Açık Radyo'da Gürhan Ertür hafta boyunca 1999 Marmara ve Düzce depremlerinin ardından gelinen noktayı, yapılması gerekenleri, etkiliklerive eleştirileri uzmanlar, aktivistler ve depremi yaşayanlarla konuştu. Katılan konuklarla yapılan görüşmelerin çözümlerini aktarıyoruz.
10 Ağustos'ta başlayan programın son gününde konuklar şöyleydi: Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Jeoloji Mühendisliği öğretim üyesi Prof. Dr. Yüksel Örgün, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Olağandışı Durumlar Sağlık Hizmetleri Yürütme Kolu üyesi ve Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Özlem Sarıkaya, İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Cemal Gökçe ve Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Murat Fırat.
Özlem Sarıkaya: TTB körfez krizinden bu yana olağan dışı durumlarla ilgileniyor. Buna yönelik çalışma guruplarımız var. 99'dan sonra depremde sağlık hizmetlerinin planlanması ve organizasyonu konusunda çalışmalar yoğunlaştı. 10 yıl içerisinde meslek örgütlerinin bir yığın çalışması oldu. Bu yıl TTB'nin de bir çalışması var. Bu bütün Türkiye temsil ettiğini iddia ettiğimiz bir çalışma değil. Ancak bize üye tabipleri kapsayan bir çalışma. Bu çalışma sürecinde 74 ilden yanıt aldık. Katılımcıların yüzde 60'ı Sağlık Bakanlığı yüzde 25'i de üniversite hastanelerinde çalışıyordu. Ciddi bir anket çalışması oldu. Sağlık çalışanlarının hazırlık açısından algılarını öğrenmek ve bu konuda bir farkındalık yaratmak istedik.
Hekimler öncelikle, kendi bölgeleri adına en çok üç tehditten bahsediyor: Deprem, salgın hastalıklar ve endüstriyel kazaları. Dörtte üçü çalıştığı kurumun bu risklere hazır olmadığını ifade ediyor. Kurumsal olarak afete hazırlık planlarının en azından varlığı konusunda fikrimiz var. Ancak, planların dosyala içinde arşivlerde kalması ve kurum çalışanları içinde paylaşılmaması sorunumuz. Planın her alt birleşenine ilişkin roller ve bunun eğitimi de verilmeli.
Murat Fırat: Depremi, biz meslek insanları olarak biliyorduk. Deprem periyotlarına yönelik olarak İstanbul çevresinin deprem beklediğini ifade ediyorlardı. Saat 14.00'te Yalova'daydım. Tüm iletişim kanallarının tıkandığını yaşayan birisiyim. Bir sivilin eline düdük alıp trafiği kontrol edebilmesi gerekiyordu. Körfezdeki yangını gördüm.
Bu 10 yılı nasıl değerlendirdik? İstanbul'daki 4 meslek disiplininin toplandığı çalıştayda çıkış noktamız buydu. Bilim insanımız 10 yıllık süreci değerlendirdi. Bu konu konuşulacak, ama magazinleştirmeden. Katılımcılarla konuştuk, amacımız da monolog değil diyalog olmasıydı. Yapı stokumuzun durumu -içim sızlayarak söylüyorum ki- 1999'daki durumla bugün de aynı noktadayız. Projeler hazır ama bugün İstanbul'da güçlendirilmesi yapılan sadece üç sağlık kuruluşu var. 3 bin okuldan 1800'ünün deprem güvenliği yok. Güçlendirilen okul sayısı 237; nerdeyse yüzde 8'i. Avrupa ekonomi bankasından aldığımız para olmasına rağmen kullanılamadı.
Okul ve hastaneler öncelikli olarak yapılandırılması gereken yapılar ama kamu kuruluşu sadece bunlar değil. Arkeolojik eserlerin içinde olduğu bir sürü müzemiz var. Olası bir depremde bu değerli varlıkların büyük bir kısmı yok olacak. Burada bile bir düzenleme yok. Kentsel dönüşüm adı altında İstanbul ranta teslim edilmiş. Bu ülkede deprem bile kullanıldı. Kentsel dönüşüm bilimsel özelliğinden çıkarıldı.
Olası bir depremde, istanbul'da can ve mal kaybının olacağı açık. Konutların güvenliğinin sağlanması para konusudur ama önce irade konusudur. 18 Ağustos sonrası yılda 1 milyar dolar para ayırmak koşuluyla 20 yıllık planlama yapılırsa İstanbul'daki yapı stoku denetim altına alınabilir. Para ayrılsaydı yarısı bitmişti. Ana kent belediyesinin bütçesi 15 milyar dolar. Bazı devletlerin bütçesinden fazla. Süslemeye boyamaya ayrılan paranın 1 milyar doları yapı stokunun depreme hazırlanmasına ayrılamaz mıydı? Ama yine de bugün geç değil, önümüzü mutlaka planlamak lazım.
Yüksel Örgün: Olumlu ve olumsuz anlamda çok şey değişti. 80'li yıllarda üniversitelerin jeoloji bölümünde okuyan kadın öğrenci sayısı bir elin parmaklarını geçmezken, bir sene önce mezun ettiğimiz sınıfın yaklaşık yüzde 95 i kadındı. Şu anda sınıftaki kadın öğrenci mevcudu yüzde 50. Türkiye'de jeoloji öğretimi yapan bölüm sayısı 30'u geçti. En son Batman'da da bir bölüm açılıyor. Ama bu biraz trajikomik, çünkü bölüm açılıyor, dekan atanıyor yardımcı doçent atanıyor ve lisans eğitiminden önce yüksek lisans eğitimi başlıyor.
Tabi ki Türkiye'de deprem olacak. Şöyle düşünün: denizin üstünde bir saldasınız denizde dalga olmamasını bekler misiniz? Denizde sürekli dalga var ve siz bunu hissedersiniz. Türkiye de aynen öyle, magmanın üstündeki bir kayık gibi. Biz bunun olumlu ve olumsuz sonuçlarını yaşıyoruz. İnanılmaz güzel kıyılarımız, maden yataklarımız, termal kaynaklarımız var örneğin. Bu güzellikler depremlerle şekillenmiş. Eğer biz de Japonlar gibi bu ülkenin tektonik yapısını akıllıca yöneterek olumluya çevirebilseydik farklı noktalarda olabilirdik. Japonlar bu tür sarsıntıları espri konusu bile yapabiliyorken bizde 5'in altında büyüklükteki depremlerde bile can kaybı oluyor. Bunu kabullenmek mümkün değil. Umarım halkımız bunu devlete atmayıp kendi kişisel sorunu olarak algılamaya başlar.
Özellikle yer bilimleriyle ilgili meslek alanlarında deprem maalesef ranta dönüştürüldü, bunu yapanlar arasında bizim meslektaşlarımız da vardı. Jeofizikçiler, jeologlar, mühendisler, mimarlar.. 17 Ağustos gecesi diplomalarını hatırladılar ve bu diplomayı bilinçsizce kullanmaya başladırlar. Halkımız o aşırı duyarlılık halinde, bina güçlendirilmesi zemin etüdü gibi yapılması gerekenleri hızlıca yapmak için çaba vardı, insanların paniklerini kötüye kullanan meslektaşlar vardı. 2006 yılında odanın çıkardığı yönetmelikle, mesleğini kötüye kullanan jeofizikçilerin önüne bir set çekilmiş oldu. Yönetmelik resmileşti ve 2008 de bir daha revize ettik. Bu yönetmelikle meslek ürünlerimizde ciddi bir iyileşme oldu. Zemin etütleri, bayındırlık bakanlığının kontrolüne girdi ve göstermelik olmaktan çıktı.
Ortada bir pasta var, bu da İstanbul. Herkes bu pastadan hakkından fazla pay alma derdine düşerse, bugün eleştirdiğimiz belediyeler, yerel ve merkezi yönetimler gibi oluruz. Buna engel olmalıyız. Bu anlamda oda, en fazla hukuki mücadele veren ve asla kardeş disiplinlerinin meslek alanlarına da müdahale etmeyen bir oda.
Murat Fırat: 1998 Adana-Ceyhan depremiyle başlayan bir kent depremleri problemi var. Daha öncesinde bir sürü deprem vardı. Ama anımsamıyoruz çünkü kent depremi olma özelliği yoktu. 1999 depremlerinin ardından sivil inisiyatifin gelişmesine ve sivil inisiyatifin özellikle deprem sahasında ve kriz masalarında etkin olduğunu gördük. Biz meslek odaları olarak herhangi bir kriz döneminde yine kriz masalarında olacağız. Bizim eğitimimiz bu yönde.
Özlem Sarıkaya: Ben burada hekimler dışındaki diğer meslek odalarını da bir arada bulmuşken buradan geleceğe yönelik birşeyler çıkarabiliriz diye düşünüyorum. Her konuda çok disiplinli çalışmanın önemini farkettik biz 10 yıl içerisinde. Ben tabi sağlık perspektifinden bakıyorum ama ortak çalışma zemininin kurulması gerekiyor. Sonuç olarak sağlık kuruluşlarının afete hazırlığı konusunda bütün kamu kuruluşlarının, toplumun zorlayıcı baskısıyla ortaklaşa bir çözüm aramaya başlaması gerekir. Hem merkezi yönetimi hem yerel yönetimleri nasıl zorlayabiliriz onu düşünmeliyiz.
Cemal Gökçe: Depreme nerede yakalanacağımızı kestirmek mümkün değil, İstanbul'da insanların çalıştıkları yerlerde dahil olmak üzere sokak bile çok tehlikeli. Evlerimizin içi bizi koruyamayacağı gibi sokakta bile güvenli değiliz. Toplanma alanlarımız bile yok edildi, her yeşil alan özelleştirme idaresi kanalıyla ya da TOKİ kanalıyla özelleştirildi ve planlandı. Bence mühendislik boyutu işin en son boyutu. Temel konu planlama boyutu, eğer siz kentinizi planlayamıyorsanız bina boyutu en son noktadır.
Biz İnşaat mühendisliği odası olarak yönetmeliklerimizi değiştirdik ve mühendislerimizin meslek içi sertifikası almadan imzalarını kullanmamaları gerektiğini düşünüyoruz. (DPK-ET/EÜ)
** Programın çözümünü bianet'ten Eda Tarak ve Deniz Pınar Konuk gerçekleştirdi.