Öyle ki Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılış sürecine dair hemen her çalışmada bu faaliyetlere değinen veya değerlendiren birkaç bölümü görmek mümkündür. Misyoner faaliyetlerine bakabileceğimiz bir diğer perspektif, Yale veya Oxford'da eğitim görüp İstanbul'da, Musul'da, Maraş'ta bir yaşam ve misyonerce bir cazibe alanı kurmaya çalışan Amerikan misyonerlerinin şahsında Doğu ile Batı'nın, Hıristiyanlığın kadim yorumlarıyla en modern versiyonlarından birisinin karşılaşması üzerinden kurulabilir.
(...)İlk misyonerler "kâfirler arasında inancın kutsal ışığını yaymak" amacıyla Osmanlı topraklarına gelmiş olsalar da 1820'li yıllarda İstanbul ve İzmir'de çoğunlukla Levanten kolonilerinin içinde tutunmaya çalıştılar.
İlk cemaatlerini konsolosluk çalışanları, Levanten tüccarlar, İstanbul ve İzmir'deki Avrupalı gemici kolonileri oluşturuyordu.
Asıl varolmaları gereken ilişkilerde ve dünyalarda ise misyonerleri bir dizi güçlük bekliyordu.
(...) 1829-1830 yılları arasında Anadolu içlerinden Ermenistan'a ve Musul'a kadar uzanan bir araştırma gezisi yapan iki öncü Amerikalı misyoner Henry Otis Dwight ve Eli Smith, bu yabancılığı nispeten ortadan kaldırmak için İstanbul'da kıyafetlerini değiştirmişler ve başlarına sarık sarıp, sakal bırakmışlardı.
Doğrusu, Smith ve Dwight'ın tutumları bir istisnaydı. Çoğu durumda ilk misyonerler sofuca siyah renklerde giyiniyorlar ve silindir şapka takıyorlardı. Misyoner William Thompson şapkası nedeniyle Suriye'de çocuklar tarafından Abu Tancera (tencerenin babası) olarak tanınıyordu. Sonraki yıllarda sakalı olmayan birinin Müslüman, Yahudi veya Hıristiyanların arasında alimlik iddiasında bulunamayacağını, söylediklerinin dikkate alınmayacağını kavradıklarında, kendi içlerinde bir dizi tartışmadan sonra, hem İran'da hem de Osmanlı topraklarında bazı misyonerler sakal bırakmaya fes takmaya hatta sarık sarmaya başladılar.
(...) Anadolu'da Rumlar arasında çalışmak üzere Anadolu'ya yollanan Gridley 1827 yılında İzmir'de vasıl oldu. Aynı yılın yaz aylarında Türkçe ve Rumca öğrenmek için Kayseri'nin Endürük köyüne geldi. Gridley hem Yale'deki öğrencilik yıllarında dağcılık sporu ile tanışmış hem de ilim irfan görmüş bir Amerikalı olarak Strabon'un Coğrafya'sini. okumuştu.
(...) Gözlerimizi Kayseri'den İstanbul'a çevirdiğimizde misyonerlerle ilgili söylencelerin imparatorluk başkentinde bir hayli çeşitlendiğini görüyoruz, İstanbul'da 1831 yılında William Goodell'in başkanlığında kurulan American Board'un Türkiye Misyonu kısa zamanda birkaç misyoner çiftinin yaşadığı, düzenli ayinleri, pazar okulları ve dini sohbet toplantılarıyla küçük ama etkin bir faaliyet odağı haline gelmişti.
Misyonerler Ermenilerin batı tipi eğitimi veren okullara ve İngilizce'yi öğrenmeye yönelik taleplerini kısa zamanda keşfedip ilk yıllardan itibaren asıl faaliyet alanlarını "eğitim misyonu" olarak saptadılar.
Misyonerlerin Ermenilerle ilişkileri, okulları, finansal güçleri, "fenni" laboratuarları, "tatbiki ilimlere" dayalı girişimleri çeşitli söylencelere kaynaklık etti. Kimya ile simya arasındaki sınır 1830'ların İstanbul'unda oldukça be-lirsiz olmalı ki, 1839 yılında kimya deneylerinin yapıldığı misyoner okulunda insanları Protestan mezhebine sokmak için büyü yapıldığına dair söylentiler çıktı.
(...) "Dince Cumhuriyetçilik" olarak özetledikleri dini örgütleniş şiarları, herkesin kutsal kitabı okuma ve anlama hakkından söz etmeleri, her türlü ruhban hiyerarşisine yönelik (Anadolu'da açıkça ifade etmeseler de) tarihsel düşmanlıkları, giyim kuşamları, dini konularda ettikleri kelamları ve şüphesiz Doğu kiliselerinde yeni kopmalar yaratan propagandaları nedeniyle kısa zamanda Doğu kiliselerinin tepkilerini üzerlerine çektiler. Doğu kiliseleri kendilerine bütünüyle yabancı, dini yapılanış ve inanç sistemlerini var eden tüm ilke ve gelenekleri yok sayan bu "yeni mezhebi" ve taraftarlarını mümkün olduğunca kendi dışına atarak varlığını korumaya çalıştı. 1830'ların başlarında ilgi çeken yabancılar olarak algılanırlarken birkaç yıl içersinde "köhnemiş bir harabe" olarak gördükleri Ermeni Gregoryan Kilisesi tarafından "Voltaire'nin takipçileri, ateistler, kuzey okyanusunun dibinden çıkıp gelen şeytani sapkınlar, farmasonlar" olarak damgandılar.10 1839 yılında Ermeni Patrikhanesi Amerikan misyonerleri ile görüşen, çocuklarını Amerikan okullarına gönderen veya bu "yeni mezhebe" eğilimli olan Ermenileri aforoz ediyor ve cemaatini şöylece uyarıyordu:
Her kim ki, böyle bir oğlu veya kardeşi veya bir iş ortağı vardır ve ona ekmek verir, onun para kazanmasına yardım eder veya onunla dostluk kurar veya onunla iş ilişkisine girer ise bu kişiler bilsinler ki koyunlarında bir gün kendilerini ölümcül zehriyle sokacak, ruhlarını ellerinden alacak bir yılan besliyorlar. (...)
* Esra Danacıoğlu, Doç. Dr. Yıldız Teknik Üniversitesi.
* Esra Danacıoğlu'nun bu çalışmasını Tarih Vakfı'nın çıkardığı Toplumsal Tarih dergisinin Aralık sayısından kısaltarak yayınladık.