Bakanlar Kurulu İkinci Ulusal Programı ve Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Kararını 23.6.2003 gün ve 2003/ 5930 sayılı kararıyla kabul etti. Bu karar 24 Temmuz 2003 günlü Mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayınlandı.
II. Ulusal Programda yine siyasi ve ekonomik kriterler var. Ama bu kez 2001 yılından itibaren yapılanlarla ilgili olarak bir bilanço çıkarılmış. Gerçekten uzun bir liste. Örneğin ölüm cezasının kaldırıldığı, işkence ve kötü muamele hakkındaki düzenlemeler, dernekler ve vakıflarla ilgili değişiklikler sıralanmış. Hükümet temel yasaları değiştirmek yerine, mevzuat düzenlemelerini uyum yasa paketleri ile gerçekleştirmeyi tercih ettiğini açıklıyor.
Siyasi kriterlerle ilintili olarak uluslararası sözleşmelerin imzalandığı ve onaylandığı belirtilmiş. Ölüm Cezasının Kaldırılmasına Dair Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine (AİHS) Ek 6. Protokol, Birleşmiş Milletler (BM) Her Türlü Irk Ayrımının Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi, BM Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, BM Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi, 182 Sayılı Uluslar arası Çalışma Örgütü (ILO) En Kötü Biçimde Çocuk İşçiliğinin Önlenmesi Sözleşmesi ve BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi İhtiyari Protokolü, sayılan örnekler arasında.
İfade özgürlüğü konusunda ise 24 Mart 2001 tarihli Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programında öngörülenler II Ulusal Programda tekrarlanıyor. Hükümetin tarih vererek Haziran 2004e kadar gerçekleştirmeyi açıkladığı siyasi kriterlerin başında Düşünce ve İfade Özgürlüğü var.
II. Ulusal Programa göre Hükümet ifade özgürlüğüne verdiği önemi şöyle ifade ediyor: İfade özgürlüğünün evrensel değerlere dayalı olduğunu ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10. maddesi çerçevesindeki toprak bütünlüğü ve ulusal güvenliğin korunmasını da öngören ölçütler ile laik ve demokratik Cumhuriyeti, üniter devlet yapısını ve milli birliği koruma kriterleri temelinde bir yandan genişletilmesine, diğer yandan da sürdürülmesine öncelik ve önem vermektedir.
Peki Hükümet neler yapacaktır? İfade özgürlüğü konusunda çizilen yol haritasına göre:
* İfade özgürlüğünün sınırlarını belirleyen mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve özellikle Sözleşmenin 10., 17. ve 18. maddelerinin lafzına ve ruhuna uygunluğu bakımından gözden geçirilecek,
* İfade özgürlüğü alanını genişleten yasal ve idari değişikliklerin etkin uygulaması sağlanacak,
* Basın özgürlüğünün evrensel standartlarda uygulanması için gerekli tedbirler alınacak,
* Türk vatandaşlarının günlük yaşamda geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde yayın yapılması veya farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesine ilişkin hükümler hayata geçirilecek,
* Uygulamada yeknesaklığın sağlanması amacıyla, yargı mensuplarının insan hakları, AİHS ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı konusunda yürütülen eğitim programları yaygınlaştırılarak sürdürülecek.
Bakanlar Kurulu çağdaşlaşmayı ilke kabul ediyor. Yaptıkları saptamaya göre: Türkiye Cumhuriyetinin toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini, her türlü dil, din, ırk, cinsiyet ve etnik ayırımın ötesine geçen yurttaşlık bağını ve vicdan özgürlüğüne dayalı laiklik ilkesinin pekiştirilmesi sayesinde güçlenmiştir.
Doğrudur. Ama başka doğrularda vardır... Laiklik ilkesinin pekiştirilmesi ile güçlenen Türkiyede, eskiden buna karşı çıkan aksine görüşlerin ve eylemlerin sahiplerinin çoğu da iktidardaki siyasi parti üyeleri içinden çıkmıştır. Bu da siyasi tarihimizin geçmişte yaşanmış önemli bir gerçeğidir.
Hükümet yüklendiği sorumluluğu şöyle tanımlıyor: Cumhuriyetin dayandığı temel ilkelere bağlı, ulusal bütünlük içinde, demokratik ve laik, bilgi çağını yakalamış, güçlü ve refah içinde yaşayan çağdaş bir hukuk devleti olmak, gelecek kuşaklara karşı tarihi bir sorumluluktur.
Böyle bir sorumluluk sözü vermek iktidarda bulunan siyasi partinin geçmiş tarihine bakılınca soru işaretlerini çoğaltıyor. Hükümet eden iktidardaki siyası partinin yeni bir parti olduğunu sürekli tekrarlayan kişilerin, politik geçmişlerine bakınca böyle bir sorumluluk yüklenmelerini kuşkuyla karşılıyorum.
Söyledikleriyle yaptıkları arasında sürekli çelişkiler yaratan tutum ve davranışlar, yukarıda sayılan çeşitli ilkeler bakımından, geçmiş çeşitli hükümet edenlerde de sık sık görüldü. Yaşadığımız geçmiş paradokslar bu kez geleceğimiz için önümüze konuluyor. Güvenmiyorum. (Fİ/NM)