu açıklarken, Fethi Bolayır toplantıyı bastı. Ertesi gün de savcılığa başvurdu. Fahrettin Yokuş raporu yırttı. Aynı anda salondan bir ses de, "Bizim sesimizi duymazlarsa kurşunun sesini duyarlar" diyordu. Bir kısım siyasiler de buna çanak tuttular. "Azınlık arayanlar, analarına babalarını sorsunlar" dediler. Bütün bunların üstüne de hükümet görevlileri "entel fitne" kavramını kullandılar.
* Türkiye Odalar Borsalar Birliği ve Türk Sanayici ve İşadamları Derneği'nin hazırlattığı benzer raporlar vardı; ancak iki kurum da zoru görünce ortadan kayboldu.
* Bizim raporumuz hükümetin değildi, ancak resmi rapordu ve usullere uygun olarak hazırlanmıştı. Ancak bilinmeli ki, bu rapor sadece danışma niteliği taşımaktadır. Kabul edilirse edilir, edilmezse yırtılıp atılır.
* Türkiye'de azınlık konusu Avrupa'daki gibi anlaşılmıyor. Bana göre, raporun en yumuşak ve en az eleştiri almasını beklediğim kısmı, Türkiyelilik kimliği önerisiydi. En çok tartışılan konu da o oldu. Halbuki Halbuki Türk adını Çinliler, Türkiye adını da Venedikliler koymuştur.
Türkiye'de "teklik" kavramının birliği bozucu bir ifade olduğundan söz eden Oran, bunun yerine "Türkiyelilik" kavramının geçirilmesi gerektiğini söyledi.
Sorular ve cevapları
Panelin ikinci bölümü, çeşitli parti temsilcilerinin, belediye başkanlarının ve sivil toplum örgütleri yetkililerinin de katılımıyla "soru-cevap"larla gerçekleştirildi.
"Türkiye AB'ye girerse Kürt sorunu nasıl çözülür?"; "Baro neden bu toplantıyı Kürtçe yapmadı? Farklı Kürt bakışlarını temsil eden konuşmacılar neden yok?"; "Kürtler neden İnsan Hakları Danışma Kuruluna üye olarak çağrılmıyor?"; "Azınlıklar raporu bir toplum mühendisliği projesine benziyor!"; "Asli unsur, tali unsur konusunda kuzey Irak neden dikkate alınmıyor?"; "Azınlık, çoğunluk kavramı yerine neden 'özgür ve eşit yurttaş' kavramı kullanılmıyor?"; "Kürtlerin iradeleri iğfal edilmiştir. Kürtlerin hak talepleri neden milliyetçilik gibi algılanıyor? Milliyetçiliğin modernitesi var mı?" gibi sorulara gelen yanıtlar şöyleydi:
Oran: Herkes için demokrasi istemek
* Gelişme yolundaki ülkelerde demokrasi, 1839'dan beri dış dinamiklerle geliyor. 1920'lerde yukarıdan devrim yapıldı, Türkiye'de. İrticai tepkiler gösterildi. Tepki gösterenlerin çocukları bugün dış dinamik olayını özümsüyor. Sadece Kürtlere, Çerkezlere hak vermekle sorun çözülmez. Herkes için demokrasi istemek gerekir. Kürt milliyetçileri, kurucu asli unsur olma hastalığını Türk milliyetçilerinden kaptılar.
* Toplumsal mühendislik projelerine aşağılayıcı bakmamak gerekir. Talep çok zayıfsa sorunlara çözümün yukarıdan gelmesinden daha doğal ne olabilir ki! Biz 7.5 sayfalık bir rapor hazırladık, bir kitap değil. Ama bana Birikim dergisinden bir arkadaş bir mail göndermişti. 'On kitap da yazsan bu 7.5 sayfa kadar vurucu ve önemli olmazdı'.
*Asli unsur olarak ortaya çıktığınızda birilerinin da tali unsur olduğunu kabul etmiş oluyorsunuz. Mesela Kürtler kurtuluş savaşında öldü de Çerkezler ne oldu? Kürtler bu topraklarda otokton da Ermeniler ve Rumlar ne! Rumlar bugün bin 473 kişi kaldı diye asli unsur olmayacak mı? Bana göre bu ülkenin 70 milyon vatandaşı da asli unsurdur. Kurucu unsur meselesi devlet kurulurken ortaya çıkacak bir iştir. 1923'te söylenseydi bir anlamı olurdu. Ama Kürtlerin bunu o tarihlerde söyleyebilecek güçleri yoktu. Şunu unutmamak gerekir ki, gerçek demokrasilerde ne azınlık hukuku ne de azınlık kavramı vardır. Kültürel haklar yasaklayıcı kanunları kaldırarak mümkün olur. Kanun koyarak değil.
Ekinci: Demokrasi talebi toplumdan gelmeli
* Toplumsal hakların hayata geçebilmesi için dış dinamiklerin değil iç dinamiklerin belirleyici olması gerekir. AB'ye girmesek bile demokratik haklar hayata geçmeli. Aksi halde AB'ye girilir ve her şey kağıt üzerinde kalır. Kürtler ve Türkler birlikte demokratik bir parti kurmalı. Aydınlanmacı Kürt aydınları Türk demokratlarıyla bütün Türkiye'de eksiksiz bir demokrasi talebiyle örgütlenmeli ve demokrasiyi istemelidir.
* Demokrasi talebi, toplumdan gelmeli. Aydınlanma bilinci dediğimiz bir mevzu var. Akıl inançtan, bilim dinden bağımsızlaşmadıkça sonuç almak zordur. Talep olmadıkça sonuca gitmek zor. Arkanız yığın desteğini almadıkça aydın çıkışı da bir anlam ifade etmiyor. Kürtler demokrasi mücadelesine öncülük etmedikçe bu ülkeye demokrasi gelmez. (BB)