Erkek öğrencilerin çoğunlukla katılabildiği saha çalışmaları kadınları mesleğinden soğutmakta veya kadınlara "diplomayı alsalar da yapamayacağı işleri" daha üniversite yıllarından başlayarak öğretmek ister gibi.
Bir arkadaşım inşaat mühendisliği bölümünde okuyan genç bir kıza anket yaparken "en büyük hayalin nedir" sorusunu yönelttiğinde karşılığında "inşaatta kafamda kasketimle beraber diğerleri yanında olabilmek" yanıtını alıyor.
Bu genç kızın niye bu hayali taşıdığını anlamak zor değil. Öğretmenlik, sanat, edebiyat gibi duygu, sabır, hassasiyete dayalı olduğu düşünülen bölümler kadın oranıyla çoğunluk gösterirken kimya, endüstri mühendisliği ve bilgisayar gibi bölümlerin rasyonel düşünebilen adam-akıllılara bırakılması normal kabul edilmekte.
Bilinmez ama belki de bu genç kadın, erkek mesleği içinde kabul edilen işleri yapmak için erkeğe çok fazla yönüyle benzemek, onun yaptıklarını yapabilmek gerektiğini düşünüyor olabilir.
Jeoloji mühendisliğinde okuyan başka bir kız öğrenci öğretmen olan arkadaşımın dersinde şu sözleri şikayet edercesine sinirle söylüyor: "niye beni kazı çalışmalarında yanlarına almıyorlar ki, ben de orada çok önemli işlere yararım; mesela yemek yaparım."
Jeoloji çalışmalarına bu şekilde, yemek yapmak için, katılım göstermek esasında jeoloji kazılarına sahada kadının katılamayacağı önyargısını kırabilecek bir değişimi getirmeyeceği açık.
Çünkü sahaya yemek yapmaya giden kadın, elinin hamuruyla anlayamayacağı (!) işlere karışmadan kendi kadın işleri olarak tanımlanmış görevleri yeniden üretmeye ve büyük olasılıkla diğer "erkekler için" denilen alana karışmamaya devam edecek.
Sosyal bilimlerde ise kadınların durumu biraz daha farklı. Sosyal bilimlerde olan biri belirli bir entelektüelliği kendinde barındırabilmeli düşüncesiyle, insanlar arasında aydın gözükebilmek veya belirli bir kadın çoğunluğu varsa bu grup tarafından dışlanmamak için kadın konusunda genelde "eşitlikçi" görüntüsüyle daha sessiz kalmayı tercih ediyor.
Özel bir konu olarak "kadınların toplumdaki durumu veya feminizm" denildiğinde büyük olasılıkla alınacak cevap yüzeyseldir.
Kişi kadın sorunlarının gerçekten önemli olduğu veya tam aksini düşünebilir ama her iki koşulda da konu çoğunluk tarafından kaçamak cümlelerle atlatılmaya çalışılır ve tartışılmak istenmez. Bunu yapan kadınlar olunca iş biraz daha ironik oluyor.
Bu sebeple sosyal bilimlerde var olan kadın sorunlarına karşı duyarsızlık diğer bölümlere nazaran daha tehlikeli çünkü farklı bölümlerin toplumu anlama çabası olmasa da sosyal bilimlerin ve özellikle de sosyolojinin toplumu "anlamaya ve çok yönlü araştırmaya açık olma" kaygısını taşıdığı düşünülür.
Ancak yaşanmış örneklerle birlikte bakıldığında, toplumda kadınların eşitsiz konumlandırılmasının ve bu duruma karşı geliştirilmiş duyarsızlığın akademide bile kuvvetlice yer ettiği anlaşılıyor.
Özellikle akademi içersinde yer alan kadınların feminist olmamasını anlasam da feminist çalışmaların kaygısını anlamamasını anlamak benim açımdan oldukça zor. Bu bana daha çok sorgulanmamış bir önyargı gibi gözükmekte.
Kadınlar için sadece teoride değil pratikte işleyen engeller de var. Erkek öğrencilerin kendi tez hocalarıyla herhangi bir yere içmeye gidebilmesi ilişkilerin bir anda daha iyi akmasını sağlarken erkek hocaların kadınlara karşı sürekli korumaya çalıştığı mesafe, aksi halde istenmeyen başka düşüncelere yol açabileceği endişesini iki tarafında sürekli taşımasına sebep olmakta.
Karşılıklı olarak güven duyulmayan ve yapılan akademik çalışmanın kendisine de yansıyan bu ilişki biçiminin değişmesi ise sanırım yaş ve farklı cins olmanın getirdiği hiyerarşinin hocalar tarafından kırılmak istenmesine bağlı.
Öte yandan kadın hoca erkek öğrenci ilişkisinde endişeler ve mesafeler bu derece yüksek gözükmüyor; kadın hocanın kocası varsa bu onun zaten başkasına (hatta başka bir erkeğe) ait olduğunu göstermesi için yeterli veya bekar bir kadının öğrencisine akademi dışı düşünceler ima etmesi bir erkek hocanın ki kadar korkulur bir durum değil.
Erkeklerle kıyaslandığında kadınların bu kadar "tehlike" teşkil etmemesi acaba daha çok cumhuriyet yıllarından başlayarak kadınları-özellikle öğretmenleri "eğitmen" ve "anne" imajıyla bütünleştirdiğimiz için midir bilemiyorum.
O zaman erkekleri toplum içersinde hangi imajlarla düşündüğümüzü sorgulamamız gerekmez mi? Belki genel yargılardan kadınlar olduğu kadar rahatsız olan erkekler de vardır, o zaman birlikte ezberleri bozamaz mıyız?
Son söz olarak akademi içersinde teori ve pratikteki bu engelleri kıran insanlar hiç mi yok sorusunu sorduğumuzda, ne mutlu ki, aklımıza çok olumlu örnekler de gelebilmekte. Ancak iyi kurulmuş ilişkiler yinede bize çoğunluğun yaşadığını unutturacak kadar fazla sayıda değil. (YA/BA)