Ben uzun yıllardır bu alanı izlemeye, anlamaya, tahlil etmeye, açımsamaya çalışıyorum. Medya eleştirisi konusunda son 15 yılda üç kitap, yüzlerce makale yayınladım. Bu alan, egemen medyanın askeriye ile olan organik ilişkinin düzeyi ve içeriği nedeniyle hem kalitesiz hem de tek düze bir çalışma alanı. Egemen medyanın birçok organı, öyle ince, sofistike, dolaylı yollara başvurmaya gerek görmeksizin açıkça askeri propaganda ve ajitasyon yapıyor. Türk bayrakları, Atatürk portreleri, "Türkiye Türklerindir" sloganları egemen medyanın alamet-i farikaları haline geldi. Yasayla kurulmuş bir devlet organı olan Türk Silahlı Kuvvetlerini, "Milletin Gözbebeği" gibi oftalmolojik nitelemeyle tanımlayanlar ezici çoğunlukta. Hakikaten ezici, çünkü zeminde tank paletlerinin izleri duruyor hâlâ...
TSK'yi demokrat olarak betimleyen Genel Yayın Yönetmenleri ve köşe yazarları cennetidir Türkiye. TSK'nin en olumlu Sivil Toplum Kuruluşu olduğu bile iddia edilmiştir bu memlekette. (Bkz. Kışlalı). Çünkü bu memlekette her Türk asker doğduğuna göre, gazetecilerin ezici (yine mi?) çoğunluğu da Türk olduğuna göre, "Her gazeteci askerce yazar" deyişi de yanlış olmasa gerek.
Ahmet Şık'ın haberi, benim bu alana ilişkin öngörü, tahlil, eleştiri ve perspektiflerimin neredeyse tümünü doğruladığı için buruk bir memnuniyet içindeyim. Ne kadar çok isterdim yanılmayı...
Raporların tümünü uzun uzun inceledikten sonra daha ayrıntılı, daha derin bir tahlil yapmaya çalışacağım. Şimdilik dikkatimi çeken noktalar:
İçten ruh hali
Nokta dergisi ve Radikal gazetesinde çıkan yazıların dışında bana da ulaşan toplam 53 sayfalık belgeler, "GİZLİ", "HİZMETE ÖZEL", "BİLGİ NOTU", ibarelerini taşıyor. Birinci belgenin ana başlığı da ANDIÇ. Meşum bir sözcük...Devlet sırrı ile yurttaşların, kamunun bilgi alma hakkı arasındaki derin çelişkiye şimdi burada girmeyeceğim ama belgelerin "Gizli" ibaresini taşıması, TSK'nin içten ve hakiki ruh halini yansıtması açısından önemli.
TSK'nin adeta bir medya gözlemevi gibi çalışması herhalde asli görevleri içinde olmasa gerek. TSK'nin Türkiye siyaset ve toplum dünyası içindeki tartışmalı yeri, konumu ve işlevleri hesaba katıldığında, bu kurumun, üstelik yargıç gibi değerlendirmeler yapması, karar/hüküm vermesi basın özgürlüğü üzerinde önemli bir baskıdır. TSK, kahvedeki Hasan Amca değil ki, öyle gelişigüzel bir şekilde gazeteler hakkında, yazarlar hakkında yargı versin... Radikal gazetesinin, yazar isimlerini yayınlamaması da bu nedenle olsa gerek. Başka nasıl hedef gösterilir? TSK karşıtı olmakla itham edilen meslektaşlarımızdan birinin başına bir şey gelecek olsa sorumlusu kim?
Akreditasyon konusunda geçen ay içinde bir soruşturma çerçevesinde Aksiyon dergisinde ve Today's Zaman gazetesinde nispeten ayrıntılı bir şekilde bilgi vermiş, TSK'nin tutumunu eleştirmiştim. TSK'nin bu ülkede yasal çerçeve içinde yayınlanan gazeteler arasında siyasi-ideolojik değerlendirme yapıp, medyayı, TSK yanlısı/TSK karşıtı diye ikiye bölmesi, karşıtları yok sayıp, onlara akreditasyon vermemesi ne devlet geleneği, ne de mesleki ya da etik açıdan kabul edilebilir bir tutum.
Medya aslında ne yapmalı?
Düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün hem hukuki olarak güvence altına alındığı hem de yöneten ve yönetilenlerin içselleştirdiği demokratik toplumlarda, medya yasama-yürütme-yargı'yı kamu adına izleyip denetlerken, kamu çıkarını kollayıp kollamadığı kriteri temelinde, tüm kurumları sorgular ve eleştirir. İşte bu nedenle mesela Batı medya organlarında, somut bilgi ve uzmanlığa dayanan haberlerde, tekrar ediyorum milli çıkar değil kamu çıkarını temel alarak, "Silahlı Kuvvetler yeni tip avcı bombardıman uçak filosuna neden ihtiyaç duydu?", "5. tugayın güney sınırına çekilmesi yanlıştı", "Askeri personelin maaşları sivil personelininkinin dört katı" türünden haberler çıkar. Böylelikle o ülkelerde, Silahlı Kuvvetler, Parlamentonun yanı sıra medyanın da eleştirel baskısı altında hem yasallığa hem de meşruluğa bağlı kalmaya çalışır. Silahlı Kuvvetler de diğer tüm resmi kurumlar gibi, topluma, yurttaşa, kamuya hesap vermek zorundadır.
Bugün herhangi bir gazete, TSK'nin medya hakkında düzenlediği rapor türünden bir çalışma yayınlasa ne olur? "Genel Kurmay Başkanı son dönemlerde yurt içinde ve dışında demokrasi konusunda olumsuz demeçlerini sürdürüyor. İşten el çektirilmesi uygundur" ya da "2. Ordu Komutanı son 2 ay içinde yaptığı 12 konuşmanın 8'inde Kürt ve Ermeni karşıtı sözler sarf etmiştir. Irkçılığa varan bu demeçler nedeniyle söz konusu komutanın -hatta açıkça ismi ve rütbesi belirtilse- emekliye sevk edilmesi uygundur" türünden cümleleri yayınlayan gazete ya da gazetecinin başına gelebilecekleri tahmin edersiniz. Oysa, yasama-yürütme-yargıyı kamu adına, yönetilenler adına izleme ve denetleme medyanın asli görevleri içindedir. Dolayısıyla medyanın sadece teorik olarak değil, esas işlevi olarak çeşitli resmi kurumları izlemesi, denetlemesi ve eleştirmesi zaten gerekir. Oysa ki demokrasilerde, toplumu yöneten mekanizma olarak devlet ve onun silahlı gücü olan ordunun faaliyetlerini izlemek isteyen medya organları hakkında siyasi-ideolojik değerlendirmeler yaparak, bilahare de bu değerlendirmeler çerçevesinde "Bizden yana medya/Bize karşı medya" diye bir ayrım yapması, sözcüğün en hafif anlamıyla şık kaçmaz.
Uzmanlığa saygı, yetkiye riayet
TSK'nin özel olarak iki gazete (Star ve Yeni Çağ) hatta bir gazeteci için (Murat Yetkin) özel bilgi notu yayınlaması, gazeteler açısından mesleki, Yetkin açısından özel hayatın ihlali anlamına geliyor. İçeriği ne olursa olsun, olumlu ya da olumsuz, bu tür bilgi notları, esas olarak siyasi-ideolojik kriterlere dayandığı için TSK'nin aslında kendinden pek de emin olmayan bir kurum olduğu izlenimini doğurur. Hakkında bilgi notu üretilen gazete ve gazeteciler açısından da yanlıştır. Çünkü TSK, medya eleştirmeni değildir, medyayı, gazeteleri, gazetecilerin ürünlerini, sonuç olarak okur, toplum, kamuoyu, teknik olarak da medya eleştirmenleri, iletişim akademisyenleri değerlendirir, yargılar. Mesela, benim şimdi kalkıp, 1. Ordunun taktik ve stratejileri hakkında ahkam kesmem ne kadar anlamlıysa, TSK'nin medya analizi de o kadar anlamlıdır.
Neredeyse dedikodulara yol açabilecek şekilde tek tek ve isim vererek bazı meslektaşlarımızın Genel Kurmay nezdindeki akreditasyonlarının iptali konusu işlenirken, aslında kamuoyunda TSK yanlısı olarak bilinen bazı gazetecilerin de Genel Kurmay'ın gözünde pek itibarlı olmadıkları anlaşılıyor ki garip... Söylem de ilginç, söz konusu meslektaşların TSK'nin "basına ve kamuoyuna AÇIK (abç) etkinliklere" katılmaması öneriliyor. Demek ki kapalı görüşmeler için icazet var!
Radikal'de yayınlanan "TSK'nin gazetelere ilişkin olumlu-olumsuz haber istatistiği" başlıklı tablosu birkaç farklı açıdan değerlendirilmeli. Bir kere olumlu/olumsuz sıfatları son derece sübjektif sıfatlardır. Mesela, rüşvet aldığı iddiasıyla askeri mahkemede yargılanan bir komutanla ilgili haber TSK açısından olumlu mudur yoksa olumsuz mu? Ya da, 3 aylık temel eğitimden sonra Güneydoğu'daki bir çatışmada oğlunu kaybeden babanın açıklamaları, TSK açısından olumlu mudur yoksa olumsuz mu? Bu öznel kritere göre bile, söz konusu tabloda Türk egemen medyasının TSK hakkında yüzde 70 hatta 80'lere varan oranda olumlu haber yayınladığını görüyoruz. Tabloda yer alan gazeteler arasında bir tek Radikal, 84 olumsuz haber/66 olumlu haber veriyor, Diğer bütün gazetelerde TSK hakkında esas olarak ve daha çok olumlu haberler var. Sıralama da ilginç: En çok olumlu haber 206 haberle Yeni Çağ'da. İkincilikte (Ya maalesef Özkök!) Hürriyet'i görüyoruz: 195. Gözcü'den (187) sonra Sabah (177) geliyor ama Sabah'ta 117 de olumsuz haber yayınlanmış.
Don Kişot
TSK raporlarını genel olarak değerlendirdiğimizde ilk başta iki nokta dikkatimi çekti:
Başta Kürt meselesi ve genel olarak resmi ideoloji olmak üzere, bu iki alanda bir sıkışma, bir memnuniyetsizlik belirtisi var. TSK'nin topluma, yurttaşa, halka bakışını bilenler, TSK'nin medyanın cılız eleştirel tutumundan bile olağanüstü rahatsız olduğunu çıkarabilir. TSK'nin neredeyse postmodern bir yaklaşımla, gerçek dünya ile sanal dünya ya da Hakiki Gerçek ile Medyatik Gerçek arasında sanal dünyayı ve Medyatik Gerçeği tercih ettiği ortaya çıkıyor. Yani, sanki aslında Türk egemen medyası yüzde yüz oranda TSK'nin istediği türden bir medya olsa, Kürt meselesi de, Ermeni meselesi de, Siyasi İslam sorunu da çözülecek, ya da çözülmüş gibi olacak...
Cengiz Aktar'ın deyişiyle, "Media Watch mı Military Watch mı?" (Medya Gözlemevi mi Askeri Gözlemevi mi?) türünden, hem kendi yetki, ilgi ve uzmanlık alanı olmayan bir konuda bu kadar ayrıntılı çalışma yapacağına, TSK, Kürt meselesinin çözümü konusunda siyasi iradenin geliştirmeye çalıştığı yaklaşımları benimsese çok daha hayırlı olacak herhalde. TSK, medyanın aslında hakiki ve etkili olmayan gücüne inananlardan. Oysa, mesela Kürtlerin büyük bir çoğunluğu, TSK'nin mercek altına aldığı medya organlarını değil kendi medya organlarını ciddiye alıyor. Dahası, kızı ya da oğlu dağdaki bir aile, ya da kızını oğlunu çatışmada kaybetmiş bir aile için, (Kürt ya da Türk) egemen medyanın öyle pek de bir önemi yok. Hayatın bizzat kendisi çoğu zaman hatta neredeyse her zaman, her halükarda büyük bir çoğunluk için ve uzun vadede, medyanın kendisinden çok daha önemli ve etkileyici. İçbükey ya da dışbükey ayna ile uğraşmak, aynanın karşısında duran insan ya da nesnenin biçimini şeklini ya da içeriğini hiç değiştirmez. Hele insanın fikri üzerinde hiçbir etkisi olmaz.
İkinci nokta, darlık ve kısa vadeli bakış. TSK, organik ve çıkar ilişkileri sayesinde, bazen yasal kimi zaman da yasaya rağmen ve gayrı meşru bir şekilde Türk egemen medyasını etkileyebilir. Ama bugünkü küreselleşme ortamında, Kürt ya da Ermeni meselesi, siyasi İslam ya da TSK sorunu tüm dünya medyasının, global medyanın önemli gündem maddelerinden biri. Hatta Ankara ve İstanbul'da yerleşik yabancı gazetecilerin bu konularda yazdıklarını okuduğunuzda, Apoletli Medya ile Apoletsiz Medya arasındaki devasa farkı anlıyorsunuz. TSK bu sorunu nasıl çözecek? K.Irak'taki medya konusunda ya da acaba Global Medya konusunda da birer ANDIÇ hazırlamayı düşünüyorlar mı?
TSK'nin çalışması, Türkiye'de düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün kapsamını, içeriğini, sınırlarını faş ediyor. Militarizmin medya üzerindeki etki ve baskısını teşhir ediyor. Türk egemen medyasının militarist tercihlerini de kayda geçirmiş oluyor. Askerin siyasetten sonra medyaya müdahalesini de itiraf etmiş oluyor. Keşke TSK böyle bir işe hiç girişmeseydi... (RD/TK)