Tüm günleri cumartesi olan eylül ayında tanışıyoruz akıl hastanesi koğuşundaki o kadınla ve dört arkadaşıyla, kadının bavuluyla ve limon ağacıyla. Ve zaten hep "yollarda" olan o kadın ve yol arkadaşlarıyla birlikte biz de "yol"a çıkıyoruz.
Yolculuğun süresi 75 dakika ile sınırlanmışsa da aslında bu yolculuk 30 yıldır sürüyor ve daha ne kadar süreceği belli değil.
O kadının ve yol arkadaşlarının -ve bu yazıyı okuyanların- "yollarda" yaşadıkları anlatılabilir mi? O "yollarda" yaşananlar sadece yaşatılabilir mi?
Anlatılabilir ve yaşatılabilirmiş!
Ankara'ya turneye geldiğinde bilet bulamadığım için izleyemediğim "Yollarda" oyununu, İzmir'de, kendi evinde, Devlet Tiyatrosu'nun Karşıyaka'daki -60 koltuklu- Oda Tiyatrosu'nda izleme olanağı buldum.
Sözü önce oyunun yazarı Haluk Işık'a vermeliyim: "Bu oyun bir 78'linin, yaşadıklarına, yitirdiği arkadaşlarına, yüzünü görmeyip adını işitmediklerine ve derin bir yurtseverlikle bağlı olduğu ülkesine dair sorumlulukla yazıldı. Aynı duyarlılıkları paylaşanlar için, 1980'den bugüne dek her Eylül çok uzun, her cumartesi çok hüzünlüdür. Hiçbir replik, dekor parçası ve ışık demetinin, 12 Eylül'de yitirilenleri geri getiremeyeceğini, herkesten önce biz 78'liler biliriz. Bilmeyenler, 12 Eylül istatistiklerine bakabilir. Orada her rakamda bir insan hikayesi vardır."
İşte Haluk Işık'ın "Külrengi Sabahlar" ile yazmaya başladığı "12 Eylül Üçlemesi"nin ikincisi olan "Yollarda", o istatistiklerde yer alan rakamlardan birini -yoksa tümünü mü?- anlatıyor.
Sözü şimdi de oyunun yönetmeni Doğan Yağcı'ya vermeliyim: "Yakın tarihin kırılma noktasını oluşturan 12 Eylül 1980 darbesi, sıcaklığını bugün de korumakta, bütün sonuçlarıyla varlığını hala hissettirmektedir. Bir ülkeyi topyekûn etkileyen böylesi bir kırılmanın, kuşkusuz bireyler üstünde de etkisi olması kaçınılmazdır. Kocasını 'kaybettikten' sonra, büyük bir travmaya giren 'kadın' kendi yolculuğuna dair hikâyeler anlatırken bizi de 12 Eylül'le yüzleştirmektedir. Bu yüzleşmeye bireysel ve toplumsal açıdan büyük ihtiyacımız var. Bugün yaşadığımız sonuçlarla, yarattığı ve yaşattığı acılarla yüzleşmemiz, hesap sormamız, 'bir daha yaşanmasın' kararlılığımızı güçlendirmemiz gerekmektedir. 'Yollarda', bu açıdan hepimize yardımcı olabilir."
İşte Doğan Yağcı'nın yönettiği oyunda; hayatını o küçücük bavula koyan, hayatını o küçücük limon ağacına sığdıran "Yollarda"ki "o" kadını izlerken değerlerimiz, yüreğimiz, belleğimiz de yollara dökülüyor.
O "Yollarda", sevginin, acının, dayanışmanın, çatışmanın, paylaşımın, yıkıcılığın, acıtmanın, güvenmenin, dürüstlüğün, yalanın, nefretin, eleştirinin, yapıcılığın, -uzlaşır ve uzlaşmaz- çelişkilerin, yalnızlığın ve kalabalığın, soğuğun ve sıcağın şahikasını yaşadığımız -elan da yaşadığımız- girintili çıkıntılı daracık sokaklardan, irimlerden bir türlü çıkamadığımızdan, ova düzlüğüne ulaşamıyoruz, yorulsak da.
"O kadın" Hülya Savaş ile arkadaşları Nilgün Öğrük, Aklın, Aygen Avcı, Vedat Aksu, Tuhan Karapınar da çok yorgun zaten.
Her yıl eylül ayında her günü bir cumartesi gibi yaşayan, eşinin güneşli bir pazar günü çıkıp geleceğini düşleyen, akıl hastanesindeki kadını oynayan sevgili Hülya o kadar başarılı ki; daha oyunun ilk dakikalarında açtırıyor bize yüreğimizin kilerini.
Derinlerimizdeki şeylerin -bir kez daha- ayrımına varıp kendimizi anlamayı, değerlerimizi sorgulamayı, içimizi kanırtan şeyleri yüzeye çıkarmamızı, "Ben"imizdeki yara(ların) kabuğunu kopartmamızı sağlayan oyun bittiğinde de insan yeni acıtmalar için cesaretlenip kabuk kopartmağa devam ediyor.
İşte sırf bu nedenle bu oyun izlenmeli.
Ve sırf bu nedenle oyuna emeği geçenleri alkışlamak için bu oyun izlenmeli.
Ve geçmişte yaşananları ötelemeyi ya da yok saymayı bize -hayatın başka alanlarında başarıyla (!)- öğretmeye ve uygulatmaya çalışanlara inat, geçmişin sadece ölerek unutulabileceğini -bir kez daha- anımsattığı için "Yollarda" izlenmeli. (ŞD/BB)
*Şadiye Dönümcü, sosyal hizmet uzmanı