Yeni Sendikalar Kanunu* çalışanların örgütlenmesini teşvik etmekten çok, mevcut durumun devam etmesini sağlayan bir zemine sahip. Ama işkolu barajlarının yüzde 10’dan yüzde 3’e düşürülmesi, bazı işkollarının birleştirilmesi, noter şartının kaldırılması gibi yeni imkânlar da var. Bu imkânlardan biri de daha önce ayrı işkolu olmasına özen gösterilen birçok işkolunun birleştirilmesi.
Birleştirmeler ile eski kanunda 28 olan işkolu sayısı yeni kanunda 20’e düşürüldü. Böylece daha önce farklı sendikalarda örgütlenmek zorunda olan birçok sektör çalışanı tek bir sendikada birleşebilecek. Mesela daha önce ayrı sendikalarda örgütlenmek zorunda olan deri ve tekstil işçileri aynı sendikalarda buluşabilecekler. Yine eski yasada basın ve yayın, gazetecilik ve haberleşme biçiminde ayrı sendikada örgütlenme şartı getirilen üç sektörden ikisi yeni yasada tek işkolu olarak birleştirildi. ‘Basın yayın ve gazetecilik’ adı verilen 8 nolu işkolunda, basın yayın sektörünün tüm çalışanları ile gazeteciler aynı işkolunda örgütlenme imkânına kavuştu. Bu iki faaliyete çok yakın bir sektör olan haberleşme ise yine ayrı tutuldu.
Gazetecilerin, akademisyenlerin, yazarların, güzel sanatlar faaliyeti yürütenlerin örgütlenme düzeyleri yalnızca Türkiye’de değil bütün dünyada diğer çalışanlara göre daha düşük kalmıştır. Bunun, bir dizi nedeni var ama temel neden kişisel tutumlardan çok, sektörün sahip olduğu üretim süreci. Emeğin çıkarlarını merkezine koyan güçlü siyasi akımların eksikliği, sendikal konfederasyonların bütün sektör ve iş kollarıyla fiilen dayanışmaya girmemesi, gazetelerin (genel olarak medyanın) muazzam ölçüdeki yabancılaşması (topluma hitap etme gayesiyle yayınlanan gazetelerin, toplumun gerçek çıkarlarını savunmaması) bireysel rekabet ve inisiyatiflerin güçlenmesindeki başlıca etkenler olarak sayılabilir.
Şimdi, yeni kanunla yaklaşık 80 bini matbaa emekçisi, ve yaklaşık 25 bini gazeteci, teknisyen ve grafiker olmak üzere toplam 105 bin çalışana aynı sektörde örgütlenme imkanı sağlanması, muhakkak büyük bir enerjinin varlığına işaret ediyor. Ama küçük bir yasal imkânla bu enerjinin kolayca açığa çıkacağını varsaymak hata olur. Bir tarafta gazetecilik ilkelerine ve topluma yabancılaşmış ve şirketlerin hediyeleri ve lütuflarıyla beslenen, sorgulamayı, basın ahlak ilkelerini unutmuş gazetecilerden bir kesim var… Öbür uçta taşeron-geçici çalışan kıdem tazminatı bile olmayan matbaa işçileri. Bu iki uç arasında ise gazeteci ve matbaacıların ana kitlesi… Sigortalı veya sigortasız, uzun çalışma saatlerine sahip, aynı işte farklı ücretler alan, yaygın bir matbaa işçisi ve gazeteci, operatör kesimi… Sendikalaşma bu farklılıkların giderilmesine, dayanışmaya, paylaşmaya yol açtığı sürece o büyük enerji açığa çıkacak. Ve böylece gazetecilerin yabancılaşması, basın ahlak ilkelerine duyarsız kalmalarının da önemli ölçüde önüne geçilebilecektir.
Sendika fetişizmi
Yeni kanunun getirdiği imkanla gazetecilerin ve matbaa emekçilerinin sendikalaşmasına vurgu yapan bir dizi açıklamada, çağrıda sanki ‘sendikalaşma ile her sorunun çözüleceği’ bir ima var. Kuşkusuz en kötü sendika sendikasızlıktan iyidir..!
İşçi hareketinin 1960’lı yıllardan beri sendikalaşma, dernekleşme ve diğer örgütlenme faaliyetinden hiç mi ders almayacağız? Eğer sendikalarda iki temel sorun çözülemezse sendikalaşma 105 bin çalışanın büyük kısmını değil, küçük bir azınlığını kapsar. Ki o kez, sendika şu an büyük işyerlerindeki sendikalı-taşeron-geçici-göçmen işçi bölünmesi gibi yeni bir bölünmenin aracı haline gelebilir.
Öyle görünüyor ki bazı temel talepler etrafında ortaklaşılamaz ve bazı vazgeçilmez ilkeleri oluşturulamaz ise ‘dayanışma-paylaşma-ortaklaşma’nın yaratılması çok güç. Bu talepler mesela ‘eşit işe eşit ücret’, haftalık yasal 45 saat çalışma süresine saygı, toplum çıkarına aykırı (yalan, manipüle edici, spekülatif) haberleri yayınlamama ve basmama hakkı, mobing ve zorlayıcı amir baskısına dur denilmesi, cinsi aşağılama ve baskıya karşı tutum meslek ahlak ilkelerine riayet, yönetime katılma, sosyal (yemek, ulaşım vb) haklarının iyileştirilmesi üzerinden ifade edilebilir. Diğer taraftan sendikal yabancılaşmayı önlemek için sendika bürokrasisin oluşmasını engelleyecek ve ‘işçi demokrasisinin’ yerleşmesine katkı yapacak ilkelere de ihtiyaç var. Sendika lüks makam araçlı, lüks makam odalı, işçinin giremediği, toplu sözleşmeye katılamadığı bir anlayışa pirim verirse, azınlığın sendikası olarak kalacaktır.
Sektördeki sendikalaşmanın, hızla ‘dayanışma-paylaşma-ortaklaşma’ya evrilmesi bazı gazetecilerin “Türkiye’de reklam ve satış gelirlerinin finanse edemeyeceği nicelikte bir medya kalabalığı olduğunu hep yazıyorum” türü değerlendirmelerinin ve işten atılmaları meşrulaştırmak için ve basında istihdamı maliyet olarak tanımlayan anlayışların, (Mustafa Sönmez, Cumhuriyet 9 Şubat 2013) ne kadar mesnetsiz olduğunu ve kapitalist piyasanın rasyonelliğini savunmakta olduğunu da belirgin biçimde ortaya koyacaktır. Eğer sektörde çalışanlar bırakalım yeni talepleri yalnızca iş kanununa göre yasal çalışma süresi olan haftalık 45 saat’e uyulmasını bile sağlasalar, izinlerini yasal biçimde kullansalar ‘o kalabalık denilerek’ eleştirilen yığının büyük bir kısmının işin tamamlanması için yetersiz kalacağı, işsiz gazeteci ve matbaa işçilerinin bile iş bulabileceği açık biçimde görülecektir. Aynı zamanda sektör çalışanlarının sübvanse edilmediği, tam tersine patronlarına çok büyük değerler yarattıkları da. (EB/HK)
* Erhan Bilgin, İktisatçı, sosyal politika uzmanı
* 7 Kasım 2012'de Resmi Gazete'de yayınlanan Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu