Hükümet, ulusal televizyon kanal temsilcilerine çatışma haberleri konusunda öğütler dağıtırken bunun yerel basındaki yansımaları ve sonuçları, ister istemez "serbest atış" ve nefret söylemine sarılma oluyor.
Çatışma görüntülerinin üst üste yayımlanması, duygu sömürüsüne büründürülmesi haklı eleştiriler olarak görülebilse de, bu habercilik duyarlılığını kazandırmanın en meşru yolu basın meslek örgütlerinden geçmektir.
Kanal yetkililerinin bir Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) etkinliği çerçevesinde etki altına alınması bir mesleki olgunlaşmaya işaret etmez; ulusal ve yerel medyanın makul özerk bir tutum geliştirmesinden çok, ilelebet "taşan sabrın" tercümanlığında bırakır.
Kimi ulusal basın kuruluşları, PKK'li olmayan Kürt halkını "teröre tepki göstermeye" davet ederek, Türklere dair "bölücülük" algısı yerine "Kürtleri bölme" misyonunu seve seve üstlenirken, yerel gazetelerde çıkan köşe yazıları, 30 yılık Kürt Sorunu'nda çıkış yolunu gösterirken bezginleri oynayabiliyorlar.
Gündoğdu: 1915'e dönüşün kaçınılmaz gibi
Özgür Kocaeli gazetesinden Ali Gündoğdu: "25 yıldır şehit haberi" yazısında, bu bezgin hali türler ürperten bir "his" ile yansıtıyor: "Bu işin ucu, masum insanlara da dokunacak belki, ama içimden bir ses, 1915'e dönüşün kaçınılmaz olduğunu söylüyor."
Gündoğdu, "25 yıl tüm sınır komşularımızla savaşsaydık, belki de Osmanlı İmparatorluğu'nun kaybettiği toprakları geri alırdık. 25 yıldır bu topraklarda kan dökülüyor, babalar oğullarını toprağa veriyor" sözleriyle hem derin üzüntüsünü hem de "fetih savaşı"na olan aleni inancını dillendiriyor.
Bir "ata" mirası, "Osmanlı tokadı"
Gündoğdu gibi, Muğla Yenigün gazetesi yazar Ahmet Bayrak da, "ata" mirası olarak "Osmanlı tokadı"na övgüler düzmekten geri durmuyor.
Bayrak, Kapatılan Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) eski eş başkanı Ahmet Türk'ün Samsun'da burnunun kırılması ve futbol sahalarında yaşandığı üzere gündeme gelen "yumruklu saldırılar" için 21 Nisan'da "Hak edenler var tabi" diye buyuruyordu.
"Sen Sus, Yumrukların Konuşsun" yazısında Bayrak, yumruğun kişiyi kendisine getirdiğinden dem vuruyor; sözleri aynen şöyleydi:
"Yumruk mayın döşeyenlerin, kısa yoldan zengin olanların, vatanı satanların, terör estirenlerin, Atatürk'e hakaret edenlerin, Türk bayrağına saygısızlık gösterenlerin tam burnuna atılmalı... Doğru kişiye, doğru zamanda, doğru açıyla atılan yumruğu destekliyorum. Yumruk kişileri kendine getirir."
Yazar Usta'dan bir yapıcı öneri
Sorunu belli bir ölçüde sosyal ve gerçek temelleriyle değerlendiren yazarlar da yok değil: Karadeniz Günebakış gazetesinden Mustafa Usta, "Terör Nasıl Önlenir?" yazısında, "çözüm" denince tarafların öneri geliştirememesinden şikayetçi.
Usta'nınbu yaklaşımdaki bir "yanlışa" işaret ediyor:
"..Elbette ki olaya PKK'nın Kürtlerin temsilcisi olarak bakan veya bütün Kürtleri PKK sempatizanı veya taraftarı olarak gören ve bir bölgeyi tümden karantinaya alan fikri de savunmuyoruz. Ama şurası bir gerçek ki, çözümü üretecek yapıyı sürekli sarsmak çözüme hizmet etmek bir yana sadece yıkıp döküyor, temel amaç bu değilse 'belli olay ve şahıslarda temellük eden, indirgemeci öfkeli bir bakışın tehdidi altındayız..."
Usta da, Gündoğdu'nun "1915"i kadar olmasa da "felaket son"u aklından çıkarmıyor.
"Yapılması gereken en önemli şey, terörün taraflar arası bir mücadele aracı olduğu düşüncesinden sıyrılmak. Aksi takdirde, üzerinde mücadele edilecek somut bir ülke ile onun çatısı soyut bir devlet ne Türkler ne de Kürtler için kalmayacak. Bunu isteyenlere sözümüz yok, ama istemeyenler lütfen biraz daha dikkat edelim."
Düşünce ve imkan olarak, şiddet ve nefret...
Fark ediyoruz ki yazarların kendileri, 30 yıllık çatışmanın düşünsel yılgınlığını toplum kadar paylaşıyorlar. Oysa, uzun süre gazetecilik ve entelektüel araçlar bu denli karmaşık bir sorundan geri tutulmasaydı, bu kadar çaresiz kalır mıydık acaba?
Peki, bunda Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararları, Olağanüstü Hal (OHAL) rejimi, İçişleri Bakanlığı genelgeleri, RTÜK ve Emniyet denetimleri gibi bin bir yolla yerleştirilen oto-sansürü azımsayacak mıyız?
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin (TGC) toplumu çok çeşitli çevrelerin de görüşlerini alarak yayımladığı Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni, yalnızca muhabir, editör, yazı işleri müdürü ve genel yayın yönetmeni gibi habercilik kadrolarına yakıştıramayız.
Birer yorum ve yaklaşım taşıyıcısı olarak toplumu "şiddet ve nefret" söyleminden uzak tutma sorumluluğu ve görevi köşe yazarlar için en az gazeteciler kadar bağlayıcıdır.
Usanmıyoruz, hatırlatıyoruz:
Bildirgenin "E- Gazetecinin temel görevleri ve ilkeleri" paragrafı içerisindeki üçüncü bendi sadece gazeteciler için değil, düşüncelerini sorumluluk duygusuyla aktarmak isteyen tüm yurttaşlar için ön açıcıdır. "Gazeteci" ifadesi yerine kendi adınızı ikame ederek yeniden okuyabilirsiniz:
"Gazeteci; başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur. Milliyet, ırk, etnisite, cinsiyet, dil, din, sınıf ve felsefi inanç ayrımcılığı yapmadan tüm ulusların, tüm halkların ve tüm bireylerin haklarını ve saygınlığını tanır.
"İnsanlar, topluluklar ve uluslar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır. Bir ulusun, bir topluluğun ve bireylerin kültürel değerlerini ve inançlarını (veya inançsızlığını) doğrudan saldırı konusu yapamaz. Gazeteci; her türden şiddeti haklı gösterici, özendirici ve kışkırtan yayın yapamaz.
Gazetecilik veya köşe yazarlığı, şiddet toplumunun ömrünü uzatmak veya kaosa giden kısa yolu göstermek değil, barışçıl yaşamı özendirmek ve demokratik bir topluma giden süreci fikirlerle örmektir. (EÖ)