Sönmez, Avrupa Birliği'ne aday ülkelerce her yıl düzenli olarak yayımlanması beklenen Katılım Öncesi Ekonomik Programı'nın AB-Türkiye ilişkilerinde belirleyici olacağını ve dikkatle incelenmesi gerektiğini belirtti.
İstanbul Üniversitesi (İÜ) öğretim üyelerinden Prof. Dr. Türkel Minibaş da, Avrupa Konseyi kararının piyasalar kapandıktan sonra açıklanacağı için "şok etkisi" yapmayacağını vurguladı.
Minibaş, "Piyasalar aylardır 17 Aralık'a endeksli dalgalandığından karar olumlu da olsa olumsuz da olsa, ani ve uzun sürecek iniş çıkışlara neden olmaması gerekir. Kararın olumsuz çıkması olsa olsa doğrudan yatırımların Türkiye tercihini etkiler" diye konuştu.
Yazar Sungur Savran, 17 Aralık kararının Türkiye'de doğuracağı ekonomik sonuçların sınıflara göre farklı olacağını vurgulayarak, "Zirveden çıkacak olumlu karar Türkiye burjuvazisi için AB, Ortadoğu ve Avrasya yönünde bir atılım ve sıçrama tahtası olacak. Avrupa şirketleri de bu bölgelere Türk ortaklarıyla işbirliği içinde yönelmeyi şimdiden planlamış durumdalar" dedi.
İÜ öğretim üyesi Nail Satlıgan, ise "AB, Türkiye'yi ne mahveder ne de ihya eder" dedi.
Türkiye'ye AB içinde yer açılmasının nedeninin iktisadi değil tamamen jeo-stratejik ve askeri bir mesele olduğuna dikkat çeken Satlıgan, kısmen öngörülen işbirliğinin temelinde de Türkiye çok önemli bir konumunda bulunmasının yattığını söyledi.
Çalışanların geliri sabit kalacak, istihdam artmayacak
Mustafa Sönmez, Avrupa Birliği'ne aday ülkelerce her yıl düzenli olarak yayımlanması beklenen Katılım Öncesi Ekonomik Programı'nın (KÖEP) AB Türkiye ilişkilerinde belirleyeceği olacağını ve dikkatle incelenmesi gerektiğini belirtti.
"KÖEP içinde geçen makroekonomik hedefler arasında, ideolojik bir aşırı iyimserlik altında hazırlanan ve gerçek dışı varsayımlara dayanan unsurlar var" diyen Sönmez şu noktalara dikkat çekti:
* Ekonomik büyümeye kaynak oluşturan talep unsurları inandırıcı değil. Dış kaynak girişinin neredeyse üç misline ve özel sermaye yatırımlarının üçte birine ulaşan böyle bir stok biriktirme temposunun neden ve nasıl gerçekleşeceği ve piyasanın hangi rasyonalitesine dayandırılmakta olduğunu öngörmek mümkün değil.
* KÖEP'te reel tüketim artışlarının 2005-2007 arasında yüzde 3.3 gibi son derece sınırlı bir artış göstereceği öngörülüyor. Raporda açıkça, bu dönemde çalışanların reel gelirlerinde bir artış olmayacağı ve tüketimin sınırlanacağı dolayısıyla tüketimin büyümeye katkısının azalacağı öngörülüyor.
* Büyümenin yüksek olduğu 2003 ve 2004'te istihdam artşının sınırlı kaldığı düşünülürse, büyümenin azalacağı öngörülen 2005-2007 arasında da istihdamda bir artış olmayacak.
"Kararın ekonomi üzerinde bir etkisi olmayacak"
Türkel Minibaş, "Türkiye'nin AB ile olan ekonomik ilişkisi IMF programına ve stand-by anlaşmalarına endeksli olduğundan, zirve sonrasında hangi yönde karar çıkarsa çıksın önemli bir değişikliğin söz konusu olmayacak" dedi.
Katılım ortaklığı belgesi imzalanırken AB'nin siyasi anlamda Kopenhag Kriterlerini, ekonomik anlamda da IMF ile yapılan stand-by anlaşmalarına uyulmasını şart koştuğunu hatırlatan Minibaş, "Özellikle tarım ve sosyal güvenlik gibi yapısal reformların gerçekleştirilmesi siyasi kriterler olarak görüşmelerde gündemde tutuluyor" dedi.
Minibaş, AB'den çıkan kararın piyasalar kapandıktan sonra açıklanacağı için de piyasalar üzerinde şok etkisi yapmayacağını da belirtti.
"AB, emperyalist bir odak"
Sungur Savran, "AB ile halkın refaha kavuşacağı büyük bir aldatmacadır" dedi.
AB'nin, "IMF'nin Avrupa'daki kod adı" olduğunu söyleyen Savran, "AB, eski sosyalist ve Türkiye gibi üçüncü dünya ülkeleri için ücretler, sosyal güvenlik, özelleştirme, tarım gibi konularında IMF politikalarının aynısını savunuyor" diye konuştu.
Savran, Başbakan Erdoğan'ın, "Batı'nın İslam dünyasındaki Truva Atı" rolünü çok benimsediğini söyleyerek, "Büyük Ortadoğu Projesi'nin (BOP) asli bir unsuru olmayı da kabul eden Erdoğan, şimdi de AB ile İslam dünyası arasında bir köprü rolü oynamaya adaylığını koyarak her iki dünyadan da yarar umuyor. Ama AB, bir medeniyet projesi değil dünya hegemonyasında ABD ile yarışan emperyalist bir odaktır. Türkiye yarın bu emperyalist odağın Ortadoğu ve Avrasya'daki kirli işlerini yapmakla yüz yüze kalabilir" şeklinde konuştu.
"AB farklı emperyalist güçlerin birlikten güç alma girişimidir. Ama doğası gereği farklılıklar yer yer patlak vermektedir. Son Irak Savaşı bunun kanıtıdır. Bana öyle görünüyor ki ABD karşısında rekabet ihtiyacı başta Fransa ve Almanya olmak üzere bazı ülkelerin daha da sıkı bir işbirliğine gitmesine yol açacaktır. Bence muhtemelen birleşme eğilimi merkez kaç güçlerde ağır basacaktır".
"Mesele iktisadi değil, jeo-stratejik"
17 Aralık zirvesinin Türkiye ekonomisinde hatırı sayılır bir değişikliğe neden olmayacağını söyleyen Nail Satlıgan, "Sözü edildiği şekilde Türkiye'ye yabancı sermaye akışında da büyük değişiklik olmayacaktır. Türkiye'nin 17 Aralık'ta tarih alması ve ilerleyen dönemde AB'ye tam üye olması Türkiye ekonomisini ne mahveder ne de ihya eder" diye konuştu.
Satlıgan, Türkiye'ye AB içinde yer açılmasının nedeninin iktisadi değil tamamen jeo-stratejik ve askeri bir mesele olduğuna dikkat çekerek kısmen öngörülen işbirliğinin temelinde de Türkiye çok önemli bir konumunda bulunmasının yattığını söyledi.
Satlıgan ayrıca, "AB içerisinde ayrışmaların yaşandığı, iki vitesli bir araba benzetmesi yapıldığı göz önünde tutulursa, AB'nin nihai amacına ulaşamadan dağılması çok yüksek ihtimal olarak gözüküyor" dedi.(KÖ/EÜ)