Televizyonlarda, sunucuların belli tonlamaları vardır; bilirsiniz. En kişisel soruların sorulduğu, "itiraflar"ın beklendiği anlardaki soru tonu, kimi zaman bir sevgili, kimi zaman anne, kimi zaman babanın "şefkat" tonudur. Bu "şefkat" tonu size bir eşitlenmeyi ima eder, öyle çok bir eşitliktir ki, esasında soran hükmedendir.
İtfaiyeci, bu ses tonundan mı yoksa, sorudan mı şaşkına dönsün; belli değil. Hem itfaiyeci hem kahraman olanlar sadece ABD'de yaşadığına göre, olay ABD'de geçiyor demek bile gereksiz. Yoksa siz "acı var mı acı" sorularının sadece Türkiye'ye mi özgü olduğunu düşünüyordunuz?
Haberciliğin kendini belli ettiği an
Hani derler ya, "dost kötü günde belli olur" diye; tam bu nedenle habercilik, memleket ne zaman dardaysa o zaman belli olur. 11 Eylül oldu, her yer darda, habercilik de.
Nedense, bizde bir "yabancı" gazeteci, "yabancı" medya hayranlığı vardır. Onlar, haberciliği usulüne uygun yaparlar, onların gazeteleri de, TV'leri de hep mükemmeldir. Kim istemez, Amerikan televizyonları CBN, MSNBC, CNN ve de Bush'un kanalı diye anılan son icat Fox'da çalışmayı... Oysa, dünyanın her yerinde, ABD'de de, Türkiye'de de iyi gazeteciler de vardır, kötüleri de; sahiden gördüğünü aktarmaya çalışanlar da, tersini yapıp her bir şeyi çarpıtanlar da... Editörlerin durumu ise gazetecilerden azıcık farklıdır, editörlük sahiden en zor zenaattir.
Haberler ve kıymet ölçüsü
İşte bu yüzden değil mi, Afganistan'dan Cüneyt Özdemir CNN Türk için haber geçerken, bağlantı kopar, ekranda bir anda "asıl" CNN'in Christina Amanpour'u görünür. Ölçüsü nedir bilinmez ama, Amanpour daha kıymetlidir herkesin gözünde.
Amerikan televizyonlarını açıyorsunuz, küreselleşiyoruz ya, bildik yarışma programları, nasıl diyorlar, arka fonda komikliği bize kahkahalarla dikte edilen diziler, "Top Ten" skandal adlı televoleler ve tabii ki esas olarak da haberler ve haber programları.
Amerikan televizyonlarında resmi demeç çerçevesinde akan haberler, "patlangaç" denen tarzda sunulan "savaş odası", "savaş alarmı", "operasyon" gibi konu başlıklarıyla izleyeni adeta savaşın içine çekiyor, savaştan yana yapıyor.
Haberler uzman görüşleriyle derinleşiyor. Bu uzmanlar; bilindiği üzere çokluk erkektir, emekli asker, emekli diplomattır, bir de unvanlarını nasıl edindikleri bilinmeyen istihbarat, strateji ve terör alanında ihtisas sahibi kişilerdir. Amerikan televizyonları, sahiden uzman denebilecek akademisyenlere ise şarbon gibi mevzularda "teknik ayrıntı" için başvurmayı yeğliyor.
Kadın gazeteciler nerede?
Hemen arada, soralım; neden kadınlar, ne Amerika'da ne de burada, magazin dışı programlarda pek yokturlar? Tabii ki, sunuculuk, muhabirlik gibi alanlar kadınlara açıktır. Herhalde, medyayı kadınların yönetmesini kimse beklemiyordur, değil mi?
Bu uzmanlar, o kadar aynı şeyleri konuşuyorlar ki, bu noktada Türkiye televizyonlarının bile daha anlamlı olduğunu kabul etmek düşüyor bize. Amerikan televizyonlarında, sokaktaki Amerikalının Afganistan operasyonuyla ilgili konuştuğunu göremezsiniz, çünkü sorulmaz. Bizde de, elbette. Ama, şarbon haberlerinde insanları panikten paniğe sürükledikten sonra insan unsuru yerini alıyor, çünkü ölüm vardır; sahiden acı var mı denecek tabloda ölenin yakınlarının ağlayışları, özel hayatı didikleme çabaları ekranda gözlerimizin önünde akar gider.
Tansiyon yeterince yükselmediyse...
Şarbon'un yeterince tansiyon yükseltmediği fark edildiği anda gündeme, mesela, Kaliforniya'daki Gold Bridge (Altın Köprü) mevzuu gelir. Bu köprü bombalanacak, duyumlar böyle. Nedir duyumlar, kimse bir şey söylemiyor ama Vali ve belediye başkanı kederli yüzleriyle seyredeni ikna ediyor. Uçaklar, şarbon taşıyan zarflar derken işte sıra köprülere geldi bile.
İnsanlığın, davul, tam tam ya da çan gibi ilk medyasının haberleri doğum, ölüm ve "zafer"ler üzerinedir. Miladın çok öncelerine uzanan o dönemlerde hemen keşfedilen bir şey daha var: Sansür. Yönetenler, kabile şefleri duyulmasını istemedikleri haberleri engellerler. Haberler, kabile şeflerinin denetimdedir.
Sansür bitti, otosansür daha işlevli
Bugünün dünyasında ise, ha Türkiye'de, ha ABD'de durum değişmiyor, sansür büyük ölçüde görevini tamamladı, miadını doldurdu, otosansür çok daha işlevli, çok daha pratik. ABD'de arada bir haberlerle ilgili medyaya yine de telefonlar edildiğini anlatıyorlar, o kadar olur; bildik bir durum. Esas olan otosansürdür, bunu da dünya medyası editörleri büyük ölçüde kavramıştır.
O yüzden, Noam Chomsky'nin üzerinde çokça durduğu "rızanın üretilmesi" tıkır tıkır işliyor. Bir ay önce, Türkiye'de kamuoyu yoklamalarında halkın yüzde 80'i Afganistan operasyonuna karşıydı, Türkiye'nin birlik göndermesine karşıydı. Rıza, öncelikle bu haber olabildiğince az verilerek üretildi. Halk, kendi karşıtlığını ille de medyada görmek zorunda değil ya... Daha dün Ecevit, "Türk halkı operasyona karşı değil" derken yanlış söylemiyordu, rıza üretildi besbelli.
Amerikan kamuoyunun da rızası üretilmiş durumda. New York'ta aydınlar, "hiç televizyon seyretmiyorum" derken gazeteleri göz ardı ediyor. Gazetelerin durumu farklı mı, bir miktar evet ama Amerikan gazeteleri de bayrak promosyonu yapmış, ne dersiniz? Ayrıca, birilerinin ekranla küskünlüğü milyonların ekran başına mıhlanmasını önlüyor mu?
Her alanda daha az özgürlük
Ne Türkiye'de ne de orada gerçekte olan bitenleri genelde bu medya yoluyla izleme şansımız yok gibi. "Yeni Savaş", 11 Eylül'den bu yana, yaşadıklarımızla görüyoruz ki, her alanda daha az özgürlük anlamına geliyor. Amerikalı senatör Hiram Johnson değil miydi, daha 1917'de, "savaşta verilen ilk kayıp gerçektir" diyen?
Her şeye karşın, eğer kaldıysa, "gerçeği kaybetmemek" için, yoksa, yeniden bulup aktarmak için Amerikalı gazetecilerin de, Türkiyeli gazetecilerin de önce beyinlerini oto sansür işgalinden kurtarmaları gerekiyor.
Yine de, bu hengamede, dünyanın her yerinde, ABD'de, Türkiye'de de gazetecilik yapmaya çalışanların varlığının insana nasıl soluk aldırttığını da unutmayalım. Örnekler de gösteriyor ki, işin esasını yapmak güç olsa da imkansız değil. Yoksa, muhabirler ve tabii ki en çok editörler ilkel toplumlardaki kabile şefleri gibi tarihe geçecekler. Hani evrensel metinlerde "gazeteci savaş yanlısı, savaş kışkırtıcısı" olamaz deniyordu, bir şey daha ekleyelim sözcüsü de... (NU)