Tarih geleneğimiz, yerel tarihi veya sıradan hayatlarımızı, evlerimizi, çalışma mekanlarımızı, içinde yaşadığımız kenti çevreleyen tarihi kavramamıza ne ölçüde izin veriyor? Ne ölçüde biz, tarihi "seyrettiğimiz bir film değil" de "kendimizin de aktörleri olduğu süreklilik taşıyan bir oyun" olarak kavrayabiliyoruz?
Türkiye'de tarihçiliğin devlet veya kurumlar merkezli, insansızlaştırılmış bir alan, ve hatta çoğu durumda bir ulusal tezler bütünü olarak görülmesi nedeniyle, sanıyorum bu sorulara olumlu bir yanıt vermemiz pek mümkün olmayacak.
Tarihsel miyopluk
Araştırmaların devlet ve onun kurumlarına odaklanmış olması Türkiye'de sadece resmi tarihin, yani okullarda öğretilen tarihin değil, aynı zamanda tarih araştırmalarının da problemlerinden birisidir. Osmanlı tarihi, bu heyula devletin yönetim/iktisat/hukuk mekanizmalarının kendisinin anlaşılmasına yönelik olarak tasarlanır.
Kentleri veya kasabaları ele alan araştırmalar dahi büyük oranda yereli veya kenti anlamayı değil, "Osmanlı yönetiminin taşrada farklı uygulanış biçimlerini" araştırmayı önüne koyar. Bu durum, -bir yandan da- Türkiye'deki uluslaşma sürecinin farklı yerelliklerin üzerini örtmesinin tarih-tarihçilik dünyasına aksedişidir.
Kaldı ki uluslaşma süreci açısından problematik alanlar sadece tarih, ulusallık-yerellik meselelerinden de ibaret değildir. "Toprak" ve "tarih", ulus-devletin tahayyül dünyasının temel unsurlarıdır. Toprak meselesinde ise Türkiye'de bir dizi problem mevcuttur.
Toprak probleminin temelinde, küçülen Osmanlı İmparatorluğu'nun gelip daralıp kaldığı ve yeni cumhuriyetin devraldığı -o ana kadar vatan olarak tanımlanmamış- coğrafyayı ulus-devlet için anlamlı bir milli yurda dönüştürme çabası vardır. Neye tekabül ettiği belirsiz bir Osmanlı vatanı yerine "milli yurdun" inşası da doğal olarak tarihçiler eliyle bir tarih bilincinin oluşturulması projesidir.
Bu nedenle gözlerini Anadolu'ya odaklayan tarihçiler, bir yandan diğer coğrafyalara karşı bir cins miyoplukla bakarken, öte yandan Türkiye coğrafyasını büyük oranda homojen-tek parçalı bir bütün olarak ele almakla kendilerini yükümlü hissetmişlerdir.
Tarihin aşağıdan yazılışı
Bugüne geldiğimizde ise, 1980'lerin sonlarından itibaren Türkiye'de ulus-devlet projesinin sacayaklarının -hem içsel ve hem de dışsal etkenlerle- uğradığı korozyonun tarihçilik alanında da kendini kısmen dışa vurduğunu görüyoruz. Etnik-dini kimliklerin ifade edilmeye başlanması, bu alanlara yönelik bir araştırma alanını da yaratıyor aynı zamanda.
Gerek Türkiye toplumunun dönüşümü, gerekse global-yerel kavram çiftinin giderek popüler hale gelmesi ve hayatın farklı alanlarında karşılıklarının aranması süreci yerel olanı araştırmayı tarihçilerin gündemine taşıdı. Aslında bu durum, Batı'daki tarih araştırmalarında -uzun bir süredir- mevcut yeni yönelişlerinin gecikmiş bir ithali anlamına da geliyor.
Bu yeni yönelişler, yerel tarihi, sözlü tarihi, mikro tarih çalışmalarını, cemaat tarihini, kadınların, marjinallerin tarihinin araştırılması gibi alanları kapsayan, tarihin "aşağıdan" yazılışını amaçlıyor. "Sessiz yığınların" tarihe dahil edilmesi ya da devlet-dışı alanların araştırılmasına yönelinmesi, bu yeni tarz tarihçiliğin temel amaçlarından birkaçı...
Yerel beşik oluşturmak
Yerellikle birlikte coğrafya da, tıpkı sınıf, din, etnik köken gibi kendimizi ifade ederken kullanabileceğimiz bir kimlik kategorisi, varsayılan bir aidiyet odağı, bir cins "biz" duygusu üreticisi olarak tanımlanıyor.
Ancak böyle tanımlı bir yerelliğin de, "yeni hapishaneler", "yeni sadakat odakları" yaratmak, içinde büyüdüğümüz ve kendimizi inşa ettiğimiz varsayılan "ulusal beşik" yerine "yerel beşiği" koymak, bir tarz yeni "kent sahipleri" oluşturmak gibi riskler taşıdığı söylenebilir.
Yerel tarih, bir anlamda "insan" ile "zaman"ın bir siyasal iktidar merkezinin taşrasındaki bir "mekan"da buluştuğu bir alan, sosyal tarih araştırmalarının bir parçası olarak tanımlanabilir.
Yerel tarih giderek son yıllarda daha çok telaffuz edilir olsa da gerek Türkiye'de ve gerekse Batı'da yerel tarih kavramının miladı globalleşme ile başlamış değil. Kent/vilayet tarihlerinin yazımı Osmanlı İmparatorluğu'nda 1870'lere, İngiltere'de ise (iktidarın çok parçalı/katmanlı yapısı nedeniyle) 15.yüzyıla kadar uzanıyor.
Tarih konusunda makro araştırmaların, büyük teoriler çerçevesinde yazılan genel tarih araştırmalarının giderek gündemden düştüğü XX.yy'ın ikinci yarısında ise, yerel tarihin Batı dünyasında yeniden keşfedildiğini söyleyebiliriz. Üstelik bu keşfediş sadece akademik anlamda değildir.
'Anadolu'nun ayrılmaz parçası'
Yaşadığı bölgeyi, kenti veya semti araştırmaya koyulan tarihe meraklı insanlardan oluşan dernek, kulüp ve topluluk sayısında da bir artış var. Türkiye'de ise özellikle Halkevleri'nin 1930'lu yıllardaki etkinlik ve yayınları kayda değer. Daha sonraki dönemlerde belli bir coğrafyayı ele alan çalışmalar yapılmışsa da, İlhan Tekeli'nin bu konudaki saptamasını paylaşarak, bunların, belirttiğimiz sosyal tarihin, devlet-dışı alanların tarihinin araştırılması olarak değerlendirmenin çok da mümkün görünmediğini söyleyebiliriz.
Çünkü -yine Tekeli'nin sözlerini takip edersek-, Türkiye'de kent tarihi çalışmalarının bir bölümü yereli kavramaktan öteye, merkezin taşradaki örgütlenişi problemi ile uğraşıyor veya bir diğer bölümü bölgenin "Türklüğü, Anadolu'nun ayrılmaz bir parçası olduğu" gibi tezleri ispatlamayı amaçlıyor, bir başka bölümü de -kentler özelinde- yerel tarihi/ kent tarihini bir yapılar manzumesinin toplu tasviri olarak sunuyorlar.
Yerel tarih ilgisi
Yerel tarihçilik sadece bir uzmanlık alanı değil, aynı zamanda bir ilgi alanıdır. Dolayısıyla dünyada olduğu gibi Türkiye'de de yaşadığı çevreyi araştırmaya çalışan amatörleri barındırıyor. Ancak Türkiye'de, resmi tarihin bakış açısı amatörlerin çalışmalarına da damgasını vuruyor ve konu edilen coğrafyanın arkeolojik zamanlardan günümüze uzanan öyküsü, sosyal tarihin dışında, devlet, siyasal tarih, kentin yetiştirdiği ünlüler merkezinde betimleniyor.
Türkiye toplumunun son yıllarda geçirdiği değişim sadece "yerel", "etnik" vs. olanı gündeme taşımakla kalmadı, gündelik hayatta karşılaşılan sorunlara sahip çıkmayı hedefleyen sivil toplum kuruluşlarının etkinleşmesini de sağladı.
Tarihsel dokunun korunması, çevre bilincinin yaygınlaşması, çoğu kez olaylara müdahil olma duyarlılığı taşıyan bireylerin oluşturdukları sivil insiyatiflerin girişimleriyle ülke gündemine taşınıyor şimdilerde. Yerel tarih de bunun bir parçası; içinde yaşadığımız coğrafyayı anlamlandırmaya ve/veya onun geleceğe taşınmasını sahiplenmeye yönelik olarak oluşan bir duyarlılık..!
Yaşadığına sahip çık
Tarih Vakfı'nın Mart 1999 tarihinde başladığı Yerel Tarih Grupları projesi bu yeni toplumsal hareketlilik içerisinde belirdi. Proje, kendisini, bir tarz "yerlilik/yerlilikler yaratma" olarak değil, yaşadığı bölgenin/kentin/sokağın tarihine sahip çıkma duyarlılığına sahip bireylerin veya sivil girişimlerin yan yana gelebilecekleri ortak bir platform oluşturma olarak tanımlıyor.
Bu sivil girişimlerin, "koruma", "geçmişin kayıtlarını saklama", kamuoyu yaratma ve daha geniş katılımlı duyarlılıklar oluşturma yolundaki etkinliklerle, içinde yaşadıkları coğrafyayı anlamlandıracakları düşünülüyor. Bu yeni anlayışın, yukarıda söz konusu edilen geleneksel yerel tarih araştırmacılığından oldukça farklı bir duruşu da ifade ettiğini vurgulayabiliriz.
Gerekli olan yerel tarihtir
Tarih aslında hep bir bugün inşasıdır. Politik tutumumuz, değer yargılarımız, devlete ve topluma bakarken kullandığımız argümanlarımız, tarihe bakışımızı belirliyor.
Bu nedenle, Türkiye'de tarih yazıcılığının kapıları büyük oranda "yerel" olana, insan'a dair olana kapalıysa da, eğer bugüne ilişkin devleti daha az ve bireyi/insanı daha çok baz alan, daha katılımcı bir toplum düşümüz varsa, bunun sacayaklarını bugünden geleceğe olduğu gibi bugünden geçmişe doğru atmamız, "geçmişi yabancı bir ülke olmaktan", insansızlaştırılmış bir soyutlama alanı olmaktan çıkarıp, her türlü insani etkinliği kapsayan, yakın çevremizdeki tarih ile dillenen bir yöne doğru hareket ettirmemiz gerekiyor.
(NU/NA)
(*) Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi