Çocukluktan itibaren müthiş zengin bir kaset ve tabii ki sonrasında CD arşivi olan bir isim Ahu. Öyle ki rock’tan soul’a, caz’dan, pop’a uzanan ve odalara sığmayan bir arşiv.
Okul, kilise koroları, müzikaller, gitar, keman dersleriyle ve geri vokallerle başlayan kariyerinde ibre, Red Bull Müzik Akademi (RBMA) ile Seattle’a gitmesiyle değişiyor.
Müzik hayatında hep olsa da RBMA’da aldığı workshoplar ve tanıştığı çevre kariyerini değiştiriyor diyebiliriz.
Söz yazarı, besteci, solist ve DJ Ahu, ilk albümü “Stellar”ı 2023’ün son günlerinde çıkardı. Mekânların müzikal kimliğinin oluşmasına katkı sunan sanatçı, yaklaşık 4 yıldır da Karaköy’deki Salon Galata’nın müzik direktörlüğünü üstleniyor.
Ahu aynı zamanda Uluslararası Af Örgütü'nün "Stop Violence Against Women" (Kadına Şiddeti Durdurun) albümüne ve Ava DuVernay'ın "Miu Miu Kadınların Hikayeleri" filmine de birer şarkısını verdi.
Başta İstanbul olmak üzere dünyanın farklı festival ve kulüplerinde DJ kabininde gördüğümüz Ahu ile değişen eğlence anlayışı, müzik, İstanbul mekânları, yeni albümü ve tabii ki müzik yolculuğunu konuştuk.
Sanatta her zaman taklit ederek başlıyorsun
Seni tanıdığımdan beri müzik çok hayatının ortasında ama bir kırılma noktası var; o da RBMA sanırım. 20 yıllık kariyerini özetlemek zor olacak ama bir dener misin?
Evet, müziğin içindeydim hep. Lise yıllarımdan itibaren gitar, keman dersleri alıyordum, okul korolarında, St Antuan Kilisesi korosunda şarkı söylüyordum.
O zamanlarda da şarkı yazıyordum, müzikallerde oynuyordum. O dönem çok fazla CD alıyordum ve sürekli müzik dinliyordum. Pek çok şarkıcı keşfediyordum ve onlar gibi söylemeye çalışıyordum. Küçük yaşlardan beri daha çok caz, gospel ve soul müziğe ilgim vardı. Dolayısıyla vokallerim de daha çok oradan etkileniyordu. Çünkü sanatta her zaman taklit ederek başlıyorsun aslında. Lisede de üniversitede de dil bölümündeydim. Hep İngilizce söylüyordum genelde.
O yıllarda tesadüfen bir radyo istasyonu sahibiyle tanıştım. Benim CD koleksiyonumla bir radyo programı yapabileceğimi söyledi. O dönem İstanbul Üniversitesi Amerikan Filolojisi’nde okuyordum. Yapamayacağımı düşünüyordum ama başladım bu işe ve bir sene sonra Red Bull Müzik Akademi seçmelerine katıldım. Dünya üzerinde 6 bin, 7 bin kişi içerisinden 60 kişiyi seçip dünyanın herhangi bir merkezine, Berlin, Barselona, İtalya gibi, gönderiyorlar eğitim için. İlk yıl seçilemedim ama sonraki yıl başvurumda seçildim ve Seattle'a gönderildim.
Thom York, ilk DJ performansında plağımı çaldı
Seattle’ın denk gelmesi de iyi, müzik açısından önemli bir merkez sanırım?
Benim açımdan iyi oldu çünkü Seattle'a gittiğimde baktım ki kimi seviyorsam akademide. Hangi DJ’i ya da müzisyeni seviyorsam… Mesela The Roots çok seviyordum ve bizde eğitmen olarak Ahmir Thompson vardı. Sonra kariyerim farklı şekilde devam etti ve Seattle'da kalmaya karar verdim. İlk defa kendi şarkımı yazdım. “Angels Believe In Me” adlı bir proje içindi. O yazdığım şarkı da hemen yayınlandı.
Sonrasında Los Angeles'ta yaşayan Steve adında Flying Lotus ismiyle müzik yapan biriyle tanıştım. İkimiz müzikal anlamda çok iyi anlaştık ve birlikte birçok şarkı kaydettik. Onun teyzesinin Alice Coltrane, teyzesinin eşinin de John Coltrane olduğunu sonradan öğrendim. Bu arada Steve’in “Los Angeles” diye bir albümü var, “Roberta Flack” diye bir şarkı var orada, onun sözleri ve vokalleri bana ait. O arada Londra'da yaşamaya başladım ve orada 2008’den itibaren neredeyse her yıl plak çıkardım.
İsmim daha da duyulmaya başladı bu süreçte. Ninja Tune Records’ın JIM diye bir yayımcı şirketi var, onlarla anlaşma yaptım. BBC de şarkılarımı çalmaya başlamıştı. Londra’da yaşayan prodüktör Paul White bazı boş beat’ler göndermişti bana. Ben de onlardan bir tanesinin üstüne “To Love” diye bir şarkı yazdım. Yazarken Radiohead’in “Creep” şarkısının sözleri aklıma gelmişti ve şöyle bir tesadüf oldu; Radiohead'in solisti Thom York “To Love” plağımı Los Angeles’ta kendisinin ilk dj performansında çaldı. O da tabii ki beni çok mutlu etti. O da tabii ki beni çok mutlu etti. Şarkı yazmaya, plak çıkarmaya devam ederken bir yandan da Dj’lik hep devam ediyordu ve farklı ülkelerde çalıyordum.
Okulda bizi çevik kuvvet karşılıyordu
Ne zaman Türkiye’ye geldin?
Tam Gezi Direnişi sırasındaTürkiye’ye geldim. Gelmemle birlikte şok yaşadım. Çünkü çok kelebekler – çiçekler tarzı yaşıyordum. Hayatımda hiç şiddet olayları ile karşılaşmamıştım, İstanbul Üniversitesi’nde okuduğum süreçte yabancı diller en üst kat olduğu için aşağıda kıyamet kopsa da biz genelde yukarıda mahsur kalıyorduk zaten, inemiyorduk aşağı. Her sabah çevik kuvvet karşılardı bizi okulda hatta çevik kuvvetten birileri ile bizim okuldan evlenen oldu o dönem. İşte o kadar saçma aslında her şey ama sonuçları birçok insan için çok ağır.
DJ olduğun zaman kulüpte çalarken insanları eğlendirmen için öncelikle senin mutlu olman ve kendini iyi hissetmen gerekiyor. Büyük toplumsal krizler, ekonomik çöküşler yaşanırken haydi dans edelim ruh hali zaten mümkün değil, radyo programı yapmak için ya da şarkı yazmak için geçerli değil bu belki, ama yine de motivasyon düşüklüğü yaratıyor bende çok. Gezi döneminden sonra üzülmekten dolayı üretemediğim bir dönem oldu.
O yüzden Türkiye’ye geldiğim ilk yıl çok bocaladım. Çok kafam karıştı.
Yaptığım müzikle kulüpte çaldığım müzik farklı
Peki, ilk albümün “Stellar”a gelirsek… Neden bu kadar bekledin?
Arkadaşım prodüktör Harun İyicil ile bu albümü yazmaya başladık. Canlı çalınsın istedim. Baslar da, davullar da yani her şey canlı olarak çalındı. Ben de canlı vokallerini yaptım. Fakat o süreçte albüm bitti-bitmedi derken 2016’daki darbe girişimi oldu ülkede. İnsanların ruh halinin etkilenmesi bir yana işleri de etkileniyor haliyle. Ve albüm kaldı, basılamadı. Sonrasında 2020’de EP olarak Avustralya'da çıkarmak istedim, onda da Covid-19 patladı. 3 yıl aradan sonra bugüne kısmetmiş.
Bu arada normalde kulüplerde house'tan tekno'ya drum and bass’ten, breakbeat’e uzanan bir sürü tür çalıyorum. Caz, soul, funk altyapılı olduğum için istedim ki bu tarz bir albüm yapayım. Yani yaptığım müzikle kulüpte çaldığım müzik farklı.
Var olan ama yormayan bir albüm
Albümdeki şarkılardan söz eder misin? Kaç parça var?
10 parça var, ikisi cover. Bir tanesi “It Ain't Necessarily So.” Gitarlarını Safa Hendem çaldı. George Gershwin’in “Porgy and Bess” müzikalinden bir caz klasiği aslında. Aretha Franklin’den Oscar Peterson’a birçok kişi cover yapmış. Bu arada Nazi işgali altındaki Danimarka'da, Danimarka yeraltı örgütü, 1943'teki Nazi zafer anonslarını bu şarkı ile kesmiş hep.
Diğer cover ise “Jeito bom de Sofrer” diye Portekizce bir şarkı, ben özellikle Flora Purim cover’ını çok seviyordum ve biz de Harun’la böyle bir şey denedik, ben biraz Portekizce biliyorum, o yüzden söyleyebildim.
Bu arada bu albümden ayrı olarak Tunç Şahin’in “Karışık Kaset” filmine “Samba de Sol” diye bir şarkı yazdık Safa Hendem ile. Hayatımda ilk defa o film için Portekizce söz yazdım ve filmin soundtrack’inde yer aldı.
Bu albümde ikisi ve “ Walk” dışında hepsini Harun'la birlikte yazdık. Sözlerin hepsi bana ait.
İngiltere'den birkaç kişi çaldı albümde ama çoğunu Harun çaldı ve besteleyip, aranje etti. Bu ay BBC Radyo’da da çalınmaya başladı.
Albüm kolay dinlenen bir albüm olsun istedim, yorucu olsun istemedim. Hem arkadan eşlik edecek ama yok gibi de olmayacak. Var olan ama yormayan.Albümün kapağını ödüllü İngiliz çizer Tom Humberstone yaptı, albümün adı “Stellar.” Gökyüzü var kapakta, bu aslında benim astrolog olmam ve astrolojiyi sevmemle ilgili.
Kapakta benim haritamda temel olan 3 yıldız kümesi yer alıyor: Terazi, İkizler ve Kova.
Astroloji bana sanatsal olarak ilham veriyor
Astrolog olmaya karar vermen nasıl gelişti peki? Şu anda astrolog olarak çalışıyor musun?
Astrolojiyle hep çok ilgiliydim. Annemin kuzeni astrolog Öner Döşer’in eğitimine katıldım ve 3 yıl sonunda sertifikalı bir astrolog oldum. Astrolojinin araştırma tarafı beni daha çok çekti, harita bakmaktan ziyade. Astroloji aslında istatistik, dereceler kullanıldığı için uydurabileceğiniz bir şey değil, rakamlar, açılar ve hesaplar var. İnsanlar astrolojiyi bilmedikleri için yorumlanabilen bir şey zannediyor, oysaki tamamen matematiksel bir şey. Eğer bugün bilgisayarlar astrolojik hesaplamaları yapamıyor olsaydı astrolog sayısı bir elin parmaklarını geçemezdi. Temelde aslında derecelere bakarak, hayatta bir döngü, kendini tekrarlayan sistemler var mı sorusunu cevaplamaya çalışıyor astroloji, eğer herhangi bir konuda bir döngü varsa bu döngüler öngörülebilir mi? Astrolojinin asıl amacı bu. “Astroloji’nin Gerçek Değeri” diye bir araştırma kitabı yazdık Öner Döşer ve birçok değerli astrolog ile.
Bunun dışında astroloji beni sanatsal olarak da çok besliyor. İlham veriyor, çünkü bir sürü yıldız, asteroid, sabit yıldız ve onların hikâyeleri, isimleri var. Ayrıca sembollerini de çok seviyorum, bu sembolleri çizmesi de çok zevkli. Astroloji öğrendiğinizde sembolik bir dilde öğrenmiş oluyorsunuz. İçinde mitoloji, sosyoloji, psikoloji barındırması, doğru taraftan bakarsanız insanın kendisine de, topluma da bakışını dönüştürüyor.
Yazılım enstrümanla, canlı enstrümanın sesi aynı şey değil
Dijitalleşme nasıl etkiledi sence albümlerin dinlenmesi ve satışını?
Teknoloji, müziği tamamen değiştirdi diyebilirim. Müzik aletlerinin yerini bilgisayar yazılımları aldı. Yaptığınız şarkının taslağını hazırlamak için büyük kolaylık, fakat ben yine de canlı enstrümanları tercih ederim. Yazılım enstrümanla, canlı enstrümanın sesi ve duyumu aynı şey değil. Şu an evinizde bilgisayarınızda bir albüm kaydedip, gerekli yerlere bilgisayar hatta telefon aracılığıyla ulaştırabilirsiniz. Bu tabii ki büyük kolaylık, ama kolay olduğu için çok fazla kişi “üretim” yapıyor. Ve tabi ki hepsi kayda değer değil, bu nedenle de aralarından iyi olanların sıyrılması zorlaşabiliyor.
Dinleyicinin sizi unutmaması gerekiyor
Ve gündemde kalma konusu da var, herkes albüm yerine single (tekli) çıkarmayı tercih ediyor. Bir albüm çıkardınız diyelim, ilk üç ay dinlendi, sonra kendinizi unutturmamanız gerekli, o yüzden hemen bir şey daha yayınlamanız lazım. Bu nedenle albüm çıkarmadan önce albümler bölünüp, her ay bir single yayınlamak gibi yöntemlerle dinleyicinin sizi unutmaması sağlanıyor.
Amy Winehouse yeni single çıkarırsa hiç şaşırmayalım!
Dinlenmelere gelirsek, Spotify gibi müzik arşiv kaynakları var ve daha önce ulaşılması zor olan bir takım sanatçıların eserlerine kolay ulaşılabilmesi elbette güzel oldu. Fakat Spotify ve Youtube izlenme ve dinlenmeleri çok değişik şekilde yapılmaya başlandı. Ne kadar güvenilir, ne kadar değil bilmiyoruz. Genelde hangi şirket sanatçısına daha fazla yatırım yapmaya karar verirse, ne kadar para yatırırsa aslında genel olarak o ön plana çıkarılıyor. Ayrıca yapay zekâ da işin içine girdi.
Geçen ay mesela İngiltere listelerinde bir numara John Lennon’ın sesinin yapay zekâ tarafından bir piyanodan ayrıştırılıp kullanıldığı “Now and Then” diye bir şarkı oldu, sonra 2021’de vefat eden hip hop sanatçısı DMX’e yine yapay zeka ile yeni bir albüm çıkardılar geçen yıl, hal böyle olunca bu sene Amy Winehouse yeni single çıkarırsa hiç şaşırmayalım.
Eskiden bir albümün ne kadar satıldığı bilinirdi fakat artık her şey elektronik rakamlardan ibaret. Yarın öbür gün bunlarda bir hata ya da sorun olsa hepsi gider. Bize 3 ayda bir liste gelir, şarkı şurada, şu kadar çaldı diye telif hakları nedeniyle. Spotify'da çalınca 20 kuruş geliyorsa sanatçıya, BBC’de çalınca 5 TL geliyor. Sonuç olarak yine de BBC hem daha prestijli hem daha yüksek ücret.
Ses sistemi iyi değilse plak çalmanız anlamsız
Uzun yıllardır yurtdışı da dahil çalıyorsun. İstanbul’da ne değişti sence eğlence alanında, özellikle DJ olarak?
İstanbul'da hem kendi gittiğim hem de çalmaktan keyif aldığım belli mekanlar var, Gizli Bahçe, Bina, Arka Oda, Noh radio, Tavern gibi daha alternatif müziklere yer verilen mekanlar. Benim için önemli olan çaldığım yerde insanları dans ettirebilmek, hep birlikte keyifli vakit geçirebilmek.
Bu anlamda ses sisteminin iyi olması en önemli konu. Ses ve ışık sistemi bence bir mekândaki en önemli iki öğe, İstanbul’ da şu an en büyük problem, ses sistemi iyi olan kulüp azlığı. Bir de bu aralar plak çalma modası oluştu dünyada ve Türkiye’de. Ses sistemi iyi değilse plak çalmanız o kadar anlamsız ki, plak çalıyor olmanız sesin kaliteli olduğu anlamına gelmez, plağın hakkını vermek için çaldığınız ses sisteminin iyi olması gerekir. İstanbul’ da şu an Arkestra, Ioki Nau ve Taproom gibi ses sistemi plak çalmaya daha müsait mekanlar açılmaya da başladı. Bu arada plakla mix yapmıyorsanız ya da gerçekten az bulunan özel plaklar çalmıyorsanız, arşiviniz iyi değilse yine çok anlamsız plak çalınması. Spotify arka arkaya çalsın aynı şey.
Yıllardır profesyonel bir DJ olarak çalmadan önce her zaman ne çalacağımı bilmeden gidiyorum mekânlara. Kafamda belli bir planım vardır fakat bir mekânın siz oraya gittiğinizde mi dolacağını, yoksa sonradan mı dolacağını bilemezsiniz. Dolayısıyla başta ne çalacağınız mekânın o geceki durumuna bağlı olarak evrilir.
DJ’lik kitlelerle empati kurmaktır
Artık herkes bir şekilde DJ sanki. Yani gazeteciler, reklamcılar, yazarlar… Bu konuyla ilgili ne düşünüyorsun?
Bunu da teknoloji ve Spotify’a bağlayabilirim, çünkü MP3 indirebilen ve Spotify listesi olan herkes kendisinin DJ olduğunu düşünüyor. Instagram kültürünün de etkisi var bunda. Bunların sonucunda, şu anda çoğu insan için popüler mekânda olmak, çalan müzik ve orada çalan kişiden daha önemli bir hal aldı.
DJ’lik aslında uzun saatler boyu tek başınıza yüzlerce şarkı dinlediğiniz bir meslek, herkesin gördüğü 2-3 saatlik bölümü sadece bir sonuç. Ben bir radyo programı yapabilmek için 1-2 hafta eve kapanıp her gün 7-8 saat müzik dinleyip seçtiğimi bilirim.
Bazen bana birileri bize DJ’lik öğretir misin diyorlar. Ben de diyorum ki DJ olabilmek için çok fazla türde, çok fazla müzik dinlemeniz lazım, bunları dinleyip içinden kendi kimliğinizi oluşturmanız lazım, öğretilebilecek bir şey değil. Mix’ing kısmı çok basit, hatta şu anda insanlar mix’ing bile yapmamaya başladı, bilgisayarlar onların yerine yapıyor zaten. DJ’lik kitlelerle empati kurmak aslında, onu da yapabilmek öğretilebilecek bir şey değil. (AÖ)