Cumhuriyet gazetesinin gazetecileri ve muhasebecisi yeniden cezaevine girdi.
Güray Öz, Hakan Kara, Musa Kart, Mustafa Kemal Güngör, Önder Çelik, Emre İper Kandıra Cezaevindeler.
2016’dan beri Cumhuriyet davası üzerine çok konuşuldu. Çok tartışılmadı, çok yazılmadı; ama gazeteciler hakkındaki açılan yeni ceza davalarına çok şaşırıldı.
Bu kadar basit değildi olup bitenler ama izahı basitti…
Bundan böyle yayınlar, haberler, köşe yazıları, yorumlar resimler, karikatürler, savunmalar, yazılar, basın özgürlüğü, düşünceler, niyetler “gerektiğinde muhalif” sayılacak.
Muhalif olmak zaten suç, suç olmayan suç olacak. Basın suçu ve Basın Kanunu en son kullanılacak, hatta kullanılmayacak, yerine Terörle Mücadele Kanunu uygulanacak.
Suçlama tek başına suç delili kabul edilecek, medyada mahkemeler kurulacak ve “düzene muhalifler” önce suçlu ilan edilecek sonra cezalandırılacak.
Ceza kanunları yeniden yorumlanacak ve cezalandırma kapısı sonuna kadar açılacak. Düzene uygun düşünülecek, ona göre yazılacak, aksi suç sayılacak! Eleştiri yasaklanacak.
Cumhuriyet gazetesi gazetecilerine, karikatüristine, yönetici ve avukatlarına hapislik normal sayıldı ve içselleştirildi.
Muhalif olan yayın organları susturuldu. Susmayanlar baskılanacak.
Somut gerçeğimizin kısa özeti.
Cumhuriyet gazetesi davasında bir zamanlar cezaevinde mahpus tutulan ve ilk tahliye edilenler az ceza alanlardı. Cezaları kesinleştirildi ve şimdi ortalama bir yıl üç ay bakiye cezalarının infazı için yeniden cezaevine girdiler. Silivri’de uzun tutuklu kalıp geç tahliye edilen ve sonra beş yılın üstünde ceza alanlar arkadaşlarını cezaevine uğurladılar.
Az ceza alıp içeri girenler ilk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet kararının istinaf mahkemesindeki üç yargıcın hükmü kesinleştirmesiyle içerideler.
Dışarıdaki çok ceza alanların temyiz hakkı var denildi, kanun böyleymiş! Onların dosyası Yargıtay’a gitti. Haklarında verilen mahkûmiyet kararının kesinleşmesini veya bozulmasını bekleyecekler, bu arada az ceza alan arkadaşları hapis yatacak.
25 Nisan 2019 günü arkadaşlarını Kandıra cezaevine uğurlayan dışarıdaki “çok ceza almışlar” Yargıtay’daki beş yargıcın kararı ile eğer haklarındaki mahkûmiyet kararı kesinleşirse; (yoksa mahkûmiyet kararı bozulur mu diyorsunuz?) büyük bir olasılıkla bu arada cezaevine uğurladıkları arkadaşlarının cezaları bitmiş olacak ve hapisten çıkacaklar. Ve tabii bu kez hapisten çıkanlar, dışarıdaki arkadaşlarını cezaevine uğurlayacaklar.
Sanki önceden gidip yer ayırtmış gibi olacaklar ilk hapse girenler…
Nasıl bir bekleyiştir ki; cezaevine girmelerindeki ayırım bile başlı başına ayrı bir cezadır.
Aslında onları yargılamadınız. Mahkûm edemediniz! Sizleri, düzeni ve yargıyı yargıladılar.
Ne adalet ama, insanları yaralamaktan başka hiçbir işe yaramıyor.
Ne vicdan ama, utanç içinde kalan insanlar…
Zaman ve mekânda olanlar bizlerin utancıdır, yaralananların.
Zaman… Bu mahkumiyetler zaman içinde birilerinin bir şeylere sahip olmasını sağladı.
Adalet yerini buldu, öyle mi?
Kimileri yüksek dereceli görevler elde etti, kimileri ikballerine kavuştu. Yükselenler rahat olsunlar. Bu haksızlıklarıdır onları yükselten. Kim isterse kesilen cezalarla övünebilir. Sayelerinde hapse girenler, girecek olan gazeteciler her zaman anıyorlar, artık nasıl anılıyorlarsa…
İşte bütün bunlar zamanın sonuçları…
Ayrıca mekân… Kimileri mekanlarını bu mahkumiyetler üstüne basa basa değiştirdi.
Cumhuriyet gazetesinin yazıldığı gibi okunmak üzere “eski yönetici ve mensupları” eski zamanlarda Cumhuriyet gazetesi “mekânından” gitmişlerdi Silivri’ye, adliyeye…
Zaman ve mekândan uzak gittiler ikinci kez hapishaneye.
Yanlarına sevdiklerinin ve arkadaşlarının eksilmeyen ve eskimeyen dostluklarını aldılar.
Zaman ve mekânda; hiçbirisinin beklentisi, bir isteği yoktur kimseden!
Onlar dostlarını tanırlar. Kimin ne zaman ne yapması gerekiyorsa yapacağını da iyi bilirler.
Üstüne alınmasın sakın kimse. Bizim için şunu yapın diyen yok içlerinde. Hapis yatmasını bilirler, adaletsiz olsa da. Ve hiç kimse ne yargıçlar ne savcılar ne yüksek dereceli yargıçlar ne adalete bakanlar ne gazeteciler ne şahitler ne suçlayanlar ne hapisliklerine memnun olanlar ne politikacılar; bir istekleri yoktur sizlerden.
Bu hapislikleri yaratanların sorunudur.
Kalmadığı için utanmaları, utanmayın sakın bu durumdan; çünkü sizler adına da bizler utanırız, bu duyduğumuz duygusal sorumluluğumuzdandır.
Pek anlayamazsınız.
Levinas’ın başkası karşısında duyulacağını öngördüğü sonsuz sorumluluk hakkındaki görüşünü yorumlayan Bergen Coşkun Özaydın “Lanetliler, Utanmazlar ve Sorumlular” yazısında (Cogito 2017 Sayı 87); Marx’ın sözünü ettiği “devrimci duyguların” insanın kendisine yönelttiği öfkeye ve utanca dönüşerek insan dünyasında değişim yaratabilme potansiyeline sahip olduğunu ifade etmiştir.
Bu yazıda, 30 nolu dipnotta bilgisi verilen Emanuel Levinas’ın (Etik ve Sonsuz, Sonsuzluğa Tanıklık. Say 332-333) sonsuz sorumluluk hakkındaki bir alıntısıyla yazıyı bitirelim:
“Hepiniz Dostoyevski’nin şu cümlelerini bilirsiniz: ‘Hepimiz her şey ve herkesten ötürü herkes önünde suçluyuz ve ben başkalarından daha fazla suçluyum’. Bilfiil bana ait şu veya bu suçtan ötürü, işlediğim kabahatlerden ötürü değil; başkalarının onlara ait her şeyin ve hatta sorumluluklarının bile hesabını veren bütünsel bir sorumluluktan sorumlu olduğum için. Ben daima tüm diğerlerinden daha fazla sorumludur.”
Utanma duygularını yitirenlerin sorumluluk anlayışı yoktur.
Onlar adına bile utanmanın nasıl bir devrimci duygu olduğunu ve neden bambaşka bir sorumluluk olduğunu anlamayacaklardır.
Anlamaları da beklenemez. Çünkü utanma ve sorumluluk duyguları kalmayanların zamanı…
Zor zamanlar, yani!
Hapistekiler; gazetecilik mesleği ve basın özgürlüğü adına kendilerini daima diğerlerinden daha sorumlu olarak gören insanlar olmaya çalıştıkları için; sadece kendilerinin değil, kendilerinden öncekilerin yaptıklarından ve kendilerine yapılanlardan utanç duyuyorlar.
Özgürlüğün utancı sorumluluktur. (Fİ/EKN)