Yalnız işin ilginç tarafı Japonya ile beraber Avrupa'da post-Fordist üretim/yönetim biçimlerini ilk uygulayan ülke olan Almanya'da işlerin nasıl değiştiğini daha iyi kavrama fırsatı buldum.
Marienne Herzog'un 1980'de yazdığı "Elden Ağza"( Hand to Mouth) kitabında anlattığı gibi artık sadece teorileri okumuyor, ayni zamanda iş ortamında tüm olanları tecrübe ediyorum.
"1 Euro shop"
"1 Euro Shop"lar Almanya'nın birçok şehrinde yaygınlaşmaya başladı. Her şeyin 1 Euro olduğu bu dükkanlarda Çin'de, Endonezya'da, Tayland'da ve daha birçok azgelişmiş ülkede enformel koşullarda üretilen mallar Alman toplumunun tüketimine sunuluyor.
Noel ve Yılbaşı hediyeleri için bu dükkanları doldurup taşıran Almanların tüketim kültürü de farklılaşıyor. Ama bizim için önemli olan emeğin nasıl kullanıldığı. Esnek emek kullanımının çok iyi bir örneği bu dükkanlarda görülüyor.
Yılda 90 gün çalışma izni
Çalışanların hemen hepsi yabancı öğrenci. Öğrencilerin çalışma izinleri yılda 90 tam gün. Dolayısıyla haftada ortalama 15 saatten fazla çalışamıyorsunuz, ortalama ayda 400 Euro ediyor. İşveren geçici sözleşme yapıyor ve öğrenci olduğunuz için vergi ödemiyor.
Diğer yandan öğrenciler üniversite kayıtları için sağlık sigortası yaptırmak zorunda oldukları için, işveren bu yükümlülükten kurtulmuş oluyor. Çalışma saatleri o kadar esnek ki, her hafta değişiyor ve gerektiğinde sadece telefonla aranıyorsunuz ve hemen işe gitmeniz gerekiyor.
İşini kaybetmek korkusu olduğundan hiç kimse hayır diyemiyor. Dahası, hadi bu hafta diğer şehirdeki şubede çalışacaksın deniyor ve yine el mahkum gidiveriyorsunuz. Saat başına verilen ücret ise oldukça düşük. Neyse ki saat başına 1 Euro verilen "1 Euro job" değil.
1 Euro job da neymiş?
"1 EURO JOB"lar ise neo-liberalleşme sürecinde AGENDA 2010 reformları kapsamında, 25 yaş altındaki işsizleri çalışmaya özendirmek için yaratılan işler.
Saat başına verilen ücret 1 Euro. Bugün birçok işçi eylemlerinin temel gündeminde olan HARTZ IV adlı reform yasası kapsamında yürürlüğe konan bu işleri 25 yaş altı işsizler kabul etmek zorundalar.
Kabul etmedikleri takdirde almakta oldukları İşsizlik yardımı da sona eriyor. İşsizlik yardımı ise zaten yarı miktarına çekilmiş durumda. Sosyal Yardım Sistemi ve İşsizlik Yardımı Sistemini birleştiren yeni düzenleme bugün Almanya'da sosyal devlet yapısının yıkılışının en açık kanıtlarından birisi.
Protestolar 3 Ocak'ta başladı
İşsizlik sigortasındaki kesintileri protesto etmek için düzenlenen eylemler 3 Ocak'ta gündeme düştü. 50 şehirde eylem çağrısı yapıldı ve bu eylemlerin en büyükleri Berlin ve Leipzig'de gerçekleşti. İş Bulma Kurumları'nın önünde yapılan protestolar, bu kurumların kapatılması çağrısını yaptı.
Berlin'de polisle çıkan çatışmada 15 kişi gözaltına alındı. Eski Doğu Almanya'nın en önemli şehirlerinden Leipzig'de ise geçen sene, iki Almanya'nın birleşmesinin yıldönümü kutlamalarında başlatılan eylemler, 3 Ocak'ta tekrar hız kazandı.
Bir çok fabrikanın kapatıldığı bu bölgede işsizlik oranı Almanya'nın batısına göre çok daha yüksek. Doğu Avrupa, özellikle Polonya'dan gelen göçmen işçiler ise bu bölgede durumu daha da vahim hale getiriyor.
4,64 milyon işsiz
Açıklanan resmi rakamlara göre Aralık 2004'de işsizlik oranı iki Almanya'nın birleştiği 1990'dan beri en yüksek orana, yüzde 10.8'e ulaşmış durumda. Bu süreçte 206,900'den 4,64 milyona ulaşan işsiz sayısı, bu ay da beklenenden 17 bin daha fazla çıktı.
Federal Emek Bürosu Başkanı Frank-Juergen Weise ise bu artışı her nasılsa, sert kışa, kötü hava koşullarına bağlıyor, özellikle inşaat sektöründe işsizlik bu dönemde hızlı çıkış gösteriyor.
Alman ekonomisi üç yıllık durgunluk dönemini atlatıyor olmasına rağmen işsizliğe çözüm bulabilmiş değil. En büyük otomobil üreticilerinden Opel ve Volkswagen her gün işçi çıkarımına devam ediyor.
Peki Avrupa Birliği ne durumda?
Avrupa Birliği artık öngöremiyor!
Kasım 2004'de bir dönem önceki Hollanda Başbakanı Wim Kok tarafından hazırlanan Avrupa Birliği raporuna göre, 2000 yılında karar alınan "Lizbon Agenda"sı başarısızlıkla sonuçlanmış durumda.
Avrupa'yı dünyanın en rekabetçi ekonomisi yapmayı ön gören Agenda göçmüş durumda.
Daha yüksek araştırma ve kalkınma yatırımları ile daha yüksek istihdam oranlarını yakalama hayali gerçekleşmedi. 2010'da Avrupa'nın en dinamik ekonomi olması hedefi konulurken Kuzey Amerika ve Asya ile arasındaki büyüme farkı daha da arttı.
Avrupa'nın en büyük ekonomisi olan Almanya, baş sorumlulardan birisi olarak gösteriliyor.
Ya Türkiye!
Avrupa ülkelerinin sosyal politikalarında ne kadar kötüye gittiğine de ayrıca vurgu yapılıyor. Lizbon Agendası'na göre, istihdamın yüzde 70'e ulaşması ve 55 yaş üstünde olan nüfusun yarısının çalışıyor olması gerekiyor. Çarelerin başında ise tarıma yapılan sübvansiyonun derhal sona erdirilmesi geliyor.
Bu tablo içinde Türkiye, Avrupa Birliği'nden ne bekliyor?
Müzakerelerin Ekim 2005'de başlamasını yılbaşı hediyesi olarak sokaklarda kutlayanlar bir daha düşünmeliler. Gariban halkımız, bir zamanlar köyünden kalkıp İstanbul'a iş bulma hayaliyle gelen yoksul köylüler gibi bugün Avrupa topraklarından ekmek umuyor.
Ama nasıl artık İstanbul'un taşı altın değilse, Avrupa'nın durumu da öyle. Bir daha sormakta yarar var: Bu iş kimin yararına yahu? (EÜ/BA)