Beyoğlu'nda bir arkadaşımla maruz kaldığımız şiddet ve sonrasında gerçekleşen gözaltı olayını, medya araçlarında açıklamaya çalıştım. Darbe koşullarını andıran bu yöntemin demokratik hiçbir anlayışla bağdaşmayacağı gibi AKP hükümetinin şiddet ve hoşgörüsüzlük temeli üzerinde şekillendirdiği yeni polis devleti olgusunun bir resmi olarak yansıdığı inancındayım. Bilindiği gibi öteden beri bu tip durumlarda devlete hakim olan zihniyete yönelik "polis devleti" eleştirileri yapılır. Son yılların 1 Mayıs günlerinde emniyet güçlerinin yol açtığı sahneler, bunun en çarpıcı örneği olarak hatırlanmaya değerdir.
Polis deyince insanlar korku duyuyor
Geçtiğimiz günlerde bir grup sahte polisin güpegündüz bir kadını saçlarından sürükleyerek onlarca kişinin gözü önünde kaçırması üzerinde de çokça tartışmalar yapıldı. Emniyet yetkilileri "her polisim diyene inanmayın, kimlik sorun" diye açıklamalar yaptılar. Fakat burada asıl gözden kaçırılmaması gereken, vatandaşın polise bakış açısıdır. Yani polis deyince insanların korku duymasıdır.
Ben bu korkuyu Türkiye'nin gittiğim birçok kentinde bizzat yaşıyor ve tanık oluyorum. Anadolu da ve özellikle Alevilerin yaşadığı yerlerde inanılmaz bir korku ve sindirme dayatması hâlâ yoğun bir şekilde sürdürülmektedir.
Afişte "katliam" yazıyor diye
12 Aralık Cuma günü Maraş katliamı yıldönümü nedeniyle Pazarcık'ta katıldığım bir etkinlikte polisin olağanüstü önlem ve engelleme girişimleri son derece düşündürücüydü. 30 yıl önce önlem almayarak yüzlerce alevinin ölümüne sebep olan devlet, katliamı kınamaya dönük yapılan etkinliğe tahammül edemedi.
Benden, yıllar öncesinden kalmış ve tamamen muhalif sanatçıları engelleme ve aşağılama maksadıyla talep edilen belgeler istendi. Nüfus kayıt örneği, ikametgah belgesinin yanında savcılıkta sicilime dair ayrıca bir belge talebinde bulunuldu. Konser salonunun önünde Maraş'tan getirilen takviye polis güçleriyle adeta bir baskın ve işgal havası yaratıldı. Konser'e gelen insanlar arandıktan sonra salona alındılar ve Maraş katliamını kınayan Pir Sultan derneği afişini "katliam" sözcüğü geçiyor diye asılmasına izin vermediler. Sadece Pazarcık'ta değil, daha önce gittiğim İmranlı, Arguvan ve daha başka birçok yerde benzer baskı ve yasaklarla karşılaştım.
Devlete göre muhalif eşittir düşman
Devlet başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere kendisine muhalif olan herkesi "düşman" gibi görüyor. Bu bakış açısı değişmediği sürece bu kesimlerden biri olarak veya bu kesimlerin demokratik haklarını savunan sanatçılar ve aydınlar polisin bu keyfi davranış ve şiddetini yaşamaya devam edeceklerdir.
Polistir sorar; polistir döver; polistir işkence yapar; polistir öldürür... Türkiye bu zihniyeti aşmak zorundadır. Ne zamanki polis deyince, her birimizin aklına sadece güvenliğimiz gelirse, o zaman Türkiye'de gerçekten bir şeyler değişmiş veya değişmeye başlamış demektir. Emniyet güçlerinin önüne gelene "suçlu" veya "potansiyel suçlu" muamelesi yapmasının bizlerde yarattığı kaygı, açıkça, can güvenliği kaygısıdır. Polisin can güvenliğimizin teminatı değil, korku ve endişe kaynağımız olması normal değildir.
TRT'nin Kürtçe yayını
TRT'nin mevcut kanallarından birinin Kürtçe yayına başlaması konusuna bu bağlamdan bakmak ve değerlendirmek istiyorum.
Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtler ve Kürtçe hep inkar edildi. Eğer şimdi bu inkar siyasetinden vazgeçiliyorsa bu elbette olumlu bir şeydir. Fakat devlet bugüne kadar açık ve resmi olarak bu inkar anlayışından vazgeçtiğini deklare etmiş değildir. Ortada tuhaf bir durum var. Devlet televizyonunda Kürtçe yayına geçiliyor, ama sadece Kürtçe yayın yapan TV kurmak hâlâ yasak. Kürtçe üzerindeki yasaklar da devam ediyor.
Kürtçe olduğu için bölge belediyelerince parklara verilen isimler iptal edilmekte ve dahası Kürtçe'de var olan bazı harflerin kullanılması da hâlâ yasaktır. Hâlâ birçok Kürt siyasetçisi hakkında seçim çalışmaları esnasında Kürtçe konuştuğu için açılan davalar devam sürüyor. Bu davaların kıskaca aldığı kişilerden biri de benim. Yıllar önce Mardin'de bir seçim mitinginde söylediğim Kürtçe şarkı yüzünde açılan dava hala sürmektedir. Arkadaşım Ahmet Kaya'nın "Kürtçe bir klip yapacağım" dediği için nasıl linç edildiğini unutmuş değiliz.
Bütün bu gerçekler ışığında böyle bir sürecin başlatılması nedense beni heyecanlandırmadı. Bunun sanırım tek nedeni bu açılımın kendi içinde taşıdığı çelişki ve samimi olmayan yaklaşımlardır. Devletin bir an önce bu tekelci, tekçi yaklaşımını terk ederek Kürtçe yayın yapma hakkını özgür bırakması gerekir. Kürtçe yayın konusu devletin 85 yıllık cumhuriyet tarihi boyunca sürdüre geldiği Kürt politikasından ayrı olarak ele alınamaz alınmamalıdır da. Kürtlerin inkarı ve asimilasyonu üzerine inşa edilmiş bu tarihsel sürecin son bulması ancak ve ancak silahların susması ve toplumsal bir talep haline gelen barışa imkan tanınmasıyla mümkündür.
Peki, bütün bu olumsuzluklar ortadayken ve AKP hükümetinin Kürt sorununda demokratik olmayan söylem ve politikalarına hız vererek "ya sev ya terk et" sloganını hayata geçirmeye çalıştığı bir dönemde bu televizyon yayıncılığı neye hizmet edecektir. TRT'nin bu Kürtçe televizyon kanalı ne tür bir yayın yapacak? Bunu tahmin etmek zor değil. Niyetlerinin Kürt dilini geliştirmek, Kürt edebiyatını, sanatını geliştirmek olduğunu sanmıyorum. Yerel seçimlerim öncesinde başlatılan bu açılımın bu anlamda samimiyetten uzak olduğu aşikardır. İdeolojik yayınlarla bu alanda yaşanan yasak ve hak ihlallerin daha da meşru bir hale getirileceği kaygısı taşıyorum. Kürt sorununun çözümüne hizmet etmeyecek, tersine Kürt sorununun daha da çözümsüz kılınmasına hizmet edecektir. Yani yıllardır Türkçe olarak yaptıkları propagandaları şimdi Kürtçe dilini kullanarak yapacaklardır.
"Bir parmak bal çalma" yöntemi öteden beri AKP'nin temel bir politikası haline geldi. Yerel seçimlerde başarılı çıkmak adına yine benzer söylem ve sahte açılımlarla Kürtleri ve Alevileri kandırmaya çalışıyorlar. Kürtçe TV ve Alevi açılımı adı altında geliştirilmek istenen yaklaşımlar bu aldatma politikasının bir parçasıdır. Dolayısıyla bu politikaya alet olmak çözüm bekleyen sorunlarımızın daha a çözümsüz kılınmasına hizmet etmiş olacak.
2009 yılında özgürlük ve demokrasi mücadelesinin gelişmesi her şeyden önce ilkeli ve tavizsiz bir duruşun hayata geçirilmesiyle mümkündür. Kürtlerin, Alevilerin ve Türk emekçilerinin birliği, aydınlık ve özgür geleceğimizin teminatı olacaktır.
2009'un bu istemlerin karşılandığı bir yıl olması dileğimle. (FT/TK)