Çocukken ailesi tarafından horlanmış, istenmeyen bir evlat olduğu için evden uzaklaştırılmış, ebeveyn dayağına maruz kalmış veya baba tarafından defalarca taciz edilmiş bir insanın ileri yaşlarında kendisine zarar verme dürtülerine gem vuramaması bir tesadüf mü?
Acıyla kurulan ilişkinin bir alışkanlık veya bir ihtiyaç haline dönüştüğü böyle vakalarda, vücuduna jilet gibi kesici aletlerle zarar vermek sık sık rastlanan durumlardan.
Toplumun peşin hükümler yüzünden yargıladığı ve anlayıp kabul etmekte zorlandığı üç kadın, Zarar (Seb) adlı Macaristan yapımı belgeselin konusunu oluşturuyor.
Tecrübeli yönetmen Dénes Nagy'nin hassasiyetle kotardığı 52 dakikalık yapım 2015 Saraybosna Film Festivali’nin belgesel yarışmasında yer aldı.
Türkiye'de daha çok spesifik bir müzik janrıyla özdeşleştirilip, aslında marjinalize edilen birçok kesimin aşina olduğu kişisel pratiklerle paralellik kurmamızı sağlayan film, kadınlar üzerinden yola çıkarak evrensel bir mesaj iletiyor.
Acıyla barışmak?
Kontrol altına alınamayan içsel bir acının kurbanları, yaşadıkları krizler sırasında jiletle bedenlerini keserek acılarını bir şekilde somutlaştırmayı tercih ediyorlar.
Belgeselde samimi itiraflarda bulunan kadınlardan Petra yaşadığı öfke patlamalarını bu şekilde yatıştırırken, nefes bile almasını zorlaştıran iç sıkıntısını böylece atıp rahatça soluk almaya başladığını anlatıyor.
Yaşadığı duygusal fırtınanın ve kendini kaybetme halinin başkaları tarafından anlaşılabilir şeyler olmadığını, yakınları tarafından ancak kabul edilebilir bir durum haline gelebildiğini belirtiyor. Yaşadığı psikozun temelinde yatan esas unsurun korku olduğunu da sözlerine ekliyor.
Belgeselde seyircinin düşünmesine imkân tanıyan müzik destekli aralar, esere konu olan kadınlarla kesinlikle empati kurmamızı da kolaylaştırıyor.
Annesi tarafından istenmeyen Alexa büyükannesi tarafından büyütülürken şiddete maruz kalıyor, ancak 13 yaşına geldiğinde isyan edip karşılık verebiliyor. Kanına bakmanın kendisini rahatlattığını açıklayan Alexa kesiklerin öfkesini yatıştırdığını belirtiyor. Yalnız toplumun değil, ailelerinin bile kabul etmek etmekte zorlandığı filmin kahramanları farkındalık düzeyleriyle, kendisini "normal" olarak değerlendiren çoğunluğa adeta meydan okuyor.
Çocuğuyla gayet sevecen ilişkisine tanık olduğumuz Mariann acının, dostu haline geldiğini, acıyla barışık olduğunu, acının ruhunu ferahlatıp rahatlattığını ifade ediyor. Mazoşizmden bahseden Mariann çocukken kardeşlerinin doğumgünü düzenli kutlanırken kendisininkinin yok sayılabildiğini, Noel'de ona hediye verilmediğini, ailenin diğer çocuklarıyla eşit şekilde beslenmediğini ve günah keçisi gibi ağır dayaklar yediğini hatırlıyor. Ağlamanın yasak olduğu evde, kimsenin yardımına gelmediği, yerde kanlar içinde yattığı bu acılı anlar ölümle gizli bir anlaşma yapmasına yol açmış, ölüm en iyi arkadaşı haline gelmiş.
Yatağına sık sık gelen babasının 12 yaşından itibaren sürekli olarak tecavüzlerine maruz kalan Mariann, kırılgan ama aynı zamanda cesur duruşu ve mertliğiyle seyirciyi büyülüyor.
Türkiye festivallerinde Zarar
Müzik hanesinde Arvo Pärt, Klaus Lang, Toshio Hosokawa, Alexander Knaifel ve Alfred Schnittke gibi müstesna isimleri gördüğümüz 52 dakikalık belgesel içeriğinin ciddiyetine yakışır bir eser.
ABD'nin en güçlü medya organlarından HBO'nun Avrupa kanadının seviyeli prodüksiyonu Zarar, görüntü yönetimi ve montajıyla da dikkat çekiyor.
İngilizce adıyla Harm, başkalarından gördükleri kötü muamelenin izlerini silemeyerek kendine dönük olarak acıyı sürdürmeyi seçenlerin dünyasına bizi incelikle dahil ederken, kahramanlarımızın özel dünyalarını gözetleme hissine asla kapılmıyoruz.
Daha önceki kısa fimleri ve belgeselleri Cannes veya Rotterdam gibi saygın festivallerde boy gösteren genç yönetmen Nagy'nin ortaya çıkardığı mütevazı yapıt takdire şayan; dünyada meseleyle uğraşan örneklerine sıkça rastladığımız, Türkiye'de Hayattayım blogu, Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği gibi, istismara uğramışları güçlendirmeye yönelik girişim, kurum ve sağlık birimlerinin dikkatini çekmesi ümidiyle… (MT/YY)