Yerelden evrensele gazeteci kimliğiyle Yaşar Kemal...

“Niçin büyük röportajcıların hepsi büyük romancılardır? Kessel, Hemingway, Ehrenburg, Simonov, Şolohov, daha ne kadar röportajcı saysam, Malaparte dışında bunların hepsi dünyamızın büyük romancılarıdır aynı zamanda.”
Türkiye edebiyatının en gür sesi Yaşar Kemal’e ait bu sözler. Ona göre röportaj “yaşamın en geniş gölgesi, olayların gerçeğine inebilmek” demek.
Öykü, roman, anı, deneme, oyun, fıkra, makale ve senaryolar kaleme alan Yaşar Kemal için röportaj bambaşka bir alemdi. Röportajlarına romanları kadar çalıştığını söylüyor, “İnce Memed neyse röportajlarım odur” deyip ekliyor: “Röportaj bal gibi edebiyattır.”
1951’de başladığı gazetecilik yılları, 1963’te işine son verilmesiyle son buluyor.
12 yıl sürmüş gazetecilik yılları. Bu süre zarfında bir heybe dolusu insan hikayesi çıkmış kaleminden.
Kemal, Antep’te 45 gün sırtında çuval da taşımış sırf kaçakçıların hikayelerini derlemek için.
Ağrı Dağı'na tırmanan bir dağcı, trende bir yabancı, deprem bölgesinde eksi kırk derecede çadırda titreyerek uyumaya çalışan bir depremzede olarak gözlemci, edebiyatçı kimliğiyle insanların yaşamına şahitlik etmekle yetinmemiş, bir de bunun aktarıcısı olma görevini üstlenmiştir.
Kayıt cihazlarına ihtiyaç duymayıp bazen ayaküstü, birkaç dakikalık bir sohbetin arasında bir dünya akıtmış bizlere.
Röportajlarında görüştüğü insanları da tıpkı romanlarındaki gibi boyundan bıyığına, eteğinden çorabına kadar tarif eder Kemal, soluklanmak için uğradığı bir kahvehaneyi de, içtiği çayın demini de, rengini de…
Lisede Ağrı Dağı efsanesini okuduğum günden beridir Ağrı Dağı’nın bir ruhu olduğuna inanır, her sabah kafasında buluttan bir şapka taşıyan Ararat’ın efsanelerini düşlerdim. Doğup büyüdüğümüz şehirdeki dağı, sokağı, ovayı yeniden tanımaktır Kemal’in röportajları.
Bir çiçeğin derdinin olabileceğini düşünüp, yağan yağmurun sesini konuşturmak kaçımızın aklına gelir? Röportaj tanıklıktır. Durup ince şeyleri anlamaktır.
“Haber gerçeğin kaba yansıması, röportaj yaşamın özüne, gerçeğin özüne doğru bir iniştir” diyen Yaşar Kemal, “Nuhun Gemisi Peşinde” röportajında bir grup Fransız araştırmacıyla Ağrı Dağı’na, Nuh’un gemisini bulmak üzere tırmanıyor. İnanılması güç bir deneyim, macera.
Dağa tırmanmak nedir bilmem ama Ağrı’yla cebelleşiyor Kemal. Taşlar üstüne düşüyor, üşüyor, büyüleniyor…
Bu koşullar altında bile, gördüğü kuşu, çiçeği, çobanı ekliyor bu maceraya.
Memleketimi de onun sözleriyle tanıtıyorum yer yer “Ağrı, dünyanın üstüne ikinci bir dünya gibi oturmuş”
Gazetecilik yapmak için geldiği Diyarbakır’da onun deyimiyle ‘Tezatlar Şehri’ bir yanı süregelen yoksulluk bir yanı zenginlik. Ön görüleri doğruda çıkmış. Bugün Sur ve çevre mahalleleri ile 75, Diclekent arasında uçurum var.
“Diyarbakır” başlıklı röportajlarda sokaklar, kahvehaneler, çaycılar…
İşsizlerin, iş arayanların, işsiz müşterilerine bel bağlayan mekânlardan olan çaycılar içinde "Her yanı güldür buranın. Yabancı bildikleri çay isteyince yanına bir top da gül bırakıyorlar" diyor.
Şehirdeki işçiler ve işsizlerle konuşup tekrar ediyor “Ekmek yoktur.”
Ucuza çalışan işçilere soruyor aynı cevabı alıyor, “Ekmek yoktur.”
Şehirden köylere doğru yola çıkıyor.
1939’da Bulgaristan’dan göçle Türkiye’ye gelen insanların bir kısmı da Diyarbakır’a yerleştirilir. Yaşar Kemal göçmenlerin yaşadığı köylere gidip, “Buraya kadar olanına güzel diyelim. Kör topal idare edilir diyelim. Ya sonrası? İşte sonrası kötü. Orası yürekler acısı.” diyor.
Çünkü, Köprübaşı’na yerleştirilen göçmenlerden 120’si daha ilk ay hayatını kaybediyor. Bu ölümlerin Diyarbakır iklimine uyumsuzluktan kaynaklandığını da şöyle yazıyor: “Şumnunun, Deliormanın havası, sonra da Diyarbakır’ın çölü… Dayanılır mı?...”
Bugün tekrar gelse bu şehre yine “tezatlar şehri” derdi kanımca. Sur’un mahallelerinde ilk yürüdüğümde o röportajlar vardı aklımda.
Kemal, ikiye ayırıyordu Diyarbakır’ı. Bir yanda Sur içi, bugün Dağ Kapı'dan içeri Nebi Cami'ne doğru yürürken sokaklar ve at arabaları önü sıra uzayan mahalleler diğer yanda surun dışında yeni gelişmekte olan valilik ve çevresi. Bugün tekrar gelse buralara, 2015’te büyük tahribata uğruyan Sur’u nasıl yazardı bilmem ama öfkelenirdi o ‘ucube evleri’ sevmezdi diye düşünür dururum.
"Atom bombası düşmüş de her yer harabeye dönmüş sanki" diye girdiği Diyarbakır röportajına, 2015’te artık bir benzetme olmadığını da eklerdi.
"Hangi kapıyı çalsan buyur ederler, cahil ve yoksul köylüler" dediği insanların çocuklarının da sürgün ve göç ile cebelleştiğini de yazardı.
Yerelden evrensele uzanan bir yolculuktu onun ki. Sahada olmanın önemini, tadını, bir hikayeden başka bir hikayenin peşine düşmeyi ondan öğrendim.
Kökleri yerele bağlıdır Kemal’in. Yerelde kalma ısrarımda belki onun etkisidir. Onun yazdıklarını evrensel yapan da tam olarak budur.
Yaşar Kemal, deyince aklımıza birçok şehir, köy gelir. Ama Van’dan bahsetmezsek haksızlık etmiş oluruz. Çünkü Yaşar Kemal’in kökleri buraya dayanır. Vanlı oluşunun dışında, hikayelerinde pek çok karakter de Vanlıdır zaten. Aslında Kemal nereye gitse oralıdır. O edayla yazar, gözlemler, düşünür, eleştirir. Bu yüzden her dönemin iktidarlarıyla arası bozuk, oralı olduğu her şehrin ağasına da öfkelidir.
Günümüzde söyleşinin çoğu kez röportaj olarak sunulduğu bu ortamda, saha muhabirlerinin ofislere kapatılıp, birkaç kalıp soruyla telefonla hazırlanan röportajlarla Yaşar Kemal'in yerinin doldurulması mümkün görünmüyor.
Bu vesile ile hayatımı şekillendiren, insanı binbir çerçeveyle yazan çizen büyük ustayı ölüm yıldönümünde saygıyla anıyorum.
(ED/HA)
Öcalan'ın çağrısı: "Demokratik Cumhuriyet tezine dönüş"

Öcalan’ın çağrısı: “Anne bahar mı geldi?”
Diyarbakır'da Öcalan çağrısı: Sevinç ve gözyaşı

PERDENİN ARDI: BENUSEN
Yeliz'in evi
6 ŞUBAT DEPREMLERİNİN İKİNCİ YILI
"Depremden ölmeyen de açlıktan ölecek"
