Güney yarı küre yaz aylarında. Okullar tatil. Şili muhalefetinin yönlendiricisi diye niteleyebileceğimiz, öğrenciler başta Şili Üniversite Öğrencileri Federasyonu (FECH) olmak üzere tatil süresinde de muhalefetin örgütleyicisi olarak çalışmalarını sürdürüyorlar.
En son ön plana çıktıkları sorun, Araucania bölgesinde uzunca bir zamandır devam eden Mapuchelere dönük neo-liberal terörü durdurmak için, ülkedeki bütün öğrenci organizasyonlarıyla, belli başlı demokratik kitle örgütlerini bir araya getirmek oldu. Ayrıca bazı akademisyenler yerli taleplerini desteklemek için açlık grevi yapıyorlar.
Tarihsel olarak Şili devleti her zaman yerlilere karşı, soykırımcı, ırkçı, ayrımcı bir çizgi izledi. Bu nedenle yerli nüfusunun önemli bir kısmı asimile olurken, özellikle Mapucheler ağırlıkla Şili Patagonyası ve Andların eteklerinde bazı bölgelere sıkışıp kaldılar. Son yıllarda uygulamaya konulan bazı neo-liberal politikaların paralelinde Mapuchelerin yaşadığı alanlar bir anda değer kazandı. Çünkü buralarda orman, maden yatakları, hidro-elektirik santralleri için akarsular ve verimli balıkçılık sahaları mevcut.
Bütün bunlar uluslararası şirketlerin iştahını kabartıyor. Ve yanlarında da bizimkine benzer mantralara sahip "talan ya Rabbi" diyen bir hükümeti de bulunca gelsin sıra "teröre".
Bunun için öteden beri "soluk benizliler"in yerlilere karşı çevirdiği dümenler sahne alıyor. Mesela bir taşla bir kaç kuş vurma hesabı önce madenin çıkarılacağı alan tespit ediliyor, orada bir yangın çıkarılıp çevresel ortam tahrip ediliyor, arkasından bölgedeki yerliler kundalıkçılıkla suçlanıyor. Sonra "suçlular"ı teslim almak için yerli topluluğuna saldırıyor "güvenlik" kuvvetleri. Sık sık Carabinero kurşunuyla yaşanan ölümler karşımıza çıkıyor. Geçtiğimiz haftalarda bu ölümlere iki kişi daha eklendi. Sağ kalanları ise işkence ve tutuklanma bekliyor.
Doğal olarak tüm bu saldırganlığa karşı Mapucheler direnmeye çalışıyor. Gaz kurşun ve coplara karşılık, taş ve sopalarla. Kendi yaşamlarını ve doğayı savunmaktan öte bir dertleri olmayan bu insanları mahkemeler "terörist" olarak tanımlıyor. Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yargılayarak uzun yıllara mahkum ediyorlar. Mapuche örgütleri ise bu terör karşısında yılmayıp mücadelelerini sürdürüyorlar. Şimdi özerklik, Araucania'da ki terörün durdurulması ve yerlilerin zararının tanzimi isterken, 500 yıldır süre gelen ırkçılık için devletten özür bekliyorlar.
Baştaki konumuz yani öğrenci hareketinin Şili'de ki konumuna dönecek olursak; öğrenci hareketinin giderek toplumda belirleyici düzeyde bir öneme sahip olduğu görüyoruz. Nitekim geçtiğimiz Ekim ayında yapılan yerel seçimler bir ölçüde bunu perçinledi. Seçimlerden sol-liberal blok galip çıksa da oylamaya asıl damgasını vuran öğrenciler oldu.
Yaptıkları boykot çağrısı karşılık buldu, katılım yüzde 40'larda kaldı. Elbette oy verenlerin sayısının bu derece düşük olması tek başına öğrencilerin etkinliğine bağlanamaz, fakat yine de azımsanamayacak bir paylarının olduğu da görülüyor. İsteyince Santiago sokaklarına yüz binlerce insanı dökebilen bu hareketin başarısı nereden geliyor?
Öncelikle FECH çok yönlü ve demokratik bir örgütlenme. Karar alma süreçlerine aşağıdan yukarıya işleyiş hakim. Üniversitelerde çalışanlar ve öğretim üyelerini etkileyerek kendi süreçlerine katmayı becermişler. Anneleri ve babalarını da örgütlemeyi unutmamışlar. Uluslararası dayanışmayı ihmal etmemişler. En önemli kaynakları orta öğrenim gençliği her zaman onlarla yan yanalar. Her muhalif kesimin yanında olmaya özen gösterdikleri gibi uzun vadeli çabalara da girişiyorlar. Örneğin bu yaz gecekondu bölgelerinde gönüllü olarak oradaki çocuklarla etkinlikler organize ediyorlar. Bu başarıda solun radikal kesimlerinin yetersizliği de elbette rol oynuyor. Süreç öğrencileri toplumun bütüne karşı sorumluluk duymaya sevk ediyor.
Geçen dönem FECH başkanlığı yapan Gabriel Boric mealen durumlarını şöyle özetlemiş: "Dünyada ilk olarak Neo-Liberal model burada inşa edildi, yıkılışı da ilk burada olacak diye bir kural yok. Ama bu mücadeleyle mümkündür ve kazanmak rüyamızdır. Elbette bu yolda düşmek, yorulmak, bıkmak gibi olasılıklar mevcut, fakat her şeyden önce biz Şili'yi kökten değiştirene kadar mücadelemizi sürdürmemiz gerektiğini unutmayacağız.".
ODTÜ için bir not:
ODTÜ deki polis saldırı vuku bulduğunda, 1989 sonbaharı aklıma geldi. Dönemin başbakanı Turgut Özal okul açılışı için gelmişti, 20- 25 kadar öğrenci oraya gidip "söz hakkı" istediğimizde karşılaştığımız saldırganlığa çok benziyordu.
Elbette zamanla değişen çok şey var. Fakat düzenin aklının pek merhale katettiği söylenemez, o zaman "büyük demokrat" Özal, okula gelirken yanında jandarma komandoları, çevik kuvvet ve başlarında Mehmet Ağar'la birlikte dönemin Ankara emniyetinde çalışan işkencecilerini getirmişti. Nitekim bize ilk saldıran onlar oldu. Şimdi jandarma komandoları yok (malumunuz "askeri vesayet" bitti artık o kadar olacak) onların yerini tomalar ve çok sayıda polis almış, neticede devir onların devri.
İşkenceciler mi dediniz ? Sanırım onların rolünü de kamuoyunu yalanlarıyla öğrencilere karşı kışkırtan kalem erbapları aldı. Bu ekabir takımından o zamanda vardı. 12 Eylül'ün sürdürücüsü terör rejimini "çağ atladık", "bu bir devrim" nidaları eşliğinde sunarlardı. Ne tesadüfse bu ultra milliyetçiler Orta Doğu'ya dönük "bir koyup-üç alma" hesapları eşliğinde Kürt Halkına karşı da pek "samimi" hisler beslerlerdi.
Unutmadan bu gün olan o zaman olmayan bir şey daha var. Öğrencisine sahip çıkan öğretim üyeleri. O dönem maalesef duyarlı üç- beş hoca hariç bırakınız bizim yanımızda olmayı, soruşturmacı olarak (özellikle bu günkü ODTÜ yönetimini oluşturan ekip) karşımızda yer alırlardı. Tabii değişmek güzel bir şey, gerçekten değiştilerse...
Bugün olanlara gelince, eğer bu süreç öğrencilerin-çalışanların-öğretim üyeleri ve velilerin bütününü koordine eden bir örgütlenmeyle sonuçlandırılamazsa, yapılanlar, "şanlı tarihimiz" de bir yaprak olarak kalacaktır. (AS/HK)